Pazar "Mülkiye'yi bitirecem, vali olacam"

"Mülkiye'yi bitirecem, vali olacam"

08.02.2004 - 00:00 | Son Güncellenme:

Okuma odaları

Mülkiyeyi bitirecem,  vali olacam






İlk olarak 1948'de Ağrı'ya tayin oldum, Ağrı bir fecaat. Yatacak yer, yiyecek yer yok. Postaneye gittim, para yatıracağım, Türkçe konuşacak memur bulamadım. Hep Kürtçe, Arapça konuşuluyor. Şimdi, 1946'da varlık vergisi çıkmıştı. Halk partisi çıkarmıştı bu kanunu. İstanbul'daki ticaret erbabının yüzde 80'i Rum, Yahudi, Ermeni o zaman. Bu vergiyi veremeyenler yahut vermek istemeyenler alınmış, sürgün edilmiş buraya, Atlantik Oteli'nde kalmışlar. Ben de üç-dört ay kaldım burada." Abdülkadir bey Ağrı'daki öğretmenlik mesleğinin bu ilk günlerinde eski öğretmenlerini taklit ettiğini fark eder: "Öğretmenlikte öğretim metotlarını bilmek, genç ve çocuk psikolojisini bilmek esas. Öğretmenlik mesleğinde, iyi bir kariyer sahibi olmak lazım. İyi bir ahlaka, mazbut, düzenli giyime, kuşama, yaşantıya hazır olmak gerek. Ben öğretmen olduktan sonra, bazen ders verirken kendi kendime bakıyorum, sanki öğretmenimin biri ders veriyor gibi. İster istemez birini aynen taklit ediyorum... Öğretmenken 163 lira alıyordum. Öğretmene büyük önem veriliyordu. Bir öğretmenin maaşıyla beş takım elbise dikilirdi. O zaman en meşhur Kız marka İngiliz kumaşları... Pahalı, millet birbirine gösterirdi, 'Bak yahu, Kız marka kumaş giyiyor adam' diye. Kumaşın kenarında kız resimleri var. Kız marka deniyordu bu yüzden."

Canlı tarih
Yaklaşık bir sene yedek subay olarak askerliğini yapan Abdülkadir beyin 1950'de tayini Erzincan'a çıkar. Merkeze beş kilometre uzaklıktaki kasabada, Beşince Bölge Okulu'nda müdür olarak göreve başlar. "Beşinci sınıfı ben aldım, tarih derslerinde, zaten sizin bu canlı tarihi okur okumaz onu hatırladım. Muhakkak ki Birinci Dünya Harbi'nden kalanlardan üç-beş kişi davet ederdim sınıfa, dinlerdik. Okul bahçeşinin kapısında bunları karşılardık alkışlayarak, tek tek ellerini öperdi çocuklar. Oturturduk. Adamlar katıldıkları savaşları anlatırlardı. O kadar güzel anlatıyorlardı ki, çoğu anlatırken ayağa kalkar, heyecanlanırdı. Çocuklar da böyle can kulağıyla dinlerler, hepisinin gözünden yaş akardı çocukların." Üç sene kadar kalır Erzincan'da: "Her sene o bölgede, üç tane okul yaptırıyordum. Devlet olarak verdiğimiz çimento, demir. Gerisini hem vatandaştan alıyorduk, hem ustasını, hem amelesini... Davulla zurnayla, oynayarak, gülerek yapıyorduk." Erzincan'da görev yaparken kendisi gibi öğretmen olan İfakat hanımla tanışır ve evlenirler. 1954 yılında doğum yeri Niğde'ye tayin olur. Sicilindeki başarı belgeleri nedeniyle Kütüphaneler Genel Müdürlüğü, il kütüphanesinde çalıştırmak üzere kadrosunu ister Abdülkadir beyin. İlk önce pek de memnun olmadığı bu öneriyi kabul eder ve Niğde İl Kütüphanesi'nde çalışmaya başlar. "O zaman Niğde kütüphanesinde bir memur, bir müdür, bir de müstahdem var. Türkiye'deki kütüphanelerin hepsi böyle o zaman." İstanbul Beyazıt Kütüphanesi'nde bir süre staj yapar. 1962'de Milli Eğitim Şurası'nda kütüphanelere yönelik önemli çalışmalar planlanır. Abdülkadir bey de bizzat bu çalışmalara katılır, pilot il seçilen Niğde'de öncelikle ilçe kütüphanelerini kurarlar. Sıra köylere gelir.

At sırtında kütüphane
"Beş-altı köye, iki de memurumla beraber gittik. Kahvelerinde, muhtar odalarında toplandık, kendileriyle konuştuk. Hepisi çok iyi karşıladılar. İlk evvela sandık yaptırdım 25 tane, ikişer tane hayvanla..." Sandıkların kütüphanelerin ihtiyacı karşılamadığını gören Abdülkadir bey, köylere ulaşmak üzere at arabası yaptırmaya karar verir: "İki tarafta raf olacak, üstü kapanacak, binen, arabayı kullanan adam güneşten, yağmurdan korunacak, arabanın içinde kitap olduğu için o da korunacak' dedim. Çizdi adam. Baktım, hoşuma gitti. Dört raf oluyor. Birinciyi yaptık. Bakanlıktan para filan almadık. Kütüphaneyi geliştirme derneğinden 830 lira sarf ederek ilk arabayı yaptık. 827 mi, 37 mi kitap aldı. Şansımıza, halkevinin bize devredilmesiyle halkevi sosyal salonu bize geçti. Vatandaşlar düğün yapıyorlar, o zaman 30 lira alıyoruz düğün başına. Ama 30 lira iyi para. Beş lirasını sarf ediyoruz. Gece nöbet tutan odacılara, şuna buna, 25'i kalıyor. Efendim, projeyi yazdık çizdik, teklif ettik bakanlığa, genel müdüre telefon da ettim. Kabul ettiler. Atı memur alacak, yemini biz vereceğiz. Teklif ettim, Milli Eğitim Bakanlığı bütçesine ilk olarak, hayvan yem bedeli, Niğde Kütüphanesi'nin atlarının yem bedeli oldu, kondu. Efendim, bir de baktım, oo, biz, 830 liraya yaptık arabayı, 5000 lira gönderdi bize genel müdür. Ve sekiz kütüphane yaptık. Sayıları daha da arttı sonra."

Çalıkuşu
"Bu arada çok enteresan bir vaka oldu. Melendiz dağları var ya, Melendiz kasabası, şimdi Çiftlik adı. Orada bir kütüphanemiz var. Devletin inşaatına ilk katkıda bulunduğu kütüphane, 10 bin lira verdiler, oraya bir kütüphane yaptırdık. Oranın memuru olan Enver Yüksel'in atı doğum yapıyor. Hayvan bugün, yarın doğum yapacak. 'Peki' dedik, aradan üç gün geçti, polis geldi 'Vali seni çağırıyor' dedi. Vardım, dedim 'Buyrun beyefendi.' Rengi falan atmış adamın. 'Yahu müdür bey' dedi, 'yaptığın işi beğendin mi?' 'Hayrola' dedim. 'Yahu senin gezici gitmemiş köyün birine, adam cumhurbaşkanına mektup yazmış' dedi... Bir keresinde de köye vardık, muhtara dedik ki, 'Kütüphaneden kitap alanlar, muhtar odasına gelsinler, bakan bey görüşmek istiyor'. Tellal bağırttı, geldi adamlar. Yaşlı, sakallı bir adam geldi. Şöyle baktı, 15-16 kişi var. 'Nerede kitap?' diye sordu. 'Burada' deyince kitabı açıp baktı. 'Ne bu?' dedi bakan, adam 'Çalıkuşu' dedi. 'Sen bu kitabı okudun mu?' dedi. 'Okudum' dedi. 'Anlatabilir misin?' diye sordu. Adam da 'Tabii anlatırım' dedi. Başladı 'Çalıkuşu'nu anlatıyor, sanki fotokopi çekmiş. Satır satır. Ben, şöyle oturuyorum, kolumu büktü bakan, 'Bak yahu şuna bak, Allah Allah' dedi. İkinci sayfaya geldi, durdurdu. 'Tamam, bu okumuş, Peki bizden bir isteğin var mı? Adam da 'Ben' dedi, 'bu müdürden şikayetçiyim.' 'Niye şikayetçisin?' diye sordu. 'Ben bir kışta bir teneke gaz yakardım. Şimdi bir teneke gaz iki ay gitmiyor' diye cevap verdi adam. 'Yahu gündüz oku' dedi bakan. 'Paşam' dedi, 'gündüz nasıl okuyayım, başlıyorum devam ediyorum. Yarım bırakılmıyor ki' dedi. 'Peki' dedi 'öyleyse, bu müdür sana iki teneke gaz verecek.' 'Sağ ol paşam' dedi ama 'Ya bir elektrik getirin köye ya bir şey yapın şuraya...' Özetle halk kütüphaneleri, halk üniversitesidir. Öyle olaylar oluyor ki, aklın duruyor canım. Adam kız kaçırmaya kalkıyor. Kızla sözleşiyor akşamı, geliyor kütüphanede vakit geçirmek için, 'Evimizin Avukatı' diye bir kitabı açıyor. Bir bakıyor ki kızın yaşı küçük olursa yedibuçuk sene hapis var. Hemen kitabı kapatıyor, varıyor kıza, 'Kızım dur' diyor. Kaçırmıyor kızı. Bunların hepsi oldu. Yani millet okumaz diye bir şey yok. Okullara, dört başı mamur birer kütüphane lazım. Kütüphane okulun labratuvarıdır..." Birbiri ardına yaygınlaşan gezici kütüphaneler başka illerde de başarıyla uygulanır. "Ben 74'te atlı arabadan minibüslere geçtim. İki tane temiz minibüs aldık. Maalesef ben ayrıldıktan üç sene sonra hizmetten aldılar araçları. İktidarlar, maalesef, vatandaşın okumasını, bilgi sahibi olmasını, akla, karayı seçmesini istemiyor." 1975 yılında Ankara'ya gelen Abdülkadir bey, pek çok kütüphanecilik kursu verir.
1982'de emekliye ayrılan Abdülkadir bey şu anda Niğde dergisinde yazılar yazıyor, Niğde Vakfı'nda çalışıyor: "Kitaba sahip olmak, paraya sahip olmaktan zor. Valla, eklemek istediğim şey şu, kütüphanelerin 200'den fazlasının kadrosuzluktan kapalı olduğunu işittim, çok üzüldüm. Milli eğitimler, hükümetler daima biraz yan baktı bu konuya. Tutturuyoruz şimdi diyoruz ki, 'Çocuklar kitap okumuyor.' Yahu niye kitap okunmuyor kardeşim? Kitap okunur. Sen eğitim sistemini düzelt, araştırma metodunu koy, kütüphaneni aç, gitsin çocuk, ansiklopedilerden, şurdan burdan araştırma yapsın, bulsun, o bilgiyi kendine mal etsin, bak o zaman nasıl okur."

"Harpten daha çıkmadan, yani Cumhuriyet ilan edilmeden evvel, Ankara İl Halk Kütüphanesi 1922'de açıldı. Daha Cumhuriyet kurulmamış, efendim cehaleti defetmek için ne lazımsa onun üzerinde duruyorlar. Halk mekteplerinin hemen yanında halk okuma odaları. Her köyde halk okuma odası vardı. Bunlar hep sonradan bırakıldı. Şimdi efendim, okuma odaları halkevlerine bağlıydı. Neşriyat oraya varırdı, bütün köy halkı oraya gider, orada kitabını okur, gazetesini okur. O zaman her vilayette bir basımevi kuruldu. Yani Cumhuriyet'in ilanından evvel ve ilanında, her ilde bir basımevi vardı. Yani kütüphaneler, matbaalar, halk mektepleri, halk okuma odaları, bunlar Atatürk devrinin vazgeçilmeyen yaptırımları. Ve zaten Türkiye, o zaman uyandı. Kütüphanesinde o kadar güzel gazeteler vardı ki, Akbaba, Köroğlu, efendim ve buna benzer, halk kültürünü, halkın anlayacağı seviyede yazılmış yazılar. Hele Atatürk'ün ölümünden sonra sık giderdik. İlkokulumun, Sakarya Okulu'nun karşısında halkevi vardı, oraya giderdik, Atatürk'ün resimlerini falan bulmak için. Fakat içeride daha yaşlılar, ağabeyler, amcalar vardı, biz biraz gürültü ederdik herhalde ki, hemen bize 'Çıkın' derlerdi. Yani halk ilgi gösteriyordu kütüphanelere. Niğde'nin Konya'dan, Kayseri'den büyük bir ayrıcalığı var bu konuda. Kayseri daha tutucu, daha koyu. Konya da öyle. Fakat Niğde öyle değil. Niğde'nin öyle olmayışı da, sırf okumaya yazmaya önem verdiği için. Aslında halk olarak, ırk olarak aynı."



TARİH VAKFI
Tarih Vakfı sözlü tarih arşivi oluşturmak için tanıklıklarınızı kaydediyor. 70 yaş üzeri 1000 kaynak kişiye ulaşmayı hedefliyor. Ünlülerle değil, içimizden birileriyle... Sizin önereceğiniz kişilerle, dedelerimiz, ninelerimizle... Köylerde, kasabalarda, fabrikalarda geçen hayatlar... Hasatlar, vardiyalar, düğünler, seçimler, yemekler, camiler, kadın matineleri... Tarihe Bin Canlı Tanık Projesi, sözlü tarih görüşmeleri ile, günlük yaşamın, toplumsal geçmişin belleklerde kalmış ayrıntılarını içeren yaşam öykülerini kaydetmeyi hedefliyor. Bugüne kadar projeye destek olan Türk Tabipler Birliği'ne, İnşaat Mühendisleri Odası'na ve Kayseri Ticaret Odası'na maddi desteklerinden dolayı teşekkür ederiz. Siz de projeye destek olun, tarihe katkı da bulunun: Telefon: 0212 327 86 58
Faks : 0212 227 37 32 e-posta: tbct@tarihvakfi.org.tr

  • Danışmanlar: Doç. Dr. Aynur İlyasoğlu-Doç. Dr. Esra Danacıoğlu
  • Proje koordinatörü: Gülay Kayacan
  • Görüşmeyi yapan: Hakan Koçak
  • Deşifre ve redaksiyon: Sevil Üzrek
  • Görüntü kaydı: Tamer Üstel
  • Yayına hazırlayan: Tuba Çameli


  • Projeye katkılarınızı bekliyoruz:
    Telefon: (0212) 327 86 58
    Faks: (0212) 227 37 32
    e-posta:mailto:tbct@tarihvakfi.org.tr

    www.tarihvakfi.org.tr