Pazar “Plaza kadını” üzerinden insanlık eleştirisi

“Plaza kadını” üzerinden insanlık eleştirisi

01.06.2014 - 02:30 | Son Güncellenme:

Hakan Bıçakcı’nın yeni kitabı “Doğa Tarihi”, hayatı site-plaza-AVM üçgeninde geçen, Doğa isminde genç bir kadını anlatıyor. Bıçakcı: “Bu kitapta yapmaya çalıştığım, kadınlık değil, insanlık eleştirisi”

“Plaza kadını” üzerinden insanlık eleştirisi

Sizi Hakan Bıçakcı’nın yeni romanı “Doğa Tarihi”nin kahramanıyla tanıştırayım. Doğa 35 yaşında, hoş bir kadın. Bir plaza çalışanı, bir site sakini, bir AVM sever. Hayatı bu üçgen içinde geçiyor. Ve tabii Facebook’ta... Her fırsatta aynaya bakarak, bir kahve daha içerek, telefonundan e-postalarını kontrol ederek, toplantılara girip çıkarak, her daim beni beğeniyorlar mı diye düşünerek...
İletişim Yayınları’ndan çıkan kitabın yazarıyla, nispeten plazalardan uzak bir yerde buluştuk, Doğa’yı çekiştirdik.

Acıyor musunuz siz Doğa’ya? Kahramanınıza karşı hissiyatınız nedir?

K
armaşık duygular içindeyim; üzülmekle sinirlenmek arasında gidip geliyorum galiba. Sahip olduğu imkanlara rağmen kendini baskılardan koruyamadığı için kızıyorum. Ama neden böyle yaptığını da anlayabiliyorum. Adına yaşam denen o koskoca boşluğun içinde öylece salındığı gerçeğiyle yüzleşmemek için böyle yapıyor. Bunu düşününce sinirim üzüntüye dönüyor.

Haberin Devamı

Nasıl karar verdiniz bir plaza kadınını anlatmaya?

Kentsel dönüşümle birlikte her yerin plazalara, AVM’lere, sitelere dönüştüğü yeni hayat biçimine odaklanmak istedim bu kez.

“Kitabın feminist bir boyutu da var”

Plaza hayatını bir kadın üzerinden anlatmak daha mı cazip bir yazar için?

Kadının dünyasının daha oyuncaklı, renkli ve ayrıntılı olduğu bir gerçek. Romanı roman yapan da ayrıntılardır. Ama beni kadın karakter yazmaya iten bu değildi. “Hep erkek karakter yazdım, değişiklik olsun” düşüncesi de değildi. Beni rahatsız eden sistemin daha çok kadının üzerinde bir baskı kurduğunu düşünüyorum. Hükümetten tutun medyaya kadar, reklamlardan tutun eğlence sektörüne kadar her şey kadınların hayatına burnunu sokuyor. Erkek daha konformist bir alanda olduğundan daha az darbe alıyor.

Haberin Devamı

Kadınları eleştiriyor gibi görülmek korkutmadı mı sizi?

Eleştirilen karakter kadın diye kadınları eleştiren biri olarak görülmekten korktum. Aslında bir kadın böyle bir duruma düşmemeli gibi bir isyanla çıktım yola.
Bu gözle bakıldığında anlatının feminist bir boyutu da var bence. Bir de şöyle bir durum var: Bir erkek karakteri eleştirel bir dille anlattığınızda bu bir insanlık eleştirisi olarak algılanıyor. Ama aynısını bir kadın karakter üzerinden yaptığınızda konu kadın düşmanlığı olarak görülebiliyor. Tabii böyle olmasının da gayet anlaşılır sebepleri var. “Doğa Tarihi”nde yapmaya çalıştığım şey için kadınlık değil, insanlık eleştirisi diyebilirim. Aynı şekilde sınıfsal bir düşmanlık yapmış gibi algılanmak da istemem. Bütün imkanlara sahip olmasına rağmen kendini bu hayata hapsetmesini eleştirmek için Doğa’nın varlıklı olmasını istedim. Yoksa Doğa’nın sorunu zenginlikle ilgili değil.

Kurumsal hayata dair bunca ayrıntıyı nereden edindiniz?

Öğrencilik yıllarında punk kültürle haşır neşir olup sonra tayyör dünyasına ani geçiş yapan çok insan tanıdım. “Ne yapalım, para kazanmak lazım” gibi gayet anlaşılır bir açıklaması da yok çoğunun. Bu yeni hayatı “Zaten böyle olmalıydı” dercesine sahipleniyorlar. Herkes hayatında istemediği şeyleri yapmak zorunda kalıyor, buna kim, ne diyebilir? Eleştirdiğim; bunun yapay bir tutkuyla, tuhaf bir gururla sahiplenilmesi...

Haberin Devamı

Sahiplenmedikleri halde böyle yaşamaya devam etmeleri de çok büyük bir ikiyüzlülük olmaz mıydı?

Evet ama oradaki kritik nokta sahipleniyormuş gibi yapılması. Doğa sahipleniyormuş gibi yapıyor. Bütün hayatı “mış gibi” zaten. Romanda bir detay var: Doğa bir pazar günü, rahat etmek için değil, rahat görünmek için rahat bir şeyler giyip evden çıkıyor. Hayatı her ayrıntısıyla bir tiyatro oyununa dönüşmüş durumda.

Twitter’da Plaza Kaşarı isimli bir kullanıcı var. Takip ediyor musunuz?

Kitabı bitirmekle uğraşırken yazar arkadaşım Nermin Yıldırım bahsetti.
Baktım ve çok eğlenceli buldum. Ama
ben baştan sona Doğa’yla alay etmek istemedim. İlk iki bölümde Doğa’ya dışarıdan, acımasız bir gözle bakıyorum
ben de. O da zaten hayatını dışarıdan
bakan bir göze göre yaşıyor. Üçüncü bölümdeyse o dışarıdan bakan göz kayboluyor. Artık dikizlemeyi bırakıp Doğa’nın içine ışınlanıyoruz. İlk iki bölümdeki mesafeli ve ironik bakış son bölümde darmadağın oluyor.

Haberin Devamı

“Gönül rahatlığıyla alay edemiyoruz Facebook’la”

Kitapta bir de Facebook eleştirisi var. Sizin hesabınız var mı?

Evet var. Kitaplar ve yazılarla ilgili bilgi paylaşma amacıyla kullanıyorum. Facebook çok büyük bir ihtiyacın üzerine kuruldu, o yüzden bu kadar popüler oldu. İnsanların beğenilmeye ve onaylanmaya ihtiyacı var. Orada da “beğen” diye bir tuş var. Şunu da söylemem lazım, romanı yazma sürecinde yaşadığımız Gezi olaylarından sonra Facebook’a bakışım olumlu anlamda değişti. Aslında alay etmesi çok eğlenceli bir konu Facebook. Ama bugün gönül rahatlığıyla bunu yapamıyorum çünkü birçok yerden alamadığım bilgiyi, haberi oradan alıyorum. Bir de şu var; bugün en çok eleştirdiğim insanlar eleştiriyor hatta lanetliyor sosyal medyayı. Tabii ki bambaşka bir nedenden dolayı... Yine de hal böyle olunca benim içimden gelmiyor eleştirmek. Ama hâlâ Doğa’nın Facebook’u kullanma şeklini yadırgıyorum o ayrı.

Haberin Devamı

“Yazar kimliğiyle hiç barışamadım”

Genç ve umut vaat eden yazarlar listesinde akla ilk gelen isimlerden biri oluyor isminiz... Ne hissettiriyor bu?

İşin bu kısımlarını yazarken hiç düşünmüyorum. Sadece bu konuyu en iyi nasıl anlatabilirim derdine düşüyorum. Zaten genel anlamıyla yazar kimliğiyle barışamadığımı söyleyebilirim. Bunu tevazu şovu olsun diye söylemiyorum. En değerli şey hayal gücü ve bu yazar olmayanlarda da var. Yazarlar sadece inatçı ve takıntılı bir şekilde bunun üstüne gidiyorlar. Sadece bunu yapıyor diye onun hayal gücü yazar olmayan birininkinden daha kıymetli olmuyor. Yazarlar ve okurlar diye bir ayrım yapıp kendimi de yazarlar tarafına atıp rahat bir nefes alamadım hiç. Edebiyat tarihinin yayınevleri tarafından reddedilmiş başyapıtlarla dolu olduğunu da biliyorum ayrıca. O yüzden kitaplarım yayımlandı,
iki-üç de olumlu eleştiri aldı diye yazar ruh haline giremiyorum.

Yazar olmayı hayal eder miydiniz?

Hiç etmezdim. Gitar çalıyordum, resim yapıyordum. Onlara daha yakın hissediyordum kendimi ilk gençliğimde. Beklenmedik bir şekilde edebiyat ağır bastı sonra ve diğerleri hobi olarak kaldı.

Sırada nasıl bir kitap var?

Yeni bir roman fikrim yok. Ot Dergi’de öykü yazmaya devam edeceğim. Belki sıradaki bir öykü kitabı olur.