Pazar Polis muhabirleri anlatıyor...

Polis muhabirleri anlatıyor...

21.12.2003 - 00:00 | Son Güncellenme:

Daima en sıcak olayların ortasında bulunan polis muhabirlerinin anlatacak öyküsü çoktur. İşte onlardan birkaçı...

Polis muhabirleri  anlatıyor...





Çoğu kez polisten, ambulanstan, itfaiyeden önce polis muhabirleri varır olay yerine. Olayın en yakın tanığı, ilk gözü onlar. "Gazetecilik" denince akla ilk olarak onların yaptığı iş gelir. Toplumsal olayların peşinde, adli vakalarda, yani tabiri caizse "bela neredeyse onlar da oradadır". Bunun için de en renkli anıları hep onlar anlatır; hayretle, kahkahalarla dinlenirler. Bu hafta Milliyet gazetesinin ve Kanal D'nin hepsi genç ve çok başarılı polis muhabirleri yakın zamanda ya da mesleğe ilk başladıkları yıllarda yaşadıkları ama unutamadıkları anılarını anlattılar. Pazar günü biraz gülümsetmek, biraz şaşırtmak için... Kanal D'nin polis muhabiri Bülent Aydoğdu'nun öyle bir anısı var ki... 2001'e girilen yılbaşı gecesi The Marmara oteli taşlanmış, günlerce olayla ilgili yayın yapılmış, tartışma programlarında sosyologlar bu konuyu "yoksul kesimin balo salonunda eğlenenlere isyanı" olarak yorumlamıştı. O gecenin tanığı, yıllar sonra hepimizin bambaşka yorumladığı olayın gerçek hikayesini, perde arkasını anlattı. Herkes şaşıracak!

"Linç etmeye kalkıştılar, bizi gazeteye kadar takip ettiler"
Elvan Ezber (Milliyet muhabiri, 27 yaşında, 5 yıldır gazeteci)
Bahçelievler İlçe Emniyet Müdürlüğü'nün bahçesinde, sevgilisinin ölümüne neden olduğu öne sürülen gencin çıkmasını bekliyordum. Bir ara bahçede bekleyen 10-15 kişilik gruptan meraklı bir kişi gelip "Gazeteci misiniz?" diye sordu. "Evet" dedim. Böyle meraklı kişileri bilirim, cevap verildikçe soruların sonu gelmez. Dediğim gibi de oldu ve ilk soru geldi. "Siz boş yere gelmezsiniz. İçeride ünlü biri mi var?" Ben de "Önemli bir şey yok. İçeride bir hırsız var, onu çekeceğim" diyerek geçiştirmeye çalıştım. Birkaç dakika sonra genç çıktı. Fotoğraf makinemi kaldırıp bir kez deklanşöre bastım ki bir kişinin yüksek sesle "Benim kardeşime nasıl hırsız dersin lan" diye bağırdığını duydum. O anda da boynumda ağır bir yumruk darbesi hissettim. Beni linç etmeye kalkıştılar. Polisler beni zor kurtardı. Polislerin varlığını fırsat bilip yol kenarında bekleyen aracıma doğru koştum. Kalabalıktan birkaç kişi de peşimden koşmaya başladı. Kendimi araca attığım gibi şoföre "Abi bas. Hemen kaçalım!" dedim. Gazeteye varana kadar da beni takip ettiler.

"Ruh sağlığı bozuk başkomiser!"
Orkun Telli (Kanal D kameramanı, 28 yaşında, 9 yıldır kameraman)
Bir eylemde, çekim yaparken farkında olmadan emniyet şeridinin içine girmişim. Çevik kuvvetle tartıştık. Kamerayı yere indirdim, bir sigara yaktım. Bir başkomiserle göz göze geldik. Birbirimize bakıyoruz. "Hayırdır" dedim. "Senin ruh sağlığın bozuk" dedi. "Nereden çıkardın?" diye sordum. "Gözlerinden" dedi. "Ne alakası var?" deyince "Benim gibi bakıyorsun. Benim de ruh sağlığım bozuk" dedi.

"Fotoğrafını çektiğimiz ölü kadın, yanımızdaki meslektaşımızın annesiymiş!"
Bülent Özdemir (Milliyet muhabiri, 28 yaşında, 8 yıldır gazeteci)
Karşılaştığım olaylar arasında beni çok yaralayan, hiç unutamadığım bir tani var. 1997 yılıydı. Şofbenden sızan gazdan zehirlenen bir kadını İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'ne getireceklerdi. Ambulanstan önce hastaneye gittik. Acil servis girişinde beklemeye başladık. Ambulans geldi ama doğrudan morga girdi. Koşa koşa morgun önüne geldik. Ölü kadını sedyeyle çıkardılar. Üstünü beyaz bir örtüyle kapatmışlardı. Bir yandan fotoğrafını çekiyor, bir yandan kim olduğunu öğrenmeye çalışıyorduk. Ambulans şoförü kadının yüzünü açtı. Bu sırada yanımızda fotoğraf çeken, Sabah gazetesinin hastane muhabiri sedyenin üzerine kapanıp bayıldı. Ne olduğunu anlayamadık. Annesiymiş ölen. Onu haber peşinde son görüşümüzdü o gün. Bir daha gazetecilik yapmadı.

"Polisiz diye girdik, gerçek polislere yakalandık"
Dinçer Şeref (Milliyet muhabiri, 26 yaşında, 7 yıldır gazeteci)
Ortaköy'de Satanist gençlerin bir arkadaşlarını kurban etmelerinin ardından polis, şüphelilerin evine baskınlar düzenliyordu. Bir arkadaşla ellerimize telsizleri alıp bu evlerden birine gittik. Emniyetten geldiğimizi söyleyip oğlunun fotoğrafını istedik. İçeri girdik, salona geçtiğimizde tabiri caizse şok olduk; çünkü salonda biri sivil, ikisi resmi üç tane polis oturmuş çay içiyordu. Ben evin hanımına dönüp "Bizim arkadaşlar buradaymış, onlar gerekeni yapar" deyip bir an önce evden çıkmak istedim ama bu sırada polis arkadaşlardan biri beni kolumdan tutup koltuğa oturttu. Polis yaptığımızın suç olduğunu söyleyince ben pişkin bir tavırla, "Ama doğru söylüyorum, ben emniyetten geliyorum. Buraya gelmeden önce emniyete gittim" dedim. Polis arkadaşlarla bir süre güldükten sonra bu işi tatlıya bağlayıp evden sessizce çıkıp gittim. Fotoğrafı da aldım tabii ama nasıl aldığımı da söylemeyeyim artık.

"The Marmara'yı taşlayanların asıl hedefi bizdik"
Bülent Aydoğdu (Kanal D polis muhabiri, 26 yaşında, 5 yıldır haberci)
31 Aralık 2000 gecesi kameraman arkadaşımla çalışıyorduk. Taksim Meydanı'ndan iyi görüntü almak için The Marmara Oteli'nden izin aldık. İkinci katındaki terastan çekim yapıyorduk. Otele yakın bir alanda eğlenen 25-30 kişilik bir grup vardı. Yaşları 15-25 arasında değişiyordu, bira içiyorlardı. Bir ara biz kameraman arkadaşımla onları çekmeye başladık çünkü çok hareketliydiler. Kameranın ışığı onlara dönünce agresifleştiler. Bağırıp küfür etmeye başladılar. Biz çekmeye devam edince ellerindeki maytapları, bira kutularını üstümüze atmaya başladılar. "Aşağıya inince sizi öldüreceğiz, inin aşağı" diye bağırıyorlardı. Olay büyümesin diye bir süre sonra balo salonunda eğlenenleri çekmek için içeriye girdik. İşimiz bitince de çıkmak için otelin lobisine geldik. Bir baktık ki, otelin camları aşağı inmiş, çevik kuvvet ekipleri gelmişti. Az önce tartıştığımız gençler bir yandan taş atıyor, bir yandan da "Çıkın dışarı" diye bağırıyorlardı. Çıkan kameramanlara da saldırıyorlardı. Herhalde biz çıkmayınca oteli taşlamaya başladılar. O anda olayın bu kadar büyük olduğunun da farkında değildik. İş yerine dönüp haberimizi hazırladık. Ertesi gün haber bültenlerinde, neredeyse bütün gazetelerin manşetlerinde bu olay vardı. Sosyologlara, psikologlara sormuşlardı. Ve bu basit olay yoksul kesimin, içeride eğlenenlere tepkisi olarak yorumlanmıştı. İnanamadık. Olay günlerce konuşuldu, açık oturumlarda sosyologlar fikir beyan etti. İş o kadar çığırından çıkmıştı ki, kimseye bir şey söyleyemedik. Biz de şaşkındık. Çekim yaptığımız için olay çıkaran birkaç içkili gencin tepkisi farklı yorumlanmıştı. Zaten otelde onları tahrik edecek hiçbir şey yoktu. Eğlenenler dışarıdan görünmüyordu ki. Otele bakınca boş bir lobi görünüyordu. Onların hedefi bizdik. Ama biz de böyle bir şeyi tahmin edemedik. Kendi müdürüme bile bu olayı ancak iki yıl sonra anlattım.

Travestinin adı diye arkadaşının adını verdi
Haluk Atalay (Milliyet muhabiri, 32 yaşında, 10 yıldır gazeteci)
Mesleğe başladığım yıllarda hangi boyutlara ulaşacağını hesaplamadan, şimdi pişman olduğum bir hata yaptım. Muhabir olan bir arkadaşım bana çok üzüldüğüm bir şaka yaptı. Bunun bedelini ödemeliydi. Birkaç gün sonra bir travesti trafik kazasında hayatını kaybetti. Olay yerine gittim. Travestinin kimliğini ve takma adını polis de öğrenememişti. Oradaki gazeteci arkadaşlara travestinin adını öğrendiğimi söyleyerek arkadaşımın adı ve soyadını verdim. Aklımca onlar da gidip arkadaşımı kızdıracaklar, böylece ben de intikam almış olacaktım. Fakat herkes benim bu bilgiye travestinin arkadaşlarından ulaştığımı düşünmüş, ertesi gün de haber arkadaşımın adıyla çıkmıştı. Şaka yapayım derken istemediğim bir şey olmuştu. İlk günden sonra bir daha yayımlanmaz diye düşündüm. Ama bir hafta sonra bir gazetede travestilerle ilgili bir derleme, yine arkadaşımın adı. Bitmedi. Can Dündar ölen travestiyle ilgili bir deneme kaleme aldı. Bu denemeyi arkadaşımın adıyla kitabında kullandı. Bu kadar tecrübeden sonra ismini kullandığım, pehlivan gibi arkadaşın beni parça parça edeceğinden emindim. Ama isim benzerliği sanıp durumu anlamadı. Bu sırrı uzun süre sakladım, haberi yazan muhabir arkadaşlara da söyleyemedim.