Pazar Saz dinler, çiğ köfte yaparım

Saz dinler, çiğ köfte yaparım

15.06.2003 - 00:00 | Son Güncellenme:

"Oğlumun adı da Koco... Yani dedem, babam, ben ve oğlum, hepimizin ismi Koco... İsterim ki oğlum da çocuğunun adını Koco koysun"

Saz dinler, çiğ köfte yaparım

İÇİMİZDEN BİRİ KOCO ELBİSTAN 1961 yılında geçirdiği bir kaza sonucunda tedavi olmak üzere gittiği Avusturyadan Almanyaya geçer ve orada kalır. 1960 yılında nişanlandığı eşi Zeynep hanımla Almanyada evlenir. 1968de Türkiyeye dönerler ve önce İzmit ardından da Elbistanda cerrah olarak görev yapar. 1979 yılında eşi ve çocuklarıyla birlikte tekrar Almanyaya gider, yedi yıl kadar orada yaşarlar. Memlekete dönüşünün ardından Elbistanda hekim olarak çalışır Koco bey. 1988 yılında İstanbula taşınırlar. Özel bir poliklinikte çalışmaya başlar. Babasının adını taşıyan Koco Elbistanın yine Koco isimli bir oğlu ve Zelal isimli bir de kızı var. Her ikisi de yurtdışında yaşıyor. Eşiyle birlikte yaşadığı İstanbul / Kızıltopraktaki evinde görüştük... 1930 yılında Hatayın Hassa kazasının Aktepe nahiyesinde dünyaya gelir. Babası Sinemilli aşiretinin reisidir. Hatayın Türkiye topraklarına katıldığı yıllarda (1938-1939) ilkokula başlar ve 1945te mezun olur. Ortaokul eğitiminin ardından Antakya Lisesini bitirir. 1952de Askeri Tıp Fakültesini kazanır. Sivil hayata geçmeye karar verir ve Ankara Tıp Fakültesinde eğitimine devam eder. 1959 yılında "Kırkdokuzlar" davası olarak bilinen 49 Kürt aydınıyla birlikte yargılanır ve okulu cezaevindeyken bitirir. Özgürlüğe kavuşmasının ardından hekim olarak çalışır. (23 Haziran 1939 tarihinde yayınlanan Türk-Fransız deklarasyonunun ardından Türkiye ile Suriye arasındaki toprak sorunlarının nihai çözümüne ilişkin anlaşma imzalanır ve Hatay Türkiye topraklarına katılır.) Aşiretimiz Sinemilli (Sınemınli) göçebe aşiretidir esasında. Ta Maraştan başlar. Pazarcıktan Hassaya kadar yayılır gelir. Esası, Kürt Alevidir. Elbistan, Pazarcıktan gelip Hassa bölgesine yerleşmişler. Fransızlar zamanında, (1918de imzalanan Mondros Müterakesinin ardından) babam ve aşiretin ileri gelenleri Fransızlarla mücadele etmeye karar veriyorlar. Fransızlar alıp götürüyorlar babamı. Ermeni tercümanlar vasıtasıyla Fransızlara diyor ki, Biz bu ülkenin sahibiyiz, yazın yaylaya gideriz, kışın buraya geliriz. Sert konuşuyor. Fransızlar bu konuşmadan etkilenip kendisine bir vesika veriyorlar." Baba Koco Elbistan Fransızlarla bu görüşmeleri sürdürür. Amacı işgal günlerinde bölgenin kontrolünü ve topraklarını kaybetmemektir: "Bu sefer babam rahmetli bir meydan ziyafeti verdiriyor. Aşireti topluyor, gelinlere, düğüne gider gibi süslenin; gençlere de lacivert ceketlerinizi giyin diyor. Eskiden orada lacivert ceket meşhurdu, Suriyeden gelirdi. Siyah pantolon, siyah şalvar ve lacivert ceket, beyaz terlik dediğimiz (başa giyiliyor) kıyafetler, tertemiz giyiniyorlar ve meydan sofrası döşüyorlar. Fransızlar geliyor, kuzular kesiliyor. Bundan çok duygulanıyor Fransızlar. Babama diyorlar ki Türkiyeyle Hatay arasındaki hududu, Dörtyoldan (ilçesi) İslahiyeye kadar, Gavur Dağlarının, buranın asayişini senden biliriz. Her karakola adamını koyacaksın. Babamın forsu aşirette artıyor tabii." Koco Elbistan Fransızlardan aldığı bu destekle bölgede yerleşik düzene geçer. "Birbirine paralel, muntazam sokaklar üzerindeki evlerde herkesin bahçesi ayrıydı. Evlerin arasında sular akardı. Bu kadar medeni vaziyetteydi köyümüz (nahiyemiz). Ben işte böyle şirin bir yerde doğdum. O zaman oralar hep Hataya aitti, Suriyeye bağlı, Fransızların mandasındaydık. Fransızlar yolları yapmışlar, her yer asfalttı. 5-10 sene daha kalsalardı daha medeni olurduk.Türk askeri geldiği zaman, hatırlarım, merasimle karşıladık, ziyafetler verdik. Şükrü Kanatlı, Allah rahmet eylesin, onun kumandasında, Dağ Alayı Hassadan Aktepeye geldi. Aslında Fransızlar gitmez diyordu babam. Türkler gelince aşiretteki bazı kişiler, Suriyeye gidelim dediler. Biz gitmedik. Şükrü bey babamı çok sevdi, Hataydaki askeriyeye, Bundan böyle askeriyenin et ihtiyacını Koco ağa temin etsin dedi. Ancak bizim aşiretin içerisindeki bir-iki aileyi sürgün ettiler, bize karışmadılar. Biz artık Türk vatandaşı olduk. Atatürkün öldüğü sene, hiç unutmam, Kırıkhana geldik, bize dediler ki Ağlayın. Ya ne ağlıyacağız? Babanız öldü dediler. Allah Allah, demek ki Atatürk demek baba demektir, diye düşündük... Biz de eve gelip evdekilere Babanız öldü ağlayın dedik." "Ayrı gayrı bilmezdik!" "Türkiyeden gelenlere her zaman iyilik yapıyorduk. Kürt, Türk ayrımı yoktu. Babam nahiyenin bir kısmını Türklere ayırdı. Ayrı gayrı bilmezdik. Annem mesela Kürtçe ve Türkçe konuşur ayrıca Ermenice bilirdi. Ama Türkler yalnız Türkçe bilirler. Yani gayret edip biraz, şu konuşulan lisanı da öğreneyim gibi bir şey yoktu onlarda... Ermenilerle ilişkilerimiz çok iyiydi. Doktorlarımız, sanatkarlarımız hep Ermeniydi. Ermeniler eli yüzü temiz insanlardı, şık pantolonları Ermeniler giyerdi, Türkler hep şalvar giyerdi. Biz Ermenilerden gördük bunları, yani medeniyet Ermenilerdeydi." İlkokula önce Frerler Mektebinde başlayan Koco Elbistan, okulun kapanmasıyla Kırıkhanda tamamlar eğitimini: "Hem kiliseydi hem okuldu. Kızlar erkekler ayrıydı. Bir ev tuttuk, okulun yakınında. Güzel bir Ermeni eviydi. Sınıfı geçecek durumdaydık, birden bire işte Türk askeri gelince Ermeniler hep kaçtılar, okul da kapandı. Biz mecbur kaldık Türk okullarına gitmeye. O zaman Ermenilerin evlerini artık Kürtler, Türkler, parası olanlar aldılar. Satmadan bırakıp gidenler de oldu. Bir kısmı da tahrip edildi." O yıllarda başlayan II. Dünya Savaşınının siyasi etkilerini okul yıllarındayken hisseder Koco Elbistan: "Radyodan dinlerdik. Veya gasteden okurduk gelişmeleri. Ortaokuldaydım. Almanca okuyacaksınız dediler. Almanca muteberdi, harbi de kazanmak üzere falan. Biz okurken sene ortasında birden dediler ki bundan sonra Almanca yok, Fransızca öğreneceksiniz. Niye? Harpte Almanlar kaybetti diye. Türk siyaseti işte!" Okul yıllarını Antakyada geçirir Koco Elbistan: "Babamın o zamana kadar durumu iyiydi. Bir süre sonra arazi olmasına rağmen geliri azaldı. Misafir çok, eskisi gibi kömür ticareti yok, Fransızların yardımı yok. Ekonomik yönden fenalaştık. Ev tuttuk kardeşlerle.Yazları pamuk tarlalarına, çapaya gittik. Ağalığımıza hiçbir zaman leke getirmedik. Borç aldık, arazi sattık." Liseden mezun olunca Ankara Tıp Fakültesine başvurur. Adı yedek listede kaldığı için Askeri Tıp Fakültesine kaydını yaptırır: "Altı sene okuduk Askeri Tıbbiyede, ondan sonra tazminat ödedim, ayrıldım." "Kırkdokuzlar davası" "1959 senesi ben son sınıftayım. Ankarada kardeşlerimle birlikte kalıyoruz, arama yaptı polisler. Ne arıyorsun? dedim. Kitaplarıma baktı, bir şey bulamadı. Okula gittik, kütüphaneye. Neye bakıyorsunuz? dedim. Bilmiyoruz, sen bilmiyor musun? dediler. Yok bilmiyorum dedim. Demokrat Partinin son zamanları, yılbaşından önce tevkif ettiler bizi." (17 Aralık 1959 tarihinde çoğu İstanbul ve Ankarada oturan 40 Kürt aydını ve genci güvenlik kuvvetlerinin aynı anda düzenledikleri baskınlar sonrasında tutuklanır.) "Ankaradan trenle getirdiler İstanbula. Askeri Cezaevindeki hücreye koydular. Baktık ki, ne kadar Doğulu genç varsa, İstanbulda, Ankarada, Diyarbakırda, toplamış hepsini içeri atmışlar. Kürtçülük yapıyorsunuz diye. Talebenin ne Kürtçülüğü olacak? Bir arkadaş gastecilik yapıyormuş o zaman Diyarbakırda. İleri Yurt diye bir gaste çıkıyordu. Onu tevkif etmişler İran hududunda. Yakalanınca şunlarla görüştüm falan demiş. Mahkemeler başladı. Ben doktor olucam, iki tane vizem kalmış, beni Ankaraya sevk edin diyerek Mahkeme Başkanlığına müracaat ettim. O zaman A. Emin Yalmanı vuran adam da hapiste, imtihanlara gidiyordu, onu okumuştum. O aklımda kalmıştı. Rahmetlik babam birisini buldu. Eli kelepçeli trene bindirdiler beni, iki mağdur, zavallı onbaşıyla er yanımda. Aşiret falan deyince, meğerse er Aleviymiş, yakınlık kurduk. Onbaşı çekiniyordu biraz. Saçım sakalım birbirine karışmış. Er gitti, jilet buldu tıraş etti beni. Ankaraya geldik, tren garı inzibatlarla kuşatılmış. Ankara soğuk, hapishanesi var meşhur, siyasi mahkumların olduğu yer. Kitaplarımı istedim, ailemle görüşmem yasak. İmtihanlara giriyorum, mağdur vaziyette, eli kelepçeli... 28 Şubat 1960ta mezun olduk. Geldik, yine cezaevine. 5-10 gün sonra zaten 16 Mayısta tahliye oldum, 27 Mayısta ihtilal oldu. Senelerce devam etti mahkeme, sonra beraat ettik. "Kırkdokuzlar" diye geçer adı, yurtdışına çıkış yasağı vardı uzun süre." (Yabancı devletlerin yardımı ile Türkiyeyi bölmekle suçlanan, aralarında Musa Anter, Şerafettin Elçi gibi tanınmış isimlerin de bulunduğu sanıkların hakkında son karar 3 Mayıs 1968de verildi. Bu kararla kimi sanıklar beraat ederken diğerleri çeşitli cezalar aldılar.) Aşiretin debdebesi 495 lira maaşla çalıştım. Bu arada Adanada nişanlandım. Nazillinin Bozdoğan kazasına, hükümet tabibi olarak tayinim çıktı." 1961de geçirdiği bir trafik kazası sonucunda tedavi olmak üzere yurtdışına çıkması gerekir Koco Elbistanın. "Kırkdokuzlar" davası nedeniyle izin verilmez. İçişleri ve Sağlık Bakanlığına sayısız başvurularda bulunur ve sonuçta yurtdışına çıkar. İyileşmesinin ardından Almanyada hekim olarak çalışmaya başlar. Nişanlısı Zeynep hanımla Almanyada evlenir. İhtisasını yapmak üzere Türkiyeye gelirler. İhtisasını tamamlar, cerrah olur. "İzmite tayinimiz çıktı. 10 sene orada çalıştık. Bir süre sonra yine Almanyaya gitmeye karar verdik. 12 Eylül günleri, gece yarısı tam Nürnberg uçağına binerken, indirdiler beni. Hanım ve çocuklar Almanyada beni bekliyor. Neden indirdiniz? dedim, Çıkış yasağınız var dediler. Sabah her yere telefonlar edildi. Neyse, bindik uçağa, kavuştuk çocuklara." Yedi yılın sonunda vatan özlemi ağır basan Zeynep hanımın isteğiyle Türkiyeye geri dönerler. "Geldim, tayinim çıkmadı, aldım valizi gittim Elbistana. Orada özel hastaneye ortak olduk. Hasta masada öldü müydü adın kötüye, hastayı kurtarırsan adın iyiye çıkıyor. Küçük yer tabii. Biz biraz şımardık, afedersiniz. İşte o zaman SHPden milletvekili adayı olduk. Olmadı, seçilemedim. Baktım ki iş de yok artık, terk ettim Elbistanı bıraktım geldim, İstanbula." Eski bir hastasının aracılığıyla özel bir hastanede iş görüşmesine gider: "Buyurun falan dediler. Ben Kürtüm, Aleviyim, biraz da solcuyum, çalışmak istiyorum dedim. Memnuniyetle dediler. 11 sene çalıştık. Ayda 30-40 tane ameliyat yapıyordum." Koco Elbistan artık hekimlik yapmıyor. Bugünlerde seyahatlere çıkıyor, arkadaşlarıyla birlikte oluyor. Saz dinlemeyi ve çiğ köfte yapmayı seviyor. Zaman zaman da Antepe, Maraşa gidiyor: "Aşiret ilişkileri zayıflamış. Çünkü aşiret diye bi şey kalmamış ki. Gittiğimiz zaman kirvelerimiz bizi taltif ediyorlar, ziyafet veriyorlar. Yalnız insanların o aşkı, o heyecanı yok. Herkes geçim derdinde. Büyük kısmı büyük kentlere göçtüler zaten. Aşiretin o debdebesi kalmadı. Ayda, yılda bir gidersen, alakadar oluyorlar o kadar..." Koco Elbistan, ilk görev yeri olan Kırıkhana gider: "Belediye tabibiydim. "İnsanım ben" "Fakültede Koco deyince, Yahu nedir bu isim? dediler. Kürtüm ben dedim. Bir arkadaşım, yemin etti bana, Ben buraya gelinceye kadar, Tıp Fakültesinde okuyor, sizin kuyruklu olduğunuzu tahmin ediyordum dedi. Cehaletin bu kadarı olur mu yahu, Ben insanım dedim, insanın kuyruğu olur mu, sen cahil misin bu kadar? Allahın Kürtü falan dedikleri zaman hiç ciddiye almazdım. Böyle şakalarımız oluyordu, ama ciddi bir sorun olmadı okulda. Kürtçülük mahkemesinde bile gülünç şeyler oluyordu. Bir arkadaş bana mektup yazmış, şiir yazmış Kürtçe. Ne var sanki? Kürtçe şarkı söylüyorlar, ne olacak sanki. Yani hükümetlerin Kürt kelimesinden korkmasından bir tuhaf oluyor insan." "Serde ağalık var ya..." "Babam kravatlı gezerdi, fötr şapkası vardı, bu resimde hatıra olsun diye giydirmişler. Maraşta dikilmiş bu sırma elbiseler... Babam önce teyzemle evlenmiş. Teyzem vefat edince, annem o zamanlar 13 yaşında başka biriyle nişanlı, babam kardeşinin çocuklarına baksın diye almış annemi. Serde ağalık var ya, tutup bir hanım daha almış sonra. Yani derken aile büyümüş, dokuz kardeş olmuşuz... Resmi kurumlara aracılık yapardı babam. Arzuhalciler var, avukat yoktu o zaman. Arzuhalciye bir pusula yazdırır, işte şu adama şu dilekçeyi yazıver diye. Kendi okur-yazar değildi. Herkes gibi ben de saygı duyuyordum. Cahil adamdı ama müthiş Atatürkçüydü. Oğlum devletin yanında olun, aleyhinde olmayın, bir de Demokrat Partili olmayın derdi." TARİH VAKFI 18 haftadır gazetemizde yayımlanan Tarihe 1000 Canlı Tanık Projesine destek olun, tarihe katkıda bulunun.Tarih Vakfı, Milliyet gazetesi işbirliğiyle sözlü tarih arşivi oluşturmak için 70 yaş üzeri 1000 kaynak kişiye ulaşmayı hedefliyor. Ünlülerle değil, içimizden birileriyle. Sizin önereceğiniz kişilerle, dedelerimizle, ninelerimizle. Köylerde, kasabalarda, fabrikalarda geçen hayatlar, hasatlar, vardiyalar, oyunlar, düğünler, seçimler, plajlar, camiler, kadın matineleri... Tarihe Bin Canlı Tanık Projesi, sözlü tarih görüşmeleri ile günlük yaşamın, toplumsal geçmişin belleklerde kalmış ayrıntılarını içeren yaşam öykülerini kaydetmeyi hedefliyor. Telefon: (0212) 327 86 58 Faks: (0212) 227 37 32 e-posta: tbct@tarihvakfi.org.tr Ünlülerle değil içinizden birileriyle, anneniz, dedeniz , amcanızla... Projeye katkılarınızı bekliyoruz: Faks: (0212) 227 37 32 e-posta: mailto:tbct@tarihvakfi.org.tr www.tarihvakfi.org.tr Telefon: (0212) 327 86 58