Pazar “Ölmezlerse sorun yok mu?”

“Ölmezlerse sorun yok mu?”

18.05.2014 - 02:30 | Son Güncellenme:

Maden üzerine “16 Ton” isimli bir belgeseli olan belgesel sinemacı Ümit Kıvanç: “İnsanlar infiale kapılıyor Soma’da çok kişi öldü diye. Ölmezlerse sorun yok mu? İnfiale kapılmamız gereken; yüzlerce insanın orada çalışmaya mecbur olması”

“Ölmezlerse sorun yok mu”

Belgesel sinemacı, yazar Ümit Kıvanç bundan yaklaşık üç yıl önce, “Fotoğraf, resim,
desen ve gravürlerin hareketlendirilmesiyle yapılmış bir ‘masa başı’ filmi” olarak tanımladığı
“16 Ton” isimli belgeselini yayınlamıştı. “Vicdan ve serbest piyasaya dair bir film” altbaşlıklı bu maden belgeselini izlemek bugünlerde yapılacak en iyi şeylerden
biri herhalde. Vimeo.com’da ve riyatabirleri.net’te bulabilirsiniz.

Ne soracağımı da pek bilmiyorum aslında. Röportaj yapmaktan ziyade dertleşmek için buluştum galiba sizinle...

Dünden beri arayan çok oldu zaten. Niye? Çünkü bunca zamandır bu kadar madencilik yapılan, maden kazaları yaşanan bir ülkede bu konuyla ilgili bu belgeselden başka bir şey pek yok.

Haberin Devamı

Soma’da yaşanan bu facianın en kötü taraflarından biri de böyle bir şey yaşanmasına sanki gerektiği kadar şaşırmamış olmamız olabilir mi?

Bu olayda birtakım tuhaflıklar var ama... Bir kere ölü sayısı. Olacak şey mi? Grizu patlaması olur, anlarız. Daha ilk gün yazdım; trafo patlamasından maden kazası olmaz. Trafo patlar, tam yanında falansa hadi üç kişi ölür. Maden deyince millet kuyu zannediyor. Halbuki çok büyük bir alan orası. Sonra... “Koruma yerleri yaptık” demişlerdi, nerede onlar? Kömür yangını bir anda her yeri sarmaz. Nasıl bu kadar büyüdü bu yangın? Hiçbir madende yüzlerce işçi bir arada olmaz. İki vardiya değişiyormuş, o sırada olmuş... İki vardiya aynı anda nasıl aşağıdaydı ya? Kazanın üstünden 6.5 saat geçmişti, hâlâ trafo diyorlardı. Aşağıda kaç kişi olduğunu söyleyemiyorlardı. Nasıl oldu bu kaza? Hâlâ bilmiyoruz.

Haberin Devamı

Neden gerekli önlemler alınmıyor? Neden yeterince yaşam odası yaptırılmıyor mesela? Masraflı diye mi? “Bize bir şey olmaz” diye mi?

Bu kadarıyla olurken neden daha fazlasına yatırım yapasın? Kimsenin ölmeyeceği bir maden tabii ki kurulabilir ama 10 kat fazla maliyeti olur.

“Doğasında ölüm varsa o işi yaptırmazsın”

Kazanın yol açtığı maliyeti geçer mi mesela?

500 işçi alınacak, sınava 40 bin işçi başvuruyor. İşçiden ucuz bir şey yok.
Bu madende üretim biraz durdu şimdi, bir de madencilere tazminat verilecek. Hesaplarsın, sonuç çok büyük ihtimalle “kazanın yol açtığı kayıpla madencilerin hayatını kurtaracak yatırım yapılabilirdi” çıkar. Ama mantık şu; “E bunlar ölürler zaten. Ölünce de bir şey olmaz ki?”

Ve “Bu işin doğasında ölüm var...”

“Nasıl olsa orada çalışmak zorunda bırakacağımız insanlar var. Kaza da olabiliyor, bunların bir kısmı ölecekler tabii”. Doğasında var demek bu işte. Doğasında ölüm varsa o işi yaptırmazsın.

Başbakan’ın çıkıp böyle demesi ne hissettirir oradakilere?

Onu bırak, tokat meselesi konuşuluyor bugün. “Artık bu kadarı olmaz” diyorsun, bir şey daha oluyor.

Tokatlar, tekmeler... Nasıl bir ruh halinin sonucu bunlar?

Benim en çok merak ettiğim şey de şu; dindarlıkla bu nasıl bağdaşıyor?

Haberin Devamı

Kriz sonrası kimsenin istifa etmesini beklemiyoruz artık tabii ama...

Tipik kriz sonrası durumu söz konusu değil ama bu kez. İnanılmaz bir pişkinlik hali var. En ufak bir üzüntü ifadesi görülmüyor. İnsanın bir sesi titrer ya... Başbakan gider oraya, öyle bir
konuşur ki biz de “Rol yapıyor” falan deriz. Böyle bir konuşma yok. Üstüne herkesi azarladılar bir de... 1860’tan örnek veriyor. Daha yakın tarihlerden örnekler de var aslında; Çin’de 1000’den az ölüm yok her sene. Ama gidip Google’dan ilk bulduklarını dayıyorlar önümüze. Ama bunun bir önemi yok ki... O şöyle kalıyor akıllarda: “Bak başka yerlerde de oluyormuş, bak Başbakan söyledi”. Demirel olsaydı mesela, çıkar ağlamaklı, dini motiflerle süslü bir konuşma yapardı. Birtakım yetkililer “Sorumlusu kimse onu mahvedeceğiz” falan derdi. Sonra da bir şey olmazdı
ama bu bile bir şeydi.

Ne olacak peki şimdi? Bir işçi hareketi bekliyor musunuz?

Bu iş maden meselesinden
çıkacak, büyüyecek bence. Gezi’nin yıldönümü de geliyor zaten.

“Adamı her gün canlı canlı mezara sokuyorsun”

Ne yapmak lazım?

Örgütlenmek. Sosyalistler sosyalizmin içine edince insanların başka seçeneği kalmadı. İnsanlar haklı olarak Stalin’i üretmiş bir şeyi niye beğenelim dediler. Her şeye rağmen Sovyetler Birliği “Tamam çok kötü ama bu kapitalistlerin dışında da bir şey var” dedirtiyordu. Bu maden meselesinde de insanlar infiale kapılıyor çok kişi öldü diye. Normalde infiale kapılmamız gereken; yüzlerce insanın orada çalışmaya mecbur olması. Ölmezlerse sorun yok mu? Adamı her gün canlı canlı mezara sokuyorsun, ayda da bin lira para veriyorsun. Bunda infiale kapılacak
bir şey yok mu? İnsanlar örgütlenmek zorunda. İşçiyi sendika dışında koruyacak bir şey hiçbir zaman olmadı. Diyorlar ki; “Kapitalist Batı’yı beğenmiyorsunuz ama orada madende insanlar ölmüyor”. İyi de orada insanlar bunun için hayatlarını ortaya koyup mücadele ettiler.

Haberin Devamı

“16 Ton” belgeselinden...

Haberin Devamı

“Tanrım, bana cennette bir köşecik ayır çünkü bak, ömrüm zaten cehennemde geçiyor”

l Efsanede anlatılana göre; görev yaptığı gemiden terhis olurken komutanı tarafından eline bir parça kömür tutuşturulan ve “Git bundan bul!” emri alan Uzun Mehmet diye biri muhtemelen hiç yoktur. (...) Uzun Mehmet’in kömürü bulduğu iddia edilen 1829 yılından çok öncesinden, milattan öncesinden beri, bölge halkı kömürü tanır. Ağaçtan geçilmeyen bir yörede, yakacak sıkıntısı olmayan ahali, kötü kokan kömüre yüz vermemiştir, hadise budur.
l 1867’de, Dilaver Paşa, işlere çekidüzen verme amacıyla bir nizamname çıkardı. İrade vardı, kömür vardı, bir şey eksikti: O kömürü çıkarsınlar diye yeraltına sokulacak insanlar. (...) Osmanlı meseleyi bildiği yoldan halletti. Padişah, “Ereğli Sancağı’nda 13 yaşını geçmiş, 50’sine varmamış bütün erkekler madende çalışacak!” dedi.
l 1894 yılında, madenin metan gazıyla dolduğunu hissedip kaçan işçiler, jandarma zoruyla geri
getirilip ocağa sokulmuştu. Sonucu bilmiyoruz. Ama bu yıllarda işçilerin, yaralanırlarsa tedavi parasını kendileri ödemek zorunda olduklarını biliyoruz. Osmanlı o esnada hasta olduğu için tren çağına tam geçememişti. Vardiya arasında köyüne gidip gelmek isteyen işçinin trene binme hakkı yoktu.
Tren yöneticiler, memurlar içindi. İşçiler hareket halindeki trenin kömür vagonlarına atlamaya çalışıyor, madenden sağ çıkanlar o yorgunlukla bu cambazlığı
yapmaya çalışırken can veriyordu.

1940’la 47 arasında ocaklarda 700 işçi öldü
l 1921’de, yöre insanlarını kazma kürek yerine koyan zorunlu çalışma kaldırıldı. Hatta, sırf kaba kuvvet yerine azıcık da sırt sıvazlamanın yararı görüldü. (...) İktisat Vekili
Celal Bayar Meclis’e, “Pek ufak bir şeyi kendilerine lütfetmekle onları teşvik etmiş olacağız” dedi.
l 1940’la 47 arasındaki mükellefiyet döneminde ocaklarda 700 işçi öldü. Ölümlü kaza oranı, muasır medeniyet ülkeleriyle kıyaslandığında 37 kat fazlaydı.
l Bolivyalı madenciler “Bu karanlığa Tanrı hükmediyor olamaz, buranın hâkimi olsa olsa şeytandır” demişler. “Tanrım, bana cennette bir köşecik ayır, çünkü bak, ömrüm zaten cehennemde geçiyor” diye dua eden Britanyalı işçiler gibi düşünmüşler. (...) Şair Fazıl Hüsnü Dağlarca, anlaşılan Bolivyalı madencilerle aynı fikirdeymiş. Şöyle demiş: “Tanrı yeryüzünündür, bir pay düşmez sana / Sen yeraltındasın, Tanrısızsın, anlasana”.

“Günışığını günde bir-iki saat görürler”

l 2000’lerde, madenci sınavına oğlunu yazdıran 60 yaşındaki adam, “Eskiden yeraltına jandarma zoruyla girilirdi, şimdi herkes madende çalışmak için sırada. Allah sonumuzu hayır etsin” diye dert yanıyordu.
l Madenci aşağıda ne yapar? Yukarıdakilere göre cevap basittir: Çalışır. Aşağısı, iş saatinde çalışılıp arada mola verilen, beş dakika dışarı çıkıp gelinebilen bir yer değildir. Kömüre kazmanın vurulduğu yere gidiş dönüş bile bazen saatler sürer. Madenci yerin yedi kat dibinde ter döker, terini siler, su içer, kömür tozu yutar, yemek yer, üzülür sıkılır, hayal kurar, heyecanlanır, öfkelenir, şakalaşır, kısaca yaşar.
l Gündüz vardiyasında çalışan bir madenci, günışığını yılın birkaç ayında, günde bir-iki saat görür.

“Böyle bir işte insan isteyerek çalışır mı hiç?”

Siz “16 Ton”u hazırlamaya nasıl karar vermiştiniz?

Maden meselesi benim için özel bir meseledir. Gazeteciyken çektiğim fotoğraflar duruyordu bir kenarda. Tek tek pek çarpıcı gelmiyordu, bir kolaj film yapayım dedim. Sonra küçük metin de mi yazsam derken “Kardeşim madencilik diye bir şey olur mu ya?” noktasına geldim.

Neden madencilik sizin için özel bir mesele?

Madencilik kapitalizmin ne olduğunu en iyi anlatan şey. Hiçbir insan mecbur kalmadığı sürece orada çalışmaz. Sabah helalleşerek evden çıkıyorsun, akşam mesain bitince “Geçmiş olsun” deniyor sana. Böyle bir işte insan isteyerek çalışır mı? Neden zamanında esirler, deliler, mahkumlar indirilmiş madene? Çünkü başkası inmek istememiş. Şimdi de maden havzası denen yerlerde başka iş bırakmıyorlar. İnsanlar mecbur kalıyor. En kolay ayaklananlar hep madenciler olmuştur. Çünkü orada bir işçinin kendini kandırabileceği hiçbir şey yok. Çıplak bir hakikat var; birileri seni madene inmek zorunda bırakıyor.

Siz de madene indiniz gazetecilik yaptığınız dönemde. Ne hissediyor insan ilk kez bir madene girerken?

Aşağıda gayet ne yaptıklarını bilerek iş yapan insanlar var. Madencilerin çalışırken insana güven veren
bir hali oluyor. Onlarla beraberken korkmazsın mesela. Sana da normal geliyor her şey. Ama vardiya çıkışını izlediğinde çok kötü oluyorsun. Kapkara oluyorlar fotoğraflarda gördüğün gibi. Yorgunluktan gözlerinin feri kaçmış oluyor. Sekiz saat karanlıktan sonra aydınlığa çıkıyorlar bir de...
Yüzlerinde tuhaf bir ifade oluyor. İşte o çok etkileyici.

“Ölmezlerse sorun yok mu”

“16 Ton” isimli belgesel www.riyatabirleri.net adresinden izlenebilir.