Pazar “Sinemaya Salah Birsel’in odasında başladım”

“Sinemaya Salah Birsel’in odasında başladım”

22.07.2018 - 01:30 | Son Güncellenme:

Salah Birsel’in aynı adlı romanından uyarladığı ikinci filmi “Dört Köşeli Üçgen” bu hafta izleyiciyle buluşacak Mehmet Güreli, “Salah’ın odasında dolaşırdım, birçok şeyi ondan öğrendiğimi bugün çok net görüyorum” diyor.

“Sinemaya Salah Birsel’in odasında başladım”

Mehmet Güreli, bu kez dayısı Salah Birsel’in “Dört Köşeli Üçgen” romanından uyarladığı ikinci uzun metrajlı filmiyle karşımızda. Kayseri Film Festivali’nden üç ödülle dönen film, bu hafta Başka Sinema salonlarında vizyona giriyor. Müzisyen, ressam ve yazar kimlikleriyle de tanıdığımız, sanatsal anlatıma iştahını hiç kaybetmeyen Güreli’yle filmi, dayısıyla ilişkisini, sinemaya ilgisini ve tüm bu üretkenliğinin kaynaklarını konuştuk.

Haberin Devamı

- Salah Birsel’in “Dört Köşeli Üçgen” romanından bir uyarlama filminiz. Sizi bu romanı ele almaya yönelten şey ne oldu?

Çocukluğumda yeri olan bir roman, yazdığı sırada yanındaydım Salah Birsel’in. Fakat tabii film yapmak büyük sorumluluklar taşıdığı için her şeye sıcak bakamıyorsunuz. Bir de çok zor bir roman bence, Salah’ın da tek romanıdır. Görkem (Yeltan) bana bir sürpriz yapıp senaryoyu hazırladı. Filmin hazırlığı ve çekim süreci, toplamda 7 sene sürdü. Ben hoşnutum, filmde istediğimizi yaptığımızı düşünüyorum.

“Sinemaya Salah Birsel’in odasında başladım”


- Salah Birsel’i ve romanı yazdığı zamanları nasıl hatırlıyorsunuz?

O zamanlar Beyoğlu’nun Beyoğlu olduğu zamanlar, Cihangir’de oturuyorduk. Salah film eleştirileri yazıyor, şiir yazıyor, devamlı yazma halinde. Bu kitabı da masasının üzerinde hatırlıyorum. Ben tabii küçüğüm. Fakat bir yerden bulaşıyor, dergilerin, kitapların arasında dolaşıyorsun. Birçok şeyi oradan öğrendiğimi bugün çok net görüyorum. Bakıyorsun, orada bir Hitchcock yazıyor, John Ford yazıyor, zamanla bunların ne olduğunu soruyorsun. Aslında sinemaya başlangıcım da böyle oldu. Salah da bir öğretmendi, bilgisini paylaşmayı seven biriydi, ne sordumsa cevapsız kaldığını hatırlamıyorum. Ondan öğrendiklerimi hiç unutmadım hayatım boyunca.

Haberin Devamı

- Bu hatırlayışın filme katkısı oldu mu?

Muazzam oldu. Kitabın her satırında o döneme doğru gidişler var, tabii bazı şeyler çok soyut gibi de gözüküyor ama ben o dönemleri biliyorum. Bazı şeyler de sanırım kendi geçmişiyle ilgili bağlantılardı, onları da sonraki yıllarda onunla konuşarak öğrendim. Neyi niçin anlattığını biliyordum, hangi sahneyi niçin yazdığını… Bazıları muğlak kaldı, onları ben değerlendirmeye çalıştım. Zaten oyuncularla, senaryoyla yeniden ele alındığında film de yeniden yaşamaya başlıyor.

- Romandaki düşüncenin ön planda olduğu yapıyı filmde de koruyorsunuz. “Gözlemci”nin düşünce dünyası ve uyum sorunlarına tanık oluyoruz…

Düşünce yönüyle o parçalanmışlığı da vermeye çalıştık, ki roman da öyle bence, kafasından geçenlerle hayatın uyum sağladığı noktaların aslında zaman zaman uymadığı, hatta birbirini yok edici nitelikte düşünce disiplinlerine yol açtığını görüyoruz. Roman, gözlemcinin aklından geçenleri dışarı vurup toplumla ters düştüğü anları da ortaya koyuyor. Düşünce her zaman ifade edilmeyebiliyor çünkü, o zaman da başka bir şeye dönüşebiliyor. Bunu filme aktardığında, başkasının hayatıyla ilgili bir şey olmaya başlayabiliyor. Filmin özünde de var böyle bir şey.

Haberin Devamı

- Gözlemcinin gözleme hakkı nerede başlıyor, nerede bitiyor tartışması gibi...

Sonuca ulaşamıyoruz dikkat ediyorsan ama diyalektik olarak iki tarafı da dinlemek, belki sadece bugün değil, çağlar boyu insan düşüncesini geliştiren bir şey. Şudur budur demekten çok, göstermeye çalışmak ve seyirciye ya da okuyucuya bırakmak bazı şeyleri... Salah’ın da yaptığı oydu, bence doğru bir teşhisti.

- Gözleyen ve gözlemlenen olmak, bugünün de fenomeni bir yandan. Böyle bir ilişkilendirmenin rolü oldu mu?

Düşünce tarihi, roman, sinema, hepsi aslında bütün çağları ilgilendiriyor benim kafamda, bugün veya yarın diye bakmadım hiçbir şeye. Şöyle düşünüyorum, elime bir gitar alıp şarkı söylediğimde o şarkının nereye ulaşacağını tayin etmek bana düşmüyor. Bugünün veya yarının dünyası değil, sorunlar hep aynıdır aslında, önemli olan onları uzaklaştırmamız gerektiğinde ne kadar uzaklaştırıyoruz, ne kadar yaklaşıyoruz problemlere. Yoksa insanlar birbirlerini gözlemleyebilirler. Ben zaten o sınırlar üzerinde gidip gelen bir film yaptığımızı düşünüyorum. Zaman zaman mantık yürütürken bile mantıksız bir şey söylüyormuş duygusu veriyor, bu da bir tavır. Sorgulayan kısmı da bu filmin, buna da ihtiyaç var belki, her şey çok gösterilen durumunda bugün...

“Sinemaya Salah Birsel’in odasında başladım”

Haberin Devamı

“25 yıl yan baktım”

Bir dönem günde beş film izlerdim. Tek gözüm iyi görmezdi, diğer gözümle bakardım ama şöyle dönerek bakmak zorundaydım (ortada bir noktaya bakarak yüzünü sola doğru çeviriyor). Sinemada yanıma bir kız geldiğinde onu seyrediyor gibi oluyordum. 25 yıl böyle yan baktım. Gözümde milyonda bir rastlanan fokuslanma hastalığı varmış. Gözlük takınca bitti, düz bakmaya başladım. 40 yaşına falan gelmiştim ama. Kimseyi rahatsız etmemek için hep en soldaki koltuktan bilet aldığımı hatırlıyorum, en azından duvara bakıyor gibi olmak için. Sinemacılığa nerelerden geliyoruz yani zor günler geçirmişiz. Buradan başlıyor sinemacılık... Yan bakıyorum diye sinemaya gitmekten vazgeçmedim.(Gülüşmeler)