Pazar "Röportaj basit bir ses kayıt işlemi değildir"

"Röportaj basit bir ses kayıt işlemi değildir"

08.08.2004 - 00:00 | Son Güncellenme:

Ünlülerle yaptığı röportajları "Yıldızlar" kitabında toplayan Can Dündar: "Bu şahsiyetler bir dönemin aynaları. Üzerlerinden Türkiyeyi anlamaya çalıştım"

Röportaj basit bir ses kayıt işlemi değildir

Röportaj basit bir ses kayıt işlemi değildir" diyor Can Dündar. "Bize göre biçimlenen bir yazıdır, bizi ele veren bir türdür. Bunu yapmaya gayret ettim. Onların ne söylediklerinden çok, onların söylediklerinin bana çarpıp yansıması, yankıları var bu kitapta. Bu yüzden de bu kitap benim hayatımdan birçok ipucu taşıyor. Çünkü Yılmaz Erdoğanda, Timsah ve Daralda, Behçet Nacarda benim kuşağımdan birçok iz var." Vakit çok önemli bir kere. Dar zamana sıkıştırmamak gerekiyor. Ortam da önemli. Bu ikisi olduktan sonra benim yöntemim önce bırakalım da o anlatsındır. Bazısı en zor soruyla başlayıp başta şoke etmeyi sever. Herkesin bir yöntemi var. Ama ben mümkün mertebe karşımdakini anlama derdinde olduğum için önce ona kendi cümleleriyle hayatını anlattırmayı tercih ederim. Onun anlatmak istediklerini en başta dinlemek hem ona bir rahatlık sağlar hem beni aynı soruları tekrar sorma külfetinden kurtarır. Röportajlara nasıl başlıyorsunuz? İlk giriş en zorudur ya. "Tanışmasak dahi isimlerimizle tanışıyor olmamızın yararı oldu" Buna katılmadığımı söyleyeyim önce. Onlar kadar ünlü değilim. Çünkü bunlar Türkiyenin en şöhretli şahısları. Bugüne kadar yaptıklarınız yapacaklarınızın garantisidir ya... Beni tanımaları, kendilerini bana daha kolay açmalarını sağladı. Tanışmasak dahi isimlerimizle tanışıyor olmanın çok yararını gördük. Neredeyse röportaj yaptıklarınız kadar ünlüsünüz. Sizi tanımaları güven duymalarına mı, yoksa çekinmelerine mi sebep oldu? Sansasyonel bir cümle çıkarayım ya da hiç sorulmamış bir şeyi sorayım diye düşünmedim. Çok genel olarak bu şahsiyetler bir dönemin aynaları. Onlar üzerinden Türkiyeyi anlamaya çalışan bir yaklaşım içindeydim. Tarkanın, Yılmaz Erdoğanın, Süreyya Ayhanın kişisel öyküsünden ziyade onların bize anlattığı Türkiyeydi benim peşinde olduğum. Söylediklerinden onu anlamaya ve aktarmaya çalışıyordum. Röportajlarda rahatsız edici sorular sormaktan özellikle kaçınmış gibisiniz... Olgunluk diyelim. O kadar kinci olmadığımı hissettim. Belki aynı röportajı 10 yıl önce yapsaydım farklı olurdu. Bugün üzerinden çok zaman geçti. O arada ekmek yedik, dayak yedik... Dönüp baktığım zaman eskisi kadar kızgın olmadığımı görüyorum. Kişisel olarak da öfke duyduğunuz, bir kuşağın ergenliğini parçaladığını düşündüğünüz Behçet Nacarla (Parçala Behçet)röportajınız ilginçti. Hem bunları yazıp hem de onu da sakin sakin dinlemeniz... İbrahim Tatlıseste ben kentlere hafif ürkek bir şekilde sokulan ama müthiş bir yırtıcılıkla ve kentin sahibi olma kararlılığıyla gelip kendi değerlerini kente kabul ettiren ve bugün iktidarda olan zihniyeti görüyorum mesela. Hülya Avşarda yeri geldiği zaman komplekslerini bile övüneceği bir malzemeye dönüştüren bir özgüveni görebiliyorsunuz. Yıldız Tilbede aslında tüm acılarını içine gömmüş milyonlarca kadının çığlığını duyuyorsunuz. Tarkanda Türk erkeğinin cinsel değişimini ve Türk kadınlarının erkekten beklentilerinin ipuçlarını görebiliyorsunuz. Yılmaz Erdoğanda Kürtlerin sahneye çıkışını ve "Biz de varız" demelerinin ipuçlarını yakalıyorsunuz. Sibel Kekillide toplumun ikiyüzlülüğüne ilişkin ipuçları var. Bu kitap belki 50 yıl sonra tekrar okunduğunda 2000ler Türkiyesinin kimleri öne çıkardığıyla Türkiyeye dair ipuçları verecektir diye tahmin ediyorum. Bu insanların hayat hikayeleri ve onlar üzerinden biz ne algılayabiliriz? Tarkana başörtülülerin gösterdiği ilgiden acaba Türkiyede değişimin sinyallerini mi alıyoruz? Ya da bir porno yıldızının aniden ulusal bir ödül alması ikiyüzlü yanımızı mı ortaya koyuyor? Kitabınızın arka kapağında "Türkiyenin bir başka yüzünü gördüm her baktığım yıldızda" diyorsunuz. Bunlar Türkiyenin hangi yüzleri? "Popüler kültüre kaptırıp onun esiri olmamak gerek" Elbette ve ben bundan yüksünmüyorum açıkçası. Şu tabii doğru: Bir noktadan sonra esir düşerseniz bu acıklı bir şey. Ama akademisyenler de içine gömülmeden bunlara da göz ucuyla bakmalı. Teorinin buradan çıkaracağı dersler olduğunu düşünüyorum. Bunların arasında hassas bir nokta var. Ne kaptırıp esiri olmak ne de göz yumup ben bunları biliyorum zaten deyip kaleme sarılmak... Onların arasında bir yer tutturup bunu hem görebilmek hem de analiz etmek, eleştirmek gerekiyor. Göksel Aymaz "Popüler Gerilim" adlı kitabında "Bu önüne geçilemeyen popüler kültür istilası karşısında teori, kendini popüler olan her şeyle ilgilenmek zorunda hissediyor" diyor. Siz de ilgilenmek zorunda mı kaldınız popüler kültürle? Kararlı bir şekilde bunu arzuluyor olmanın çok önemli olduğunu gördüm. Bir hedefe kilitlenip onun peşinde koşma kararlılığı var. Tabii yetenek de çok önemli. Ve hırs. Yetenekle birleştirilmiş bir hırs. Bir de sık sık tesadüfün büyük bir rolü olduğunu gördüm. Bir süre sonra da sistematik bir çalışma düzeni önemli oluyor. Süreyya Ayhandan Tarkana kadar, bir süre sonra hepsinin belli bir rutin içinde ciddi bir çalışma düzenine geçtikleri görülüyor. Bunca yıldızla konuştuktan sonra bir yıldızlık formülü tespit ettiniz mi? "Sibel Kekilli ile röportaja porno filmlerini izlemeden gittim" Evet. O zannediyorum şu: Türkiyede bir noktaya kadar starlara belli bir sistem şekil verdi. 1950lere kadar star olacak insan Münir Nurettin, Safiye Aylalar gibi giyinirdi. Ağırbaşlı, oturaklı belli bir standardı vardı. Sanırım Zeki Mürenden itibaren bu kırıldı. Topluma "Bakın ben de böyle yaşıyorum, seven varsa peşimden gelsin" deme cüretini ilk gösteren Mürendi. Bugünkü starlarda Mürenin açtığı yolun tadını çıkarıyorlar. O noktadan itibaren şu anlaşıldı ki star kendini inandırıcı bir şekilde ortaya koyarsa mutlaka toplumda onun karşılığı oluyor. Ya da zamanla yıldız kendi yaşam biçimini topluma dayatabiliyor. Tarkan için de böyleydi, Zeki Müren için de böyle. Mesela Tarkan ve Hülya Avşar yıldız olmak için genel kanının aksine halk istiyor diye eğilip bükülmeye gerek olmadığını kanıtlıyor sanki. Sibel Kekilli. Çünkü herkes, erkek camiası yani, beni öyle manidar ıslıklarla falan uğurladı ki Sibel Kekilli röportajına... O dönemde tüm Türkiye el altından Sibel Kekillinin kasetlerini, CDlerini izliyordu. Bir de hiç röportaj vermemişti, tam bir muammaydı. Ve biriyle tanışıklığınız sadece onun porno filminden ibaretse, onunla karşılaştığınızda tuhaf bir durumda buluyorsunuz kendinizi. Behçet Nacar da ilginçti ama onun filmlerinin üzerinden kaç sene geçmiş, adam 70 yaşını geçmişti. En heyecanlanarak, meraklanarak gittiğiniz röportaj hangisiydi? İtiraf edeyim ben izlememiştim o filmleri. Belki biraz tepkisel olarak o tür bir hazırlık yapmadım. İlk tanışıklığın öyle olmasını istemedim. Görev gereği, röportaja ön hazırlık mahiyetinde vesaire vesaire... Sibel Kekillinin porno filmlerini izlemiştiniz herhalde, değil mi? Unutamadığım sahneler var. Tarkanla konser öncesinde röportaj yapacaktım. Tarkanı beklerken sahneye çıkıp bir bakayım dedim. 10 bin kişilik topluluk karşısında buldum kendimi. Beni görünce, alkışladılar. Tuhaf bir duyguydu. Hatta "Can Dündar, Tarkandan sahne çaldı" diye espriler yapıldı. Yılmaz Erdoğanla konuşmak için "Vizontele Tuuba"nın film setine gittik. Orada bir de oyunculuk teklifi aldım. Üç saniyelik bir roldü. Sonra Ahmet Tulgar oynadı onu Allahtan. Benden çok daha başarılı oldu. Ben cesaret edemedim. Sonuçta hayatımın en riskli üç saniyesi olabilirdi. Erdoğanla röportajın bir diğer yanı da sohbetimizin neredeyse sabaha kadar sürmesiydi. Ne yazık ki en az söz o röportajda var. Şimdi dönüp bakınca orada kendimi çok anlatmışım diye üzülüyorum.İskender Çolak ile Ecevit dosyasının hazırlığı sırasında tanışmıştım. Ecevitin hapishane arkadaşı çünkü. Ona Eceviti anlattırmıştım. Yazılmasını istemeden anlattıklarından çok etkilenmiştim. Bambaşka bir insan olarak tanımıştım Eceviti bu sayede. Çolak da kitabı yazılacak adamlardan biri. Bana tanımadığım bir dünyanın kapılarını açtı. İçinden bambaşka bir insan çıktı. Benim için de şaşırtıcı bir tanışıklıktı ve güzel olduğunu düşünüyorum. İskender Çolakla bürosunda konuştuk. Tuhaf bir yer sonuçta. Farklı bir aurası var. Gelip giden adamlar, çalan telefonlar... Bir de bu röportajların sonrası var tabii kitaba çok fazla yansımayan. Çolak ile röportajın gecesi bir rakı sofrasında sonuçlandı mesela. 20 kişi falandık yemekte ve masanın yarısı Türkiyenin çok iyi tanıdığı sanatçılardı.Sanırım Orhan Pamukla yazıdan gelen; nasıl anlatacağımız, nasıl yazacağımız meselesinden gelen bir duygudaşlık vardı. Onunla daha rahat ettiğimiz inancındayım. Orhan Pamuk fotoğrafın ve halkla ilişkilerin önemini çok iyi bilen bir yazar olduğu için onunla foto muhabirimiz Ercan Arslan da çok rahat çalıştı. Doğrusu o röportajın hem içeriğinden hem de fotoğraflarından çok memnunum. Yazı adamı olduğu için Yılmaz Erdoğanla da çok rahat bir röportaj yaptım.Özcan Denizin kişisel öyküsünden çok etkilendim. Bir kısmını sığdırabildim zaten. O hayattan bir film çıktı, "Neredesin Firuze"; birkaç film daha çıkar. Cem Yılmazla yaptığımız röportajda çok güldüm. Aslında onun çok sıkıntılı bir döneminde röportaj yaptık biz. O dönemde daha "Gora"nın ne olacağı belli olmamıştı. Çok sıkıntılı olmasına rağmen çok eğlenmiştik. Kadir İnanırla röportaj yapmadım, onunla ilgili bir izlenim yazısı yazdım. Sonra İnanır o yazıdan alındığını belirten bir demeç verdi. Bir parça da içimin kırıldığını itiraf edeyim. "Onun belgeselleri için benim döktüğüm gözyaşları ne olacak şimdi?" diye bir demeci çıktı. O yazıda da kırıcı olmamaya çalışmıştım ben. Tersine Kadirizm imajının onun gerçek kişiliğiyle ne kadar çakıştığını sorgulamaya çalışmıştım. Tepkisine şaşırdım. "Yılmaz Erdoğanla sabaha kadar oturup konuştuk" "Yıldızlar" kitabında Hülya Avşar (en üstte), Yıldız Tilbe (Üstte, solda), Süreyya Ayhan (üstte), Özcan Deniz (solda) ve Cem Yılmaz (solda, altta) gibi 18 ünlü isimle Can Dündarın yaptığı röportajlar yer alıyor. Dündar bu röportajları yıldızların kendini en rahat hissettiği yerlerde yapmaya çalıştığını söylüyor. Atlet, şarkıcı oyuncu... 18 ünlü isim