19.07.2009 - 01:00 | Son Güncellenme:
FİLİZ AYGÜNDÜZ filiz.aygunduz@milliyet.com.tr
Türkiye, bu hafta dünyanın sayılı piyanistlerinden olan İdil Biret’i ve yaşadığı korkunç olayı konuştu. 11 Temmuz’da The Whitehall Orchestra ile birlikte Topkapı Sarayı birinci avluda verdiği konser öncesinde Alperen Ocakları üyesi bir grup tarafından afişleri yakılan sanatçıya yapılanı kimse içine sindiremedi.
Alperen Ocakları da, rahatsızlık duymuş olmalı ki Kutsal Emanetler’in yakınında içki içilmesine tepki gösteren grup adına Biret’i Topkapı Sarayı’nda ziyaret ederek özür diledi.
Peki bütün bu süreçte neler düşündü İdil Biret? Topkapı buluşması nasıl geçti? Bu vahim olay onu nasıl etkiledi? Sayfalar dolusu soruyla Moda’daki evine gittim. Sorulara sükunetini hiç bozmadan, inanılmaz bir iyimserlikle yanıt verdi. Kendisine göre çok daha tepkili olan eşi Şefik Büyükyüksel’in aksine “Olur böyle şeyler” demeyi tercih etti. Yaşadıklarının “ürkütücü” boyutunun okumasını yapmak istemedi; soğukkanlılığını korudu. Doğrusu beni epey şaşırttı.
Bunlarla kalmadık tabii... Laf lafı açtı. “Yüzünüze estetik yaptırdınız mı hiç?” şeklindeki sorular, “Hayır karpuz ezip sürüyorum” tarzı yanıtlarla bir kadın muhabbetine kadar uzandı, edebiyatla, cazla, deniz tutkusuyla, AB hakkında düşündükleriyle devam etti...
Zorlu bir hafta geçirdiniz. Olan biteni nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben içinde bulunduğumuz anı yaşayan bir insanım. Geçmiş geçmiştir. Geçen zaman tekrar yakalanamaz; ancak ondan bazı dersler alınır.
Aldığınız bir ders oldu mu peki?
Aslında bir kez daha yolumda devam etmem gerektiğini düşündüm.
Yine de çok sık karşılaştığınız bir durum değildi bu...
Haklısınız ama başka şeyler de oluyor, bazı gittiğim memleketlerde. Mesela konserlerimde kaç defa bomba ihbarı yapıldı. Türk piyanisti olduğunuz için hedef haline geliyorsunuz bazı yerlerde. Sonra organizatörlere tehditler oldu; konseri iptal edin, yapmayın diye... Yahut da bir nümayiş yapılacağı haberleri geldi. Hiçbirine taviz vermedim. Benim için önemli olan konserimi en iyi şekilde vermektir.
“Bu olayda kendilerini fazla enerjik ifade ettiler”
Bu tür tepkilere yurtdışında maruz kalmakla kendi ülkenizde muhatap olmak arasında bir fark var mı?
Her yerde her şey olabilir diye düşüneceksiniz. Bir de, insanlar fikirlerini ifade edebilmeli; bu herkesin hakkı. Yalnız tabii ifade ediş tarzında dikkat edilecek şeyler var. Bu olayda biraz fazla enerjik bir şekilde kendilerini ifade ettiler.
Kendi ülkenizde yaşadığınızda durum biraz daha kırıcı olmuyor mu?
Yok değil. Ben hiçbir şekilde kırılmam böyle şeylere. Herkesin fikir beyan etme hakkı vardır. Evet biraz sert bir şekilde beyan ettiler ama sonradan biliyorsunuz çiçekleriyle gelip üzüntülerini söylediler.
Nasıl bu kadar sakin kalıyorsunuz?
Benim düşünce tarzımla da ilgili. Ben katiyen olan bir şeyi büyütmek taraftarı değilim. Beni böyle yapan biraz da kafamda daima müzik olması. Bazı şeylere hemen girmiyorum. “Dur hemen heyecana kapılma, bak bakalım ne oluyor?” diyorum. Düşünerek ve mantıkla yaklaşıyorum.
“İnsanları pozitife çevirmek sizin elinizde”
Bu soğukkanlılığınızı o topluluğun içinden geçerken, afişlerinizin yakıldığını gördüğünüzde de koruyabildiniz mi?
Tabii ki... Çünkü sahneye çıkacaktım. Sahneye çıkmama birkaç dakika vardı. Benim kafam, ancak yapacağım şeye konsantre oluyor o anda. Yapmam gerekeni en iyi şekilde yapmam lazım. O an deprem de olabilirdi, yangın da çıkabilirdi. Her şeye karşı hazırlıklı olacaksınız. Ama bu hep onu düşüneceksiniz demek değil.
Bu ülkede Sivas katliamı yaşandı, Menemen olayları, 6-7 Eylül... Bunları bilen biri olarak yine de soğukkanlı kalabilmenizi anlamakta zorlanıyorum.
Dünyanın her tarafında çok sayıda şiddet olayı yaşandı. Eğer bu açıdan bakarsanız; birçok memlekette bu kaygıyı duymanız lazım. Bunun sonu yok. Korku iyi bir şey değil. Ben insanlara önyargısız yaklaşırım. Karşınızdaki insanın muhakkak negatif olması şart değil. Onu bir yerde pozitife çevirmek de sizin elinizdedir.
Olaydan sonra sizi ziyaret eden Alperen Ocakları yetkilileriyle Topkapı Sarayı’nda 45 dakikalık bir görüşme yaptınız. Tam bir uzlaşma sağlanabildi mi?
Tam yüzde yüz ne olduğunu bilmiyorum. Ama nazik bir jest yaptılar. Çiçekleriyle geldiler. Konuştuk. Ben kitabımdan bir tane verdim. Bir de CD verdim. Çünkü o akşam o konçertoyu dinleyememişlerdi; aynı konçertonun (Çaykovski’nin 1. Piyano Konçertosu) CD’sini verdim.
Bu özür sizin için ne ifade ediyor?
Güzel bir davranış. Yapılan yanlışın neresinden dönülse kârdır. Bravo dedim.
Ama bu özür tekbir getirip afiş yakarak yapılan protestonun vahametini azaltmıyor değil mi?
Tabii ki... Ayrıca benim takıldığım nokta protesto değil. Herkes aynı fikirde olmayabilir. Ama protestonun üslubu, afiş yakmaları bunlar yanlıştı. Onu da gelip düzelttiler ve bu burada bitti.
“Klasik müzikte salon konseri ile açık hava konseri adabı farklı”
Konu “Klasik müzik konserinde içki içilir mi içilmez mi?” sorusuna dayandı. Meseleyi bir konser adabı tartışmasına çekmek hedef saptırma mı?
Olayın sonunda konser adabının tartışılması iyi bir şey. Manevi değerlerle ilgili diğer hassas ve gerçek sorun yaratan konularda söylenecek bir şey kalmadığının bir göstergesi bu bence.
Konser adabına gelince... Dünyanın her tarafında özellikle festival zamanlarında çok kuvvetli olmayan bir içki ikram edilir. Ve bu görgüsüzlük kabul edilmez. Yerde oturup dinlenilen konserler vardır. New York’ta Central Park’ta da öyle konser dinliyorlar. Bu yeni bir gelişme tarzı klasik müzik için. Belki 100 sene önce böyle yapılmazdı. Bir kere korseler filan izin vermezdi öyle yerlere oturmaya... Zamanla insanlar katı kurallardan kurtulmaya çalışıyor. Daha rahat bir şekilde müzik dinlemek istiyorlar. Salon adabı ile açık hava adabı farklı. Konser bir salonda gerçekleşecekse, elinde içki kadehiyle salona girilmez. Normal bir salonda akustiğe bağlısınız, elektronik sistem yoktur. O yüzden yaptığınız herhangi bir gürültü, kağıt hışırtısı, muazzam rahatsız eder.
“Problemlerini çözmedikçe AB’ye girmemizin faydası yok”
Adını Verdi’nin “Nabucco” operasından alan dev bir doğalgaz boru hattı projesi imzalandı Ankara’da. İki gün sonra da İstanbul’da Çaykovski’nin çalındığı bir klasik müzik konseri içki nedeniyle protesto edildi. Absürt gelmiyor mu size de?
Verdi’yi seviyorlar demek ki, Çaykovski’yi değil... Bazı kompozitörler daha revaçta. (Gülüyor) Bu işin mizah tarafı tabii... Absürt ama absürdite her alanda ve dünyanın her tarafında var.
Giderek derinleşen bir kutuplaşma söz konusu Türkiye’de; İslamcılar, milliyetçiler, laikler...
Bahsettiğiniz kutuplaşma bölünme, küçülme demektir. Küçülme ise genelde zayıflamayı, güçsüzleşmeyi getirir. Birleşme ise kuvvetlenmeyi. Fikirler ne kadar farklı da olsa ülkenin iyiliğini isteyenler arasında diyaloğun sürmesi ve böylece bütünlüğün bozulmaması gereklidir. Farklı tutumlarda olan insanların da mutlaka üzerinde birleşebilecekleri hususlar vardır. İşte mesele bunları bulup olumlu bir şekilde işlemektir.
Yaşadığınız olay da bu kutuplaşmanın bir sonucu olabilir mi?
Olabilir. Topkapı’daki olaya neden olan, konserden önceki günlerdeki tahriklerin kimler tarafindan ve ne amaçla yapıldığı incelenirse belki bu ortaya çıkabilir. Asıl sorun da buradadır. Diyaloğu kabul ederek bu tahriklerle artırılması amaçlanan kutuplaşmanın önlenmesine katkıda bulunduğumuz düşüncesindeyim.
AB’ye giriş sürecindeki Türkiye’nin imajıyla ilgili sorun yaratır mı?
Her yerde oluyor böyle şeyler. Ayrıca dış basında da konuyla ilgili herhangi bir yazı çıkmadı.
AB konusunda ne düşünüyorsunuz?
AB’nin çok ciddi problemleri var. Ekonomik sorunları var; aralarında hiçbir iletişim yok. Realiteden çok kağıt üzerinde birtakım şeyler yapılıyor. Bütün bu problemleri kendi aralarında ne derece çözebilecekler, görmek lazım. O problemler çözülmedikçe Türkiye gibi büyük bir memleketi aralarına almaları bizim de lehimize olmayacaktır.
Bu söylediklerinizi AB’ye girmemizi istemiyorsunuz şeklinde yorumlayabilir miyiz?
Hayır, onu demek istemiyorum. Ama problemlerini çözmedikleri sürece AB’ye girmemizin bize bir faydası yok. Belki realiteye uymayabilir ama bana göre Türkiye kendi başına çok önemli bir kıta gibi. Her şey var bu ülkede. Anadolu’yu gezdiğimde hayret ve hayranlık içinde kalıyorum. Dünyanın hiçbir yerinde bu kadar kuvvetli, zengin, değişik bir memleket görmedim. Benim idealimde kendi yağında kavrulan bir Türkiye var.
“Masumiyet Müzesi’nde Pamuk’un eski romanlarındaki tadı alamadım”
Orhan Pamuk hakkında ne düşünüyorsunuz?
“Kar”ı çok beğendim. “Cevdet Bey ve Oğulları”nı da çok severim.
“Masumiyet Müzesi”ni okudunuz mu?
Evet. Daha önce okuduğum kitaplarından değişik. Eski romanlarındaki tadı alamadım. Ama bir yazar farklı şekillerde yazabilir.
Peki ya Nobel’i alması?
Türkiye’nin tanıtımı açısından güzel. Ayrıca gittiğim yerlerde tercümelerinden kitaplarını okuyanlar beğeniyle bahsettiler. “İstanbul”u okuduktan sonra İstanbul’a gelen birçok insan biliyorum.
Bu aralar ne okuyorsunuz?
Venedik’in tarihini anlatan bir kitap okuyorum. Andre Boucourechliev’in yazdığı “Beethoven” kitabını yeniden okuyorum. İnsan beyniyle sanatta yaratıcılık arasındaki bağı anlatan bir kitap daha okuyorum.
Fazıl Say’ı nasıl buluyorsunuz?
Çok yetenekli. Son derece enterasan doğaçlamalarını dinledim.
Onun gibi gitmeyi düşündünüz mü bu son olayda?
Neden gideyim? Nereye gideyim? Böyle bir düşünce tarzını anlamıyorum. Fazıl Say o an, psikolojik bir süreçten geçti. Bizim yanlışlarımızdan biri de her şeye takılmak. Takılmayacaksınız. İnsan feveran edip zaman zaman öyle konuşabilir, çok abartılı bir laf ettiğimizde ille de onu yapacağız anlamına gelmez.