Pazar Muhteşem bir müze: Louvre

Muhteşem bir müze: Louvre

13.07.2008 - 01:00 | Son Güncellenme:

Louvre Müzesi’ni bir-iki günde değil ama üç günde gezerseniz beşeriyetin uzun tarihi ve yaygın coğrafyası üzerinde bir fikir edinmemeniz mümkün değil

Muhteşem bir müze: Louvre

Bu sütunlarda Avrupa’nın büyük müzelerine de değineceğiz. Malum, bu müzelerde beşer tarihinin en mühim eserleri muhafaza edilir. Ve unutmayalım ki bu büyük müzelerin her birinde vatanımızın her bir dönemine ait seçkin eserler bulunur.
Louvre müzeleri Fransa krallarının 12’nci asırdan beri kullandıkları şatolarıdır. Paris’te Seine Nehri’nin sağ yakasında yer alır. Köken itibariyle “lupara / kurt” kelimesinden gelir. V. Charles’dan beri (1338-1380) Fransa krallarının resmi ikametgahıdır. Özellikle 16’ncı asır sonunda IV. Henry’nin genişlettiği ve bugünkü halini verdiği biliniyor.
Hiç şüphe yok ki Fransız Rönesans’ı Batı medeniyetinin önemli bir kompartımanıdır. Fransa bilhassa plastik sanatlar, dokuma, resim, kuyumculuk, gümüşçülük, el yazması ve mobilyada kendi ürettiği eserler dışında hele İtalya’nın bütün zenginliklerini satın almaya başladı. Leonardo da Vinci Fransa için çalışmıştır ve “Mona Lisa” bu nedenle Louvre’da bulunur. 

En sistematik yağma
Fransa kralları zaman zaman, bilhassa Aydınlanma devri dediğimiz 18’inci asırda, bu müthiş zenginliği araştırmacılara açtıkları gibi halka açmanın yollarını da düşünmemiş değillerdir. Özellikle hayata geçirilemeyen birkaç proje vardır; Count d’Angiviller’inki gibi. 1768’de Marquis de Marigny, Aydınlanma döneminin ansiklopedisyen ve filozoflarını bu konuda projeler sunmaya teşvik etmişti. Ama galiba bu zenginliklerin halka açılmasını en radikal biçimde Diderot’nun “Ansiklopedi”sindeki “museum” maddesi haykırır.
İhtilal Fransa’sının daha 1791 yılında yaptığı en büyük işlerin başında Louvre Sarayı’nın zenginliklerini “museum de la republique” olarak düzenlemesi gelir. Kraliyet koleksiyonları milli koleksiyon haline dönüşmüştür. 1803’te Musee Napoleon adını alsa da bu statü değişmez. Louvre’un ilk büyük direktörü Vivant Denon da bu zamanda ortaya çıkar.
Napoleon’un İtalya seferlerinden başlayarak müzenin gittikçe daha da zenginleştiği görülür. Hele daha imparator tacını giymeden General Bonaparte iken Mısır’a yaptığı sefer bir yağmadır ama tarihin en sistematik yağmasıdır.
Bonaparte’ın maiyetindeki yüzlerce ressam ve gravürcü Mısır’ın bütün bitki ve böceklerini, henüz okunamayan hiyerogliflerini, eserlerini kopyalamıştır. Bu zengin külliyat zamanın tahribatına uğrayan bazı eserler için bugün en önemli arşivdir.
Mısır seferi sırasında Nil Deltası’ndaki El-Raşid -ya da Garplıların deyimiyle Rosetta- adlı mevkide bir Fransız subay ve birliği ünlü Rosetta taşını buldular. Üç dilde, yani eski Yunanca, onun tercümesi Helenik çağın Yunan harfli Koptçası ve bu dilin en eski klasik hiyeroglifle yazılmış tercümesi; İskenderiye ve Nil Deltası’nın kozmopolit halkına hitap ediyordu.
Birçok derin bilginin elinden geçen Rosetta taşı çözülemedi. Onu ancak 15 yaşından beri bir filoloji dehası olan Jean-François Champollion çözebildi ve böylece eski Mısır bütün üstünlüğü ve hikmeti ile çağdaş dünyanın öğretmenliğine başladı. Gerçi öğretmenin kaderi öğrencinin kapasitesiyle sınırlıdır.
Bugün bu taş nerededir dersiniz? Ne Mısır müzelerinde ne de Louvre’da; fakat British Museum’da. Yağmacılık ve hırsızlıktan kendini kurtaran yok. 

Zenginliğin kaynağı
İran’ın Suşa’sı, Eski Mezopotamya’nın -çok tuhaftır ki kazıları asıl İngilizler tarafından yapılan ve Asur krallık devrine ait kazılarda bulunan- monumental kapılardan biri, genellikle Elgin mermerleri diye tanınan ve gene British Museum’da bulunan Atina Parthenon tapınağının frizlerinin bir parçası ve tabii uçsuz bucaksız bir Mısır koleksiyonu buradadır. Bunlar müzenin en ilginç eserleridir. Ayrıca giriş merdivenlerinde iftiharla sergiledikleri Samotraki (Semendirek) Adası’nın ünlü Nike heykeli, Milo Adası’ndan kaçırılan Afrodit heykeli, Etrüsk ve Roma sanatının en ince eserleri de...
Tabii Memluklardan, Ortaçağ İran’ından, Baburiler Hindistan’ından götürülenlerin küçük bir bölümü ile mesela İstanbul Sakıp Sabancı Müzesi’nde muhteşem “İslam Sanatının Üç Başkenti: İstanbul, İsfahan Delhi” sergisi bile açılmıştı; kaynağı Louvre’dur. Müzenin Rönesans ve Avrupa sanatına ait zenginlikleri ile bu kıtada ancak Rusya’nın St. Petersburg şehrindeki Hermitage müzesi yarışabilir.
Louvre’da Selçuklu ve Osmanlı eserleri de vardır. Parayla alınan veya Milo Afrodit’i gibi “Sahibi yoktur” diye yağmalananlardan vazgeçtik, düpedüz dolandırıcılık ve hırsızlıkla götürülenler de vardır.
Sultan II. Abdülhamid devrinde dişcilik zanaatinden dolayı restoratörlüğe de bulaşan Albert Dorigny, Osmanlı Asar-ı Atika idaresi tarafından Ayasofya avlusundaki II. Selim ve III. Murad türbesi ile yanı başında
I. Mahmud devrine ait kütüphanenin çinilerini restore etmekle resmen görevlendirilmişti; tabii iş ücret karşılığıydı ve açık bir akit ile idarenin gözetimi altında yapılacaktı.
Dorigny çinilerin bir kısmını Paris’te tamir bahanesiyle götürdü. Güya getirecekti, taklitlerini getirdi. Kimse farkına varmadı. Belki bir şaşkınlıktan veya kasıttan. Osman Hamdi Bey yönetiminin önemli bir kusurudur. Asılları Louvre’da ve teşhirde değil, teşhire taklitler konmuş. Hırsızlık malı ama geri vermeye niyetleri hiç yok. Bu durumda mahkemeye gitmek kaçınılmaz ve New York Metropolitan’daki gibi davadan vazgeçip anlaşarak malı kurtarmak hiç tavsiye edilmeyen bir yol olmalı. Bu konuda artık içtihat yaratmak lazım.
Louvre Müzesi, Fransa’nın kendine ait olsun olmasın, muhteşem bir binadaki koleksiyonlar bütünüdür. Müze idaresi tıpkı ABD, Batı Avrupa, İsrail ve Japonya gibi eşyaların röprodüksiyonuna, muhteşem rehber kitapların hazırlanmasına dikkat ediyor. Bu alışveriş müzenin zenginliğine önemli bir katkı sağlıyor ve bakımını kolaylaştırıyor. Türkiye müzelerinin geçemediği bir safha... Bu alanda bazı çabaların da maalesef çıkartılan kanunlarla engellendiği malum.
Louvre’u bir-iki günde değil ama üç günde gezerseniz beşeriyetin uzun tarihi ve yaygın coğrafyası üzerinde bir fikir edinmemeniz mümkün değil. Avrupa’da bu gibi müzelerin ziyaretiyle de insanın dünyası değişir. Tarih öğreniminin ve eğitimin biraz böyle olması gerekiyor.