Pazar “Susuz Yaz”ın Cannes’a gitmesi trajikomik

“Susuz Yaz”ın Cannes’a gitmesi trajikomik

25.05.2008 - 01:00 | Son Güncellenme:

METİN ERKSAN’IN yazıp yönettiği “Susuz Yaz”, Fatih Akın’ın girişimleriyle yenilendi ve Cannes Festivali’nde gösterildi. Erksan: “Bu trajikomik bir olay. Film yurtdışına kaçırıldı sanıyorduk, İstanbul’da bir banka kasasında çıktı. Polisiye bir olaya döndü yani. Ama Fatih sonuçta buldu, bir mucize yarattı.”

“Susuz Yaz”ın Cannes’a gitmesi trajikomik

“Şimdi bir film yapsam fena olmaz, çekmeyi öğrendim çünkü”

İlk kez Altın Ayı Ödülü alan ve çekilmesinden  45 yıl sonra restore edilerek Cannes’da galası yapılan “Susuz Yaz”ın yönetmeni Metin Erksan: “Bugüne kadar ne film yapacağım ne de film yapmayacağım dedim. Ama şu dakika bir film yapmak istiyorum. İçimden geliyor şimdi. Geriye dönüp baktığım zaman çektiğim filmleri hiç beğenmiyorum. Ama galiba şimdi bir film yaparsam fena olmaz”


Cannes Film Festivali’nin yarışma sonuçları bu akşam açıklanacak. Nuri Bilge Ceylan imzalı “Üç Maymun” Türk sinemasının uluslararası alanda aldığı ödüllere bir yenisini ekleyecek mi bilmiyoruz. Zaten bu pazar bizim gündemimiz “Üç Maymun” değil. Türk sinemasının uluslararası bir ödül alan ilk filmi “Susuz Yaz”ı konuştuk, restore edilmiş versiyonuyla geçen hafta Cannes’da yeniden galası yapılan filmin yaratıcısı Metin Erksan’la.
Onu söyleşiye ikna etmek kolay mıydı? Hayır. Söyleşi yapmak kolay mıydı? Şöyle söyleyeyim: Erksan ile konuşmak, gürül gürül akan bir şelaleden bardağa su doldurmaya çalışmak gibi... Bu birikim bizim sayfalara sığacak gibi değil... Sohbeti olabildiğince “Susuz Yaz” ile sınırlı tutmaya çalıştık. Sohbet dedim ama kendisi itiraz edecek şimdi. Çünkü bu sözcüğü sarf ettiğimde “Ben sohbet etmem. Ya öğretirim ya da öğrenirim” dedi bana.
Kayıp bobinler, Avrupa’da aranırken İstanbul’da bir banka kasasında ortaya çıkan negatifler, takma isimli rejisörler derken, Cannes galası neredeyse polisiye bir öyküye dönüşen “Susuz Yaz”ı yaratıcısından dinledik. Bu söyleşinin en güzel haberi ise Erksan’ın 25 yıllık bir aradan sonra yeniden kamera arkasına geçmekten bahsetmesiydi. 

“Susuz Yaz”ın çekildikten 45 yıl sonra Cannes’da galası yaptı. Ne hissettiniz?
Çok trajikomik bir hikaye bu. 

Anlatır mısınız?
Başında Martin Scorcese’nin olduğu Dünya Sinema Vakfı diye bir kurum var. Vakfın ödevi eski filmler restore edip gün ışığına çıkarmak. Scorsese Fatih’e (Akın) demiş ki; sen de Türk sineması hakkında filmler bul. Fatih de ilk “Susuz Yaz”ı seçmiş. Biliyorsun 2004’te “Duvara Karşı” ile Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı ödülünü aldı. 1964’te, yani ondan 40 yıl evvel o ödülü benim yarattığım; senaristi, prodüktörü ve rejisörü olduğum “Susuz Yaz” almıştı. Halef selefiz yani. Fatih’in Türkiye’den ilk o filmi restore etmesi çok doğal bu nedenle. 

Neden trajikomik dediniz?
Filmin negatifi yurtdışına kaçırıldı diye biliyorduk, İstanbul’da bir banka kasasına bulundu. 

Polisiye yani... 
Evet. Fatih bana gelip de durumu söylediğinde ona “Şimdi burada polisiye bir olay başladı” dedim. Çünkü öncelikle filmin bulunması lazım. Hatta bak bana ne hatırlattı. Theo Angelopulos’un “Ulis’in Bakışı” diye bir filmi vardır. Orada Harvey Keitel kayıp bir filmi arar. Aslında Türk sinema tarihine bir yolculuktur, çünkü Türkiye’de çekilen bir filmin bobinlerini arıyorlar. 

Hangi film aradıkları?
Bak, belirli bir tarihe kadar Türk sinemasında ilk çekilen film Ayastefanos’ta yıkılan abidenin filmi sanılıyordu. Fakat Manastırlı Manaki ve Milton Yanaki isimli Osmanlı uyruğu iki kişi 1911’de Sultan Reşad’ın Avrupa gezisini çekti belgesel olarak. Abidenin yıkılışının tarihi 1914 halbuki. Harvey Keitel o filmi arıyordu işte. Ama o filmleri Osmanlı İmparatorluğu’nun uzantısı olan Türkiye Cumhuriyeti devletinin araması lazım. Tamam mı?

“Negatiflerin burada olduğunu bilmiyordum”

Tamam. Ama ben hâlâ “Susuz Yaz” polisiyesini merak ediyorum.
Fatih geldi bana “Film nerede?” dedi. Ben de dedim ki, “Negatif yurtdışına kaçırıldı, yok”. Türkiye’de sadece dubbing negatiften kötü bir kopyası var. Fatih zaten oradan seyretti. Ama orijinal negatifin peşine düştü, ne yaptı etti Ulvi Doğan’ı buldu ve filmi ortaya çıkardı. Ben de bilmiyordum negatiflerin İstanbul’da olduğunu. Üstelik de en son bobin kayıp. Almanya’dan Berlin Film Festivali’nden kalma bir kopyadan tamamladılar. Bir mucize yarattı Fatih.

Peki sizdeki hikayesini anlatır mısınız filmin?
Mülkiyet meselesi beni çok ilgilendiriyor. İlk olarak “Yılanların Öcü”nde toprak mülkiyeti üzerine bir film yapmaya çalıştım. Sonra bir de su mülkiyeti üzerine film yapayım dedim, o da “Susuz Yaz”. Önce kendim bir hikaye yazdım ama Necati Cumalı’nın hikayesinden çektim filmi. Üçüncü filmim de insan mülkiyeti üzerineydi; “Kuyu”. 

“Susuz Yaz’ Türkiye’de kanun çıkardı”

Hülya Koçyiğit’in de ilk filmi. Nasıl verdiniz ona rolü?
Başrolleri önce Türkan (Şoray) ile Ayhan’a (Işık) teklif ettim. Çok büyük para istediler, sonra da “Biz köylü elbisesi giymeyiz, Anadolu’ya da gelmeyiz” dediler. Onun üzerine kız kardeşi Nilüfer vesilesiyle Hülya’yı tanıdım. Ben yıldız avcısı değilim. Bazen “starmaker” falan derler benim için, alakası yok. Ben oyuncu olmayan hiçbir erkek veya kadına oyunculuk teklif etmedim. Hülya istedi o rolü, öyle verdim. Türkan da benim “Acı Hayat” filmimle meşhur oldu. Zaten bugüne kadar “Acı Hayat”tan daha iyi bir filmi yok. 

Filmi bugün çekseniz neyi değiştirirsiniz?
“Susuz Yaz”a bugün şöyle başlardım. Avuçlarına su alan bir adam bekler. Tutar elinde o suyu, durur. Ama ne yaparsa yapsın parmaklarının arasından akar o su... Halbuki toprak olsa durur. İşte böyle başlardım. Ha, bir de “Susuz Yaz”dan sonra çok garip bir şey oldu. Filmi çektiğim zaman su kaynakları hariç bütün sular devletindi. Yalnız kaynaklar kimin tapulu arazisinde çıkıyorsa ona aitti. Ama filmden sonra kanun çıktı, kaynaklar devlete geçti. Dünyada acaba kaç film kanun çıkarmıştır? 

Festivalleri sevmiyorsunuz. Nasıl oldu da “Susuz Yaz”ı Berlin Film Festivali’ne gönderdiniz?
Yıl 1963. Bir gün bana ressam Cemal Tollu Alman Konsolosluğu’ndan telefon etti. “Çok heyecanlıyım Metinciğim” dedi, “Burada Berlin Film Festivali’nden gelmiş adamlar var ve filmini festivale götürecekler”. Aldılar götürdüler. Sonra işte bu Ulvi Doğan uyandı, devreye girdi. 

“Ulvi Doğan ‘Susuz Yaz’ın arasına porno parçalar koyup pazarladığını anlattı mı?”

Aranız neden açıldı?
Dolandırıcılığından. Biz filmde ortaktık, bütün parayı kendisi alsın istedi. Sonunda ben de alamadım o da. Halbuki çok para kazandı film.

Cannes’da Ulvi Doğan da açıklama yaptı filmle ilgili.
Araya porno parçalar koyup dünyaya pazarladığını da anlattı mı?

Hayır ama o dönem Berlin Belediye Başkanı olan Willy Brandt’ın siz komünistsiniz diye filmi yasaklamak istediğini, bunun üzerine yönetmen olarak İsmail Metin imzası koyduğunu söyledi.
Yalan söylüyor, alakası yok. Dolandırıcılığından öyle yaptı. Benim göbek adım İsmail. Onun da hikayesini anlatayım. 1929 doğumluyum, yedi kardeşin sonuncusuyum. Annem sıkılmış artık, beni düşürmek için çok uğraşmış. Bir akşam rüyasına Allah girmiş, yanında da Peygamber ve İbrahim peygamber varmış. Allah ona demiş ki, “Ben İbrahim’e oğlunu kes dedim, o da oğlu İsmail’i kesmeye kalktı. Fakat ben vazgeçtim, ona bir koyun verip çocuğu kurtardım. Şimdi de sana diyorum ki bu çocuğu öldürme.” Annem dehşet içinde uyanmış. Af dilemiş Allah’tan ve ben doğmuşum. Eh, göbek adım da İsmail olmuş.
Metin de Allah’ın sıfatlarından biri. El metin, güçlü demek. Arapça bir isim. Bu yüzden en memnun olmadığım tarafım odur, hiç sevmem ismimi. Yani İsmail Metin oradan geliyor.


“Ben o kapıyı açmasaydım Nuri Bilge Ceylan adımını bile atamazdı”


Filmin özellikleri saymakla bitmiyor yani... İlk Altın Ayı alan, kanun çıkaran... Başka?
Bir de “Susuz Yaz” çok kritik bir zamanda kazandı o ödülü. 1963’ten sonra Almanya’ya giden bütün işçilerde benim hakkım var. Almanya bizim işçilerimize barbar gözüyle bakıyordu o zamanlar, hâlâ öyle bakıyor ya. Filmi görünce “A bunlardan da sinemacı çıktı” dediler. Fatih’in bile anasının babasının bana borcu var. Ben olmasaydım, “Susuz Yaz” olmasaydı gene giderlerdi tabii, ama hiç mi etkisi olmadı? Fatih’in Berlin’de ödül kazanmasına hiç mi etkisi olmadı? Ben o kapıyı açmasaydım Nuri Bilge Ceylan adımını bile atamazdı.


“Elveda Rumeli’deki anne, Helen Mirren’dan iyi oyuncu"

Sık sık sinemaya gidiyor musunuz?
Çok uzun yıllardır hiç gitmedim. Ben televizyonda seyrederim. Zaten evden de pek çıkmam. Üniversiteye ders vermeye gider gelirim. 

TV dizilerini de seyrediyor musunuz?
Seyrediyorum. “Elveda Rumeli”yi çok seviyorum. Bizim Serdar Akar yapıyor. Mesela orada oynayanlar, özellikle de kadınlar inanılmaz iyi. Hele Berrak Tüzünataç ve anne (Şebnem Sönmez). Ne müthiş oyuncu o anne. Bazıları Helen Mirren der
-ki ben de çok severim-, bok yemiş Helen Mirren onun yanında.

Filmleri, dizileri TV’den takip ediyorsunuz, Işık Üniversitesi’nde ders veriyorsunuz. Bunların dışında nasıl geçiyor hayat?
Çalışmakla. Bilgisayar başında yazı yazıyorum devamlı. 

Bilgisayarla haşır neşirsiniz yani.
Tabii, ama sadece daktilo olarak kullanıyorum. İnternete girecek vaktim yok benim. Devamlı yazıyorum. 2004’te 15 yıl devam ettiğim Cumhuriyet’teki köşe yazılarımı bıraktım. 

Neden?
Ben o yazıları çok düşünerek yazıyorum ama 50 kuruş veren gazeteyi alıyor. Neden düşüncelerimi insanlara 50 kuruşa satayım? Ama mesele para değil tabii. Bugüne kadar yazdım da ne oldu? 

“Türk sinemasına da ait değilim, Yeşilçam’a da. Müstakil bir sinemacıyım”

“Susuz Yaz”ın Cannes’a gitmesi trajikomik
Neden Cannes’daki galaya gitmediniz?
Ben festivalleri sevmem. Üstelik dün akşam bir-iki parça gördüm Cannes Festivali’nden, soytarılık! Herifler smokinlerle penguenlere benziyor, bütün kadınlar da Harry Potter’daki cadılara! Bir kere daha nefret ettim. Giremem onun içine. Bak, Roma İmparatorluğu zamanında gladyatörler vardı. İmparatorluk son derece rezil bir şekilde insanları dövüştürür, birbilerine öldürtürdü. Mecburdu insanlar, köle çünkü... Cannes’daki imparator da para, bunlar da paranın köleleri. Aynı gladyatörler gibi dövüşmeye gelmişler. Bu sefer bıçaklarla, silahlarla değil, filmlerle dövüş ediyorlar para uğruna. Öyle festivale gitmem ben!

Ne festivalleri seviyorsunuz ne de ödülleri...
Zaten ben Türk sinemasına da ait değilim, Yeşilçam’a da. Müstakil bir sinemacıyım. Türk sinemasında “Susuz Yaz”a ya da “Kuyu”ya benzeyen film var mı?

Bugün beğenerek izlediğiniz Türk yönetmenler var mı?
Hayır.

Ezel Akay’ın “Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü?” filmi için bir övgü yazısı yazmıştınız. Onu da mı beğenmiyorsunuz?
Hayır, sevmiyorum Ezel Akay’ın filmlerini. O yazdığım yazı Karagöz Hacivat’ı film yapması üzerineydi. 

Ya Nuri Bilge Ceylan?
Beğenmiyorum. Filmlerinin hepsini seyrettim, hiçbirini beğenmedim. Tarkovski’nin etkisinde. Fatih Akın’ın da hem “Duvara Karşı” hem “Yaşamın Kıyısında”sını seyrettim. Ama onun filmlerinin Türk filmi mi Alman filmi mi olduğu belli değil bir kere.

25 yıldır kameradan uzaksınız. Hiç mi içiniz fık fık etmiyor?
Ooo, etmez mi?

Nasıl tutuyorsunuz kendinizi?
Ben bugüne kadar ne “Film yapmayacağım” ne de “Film yapacağım” dedim. Ama şu dakika bir film yapmak istiyorum. İçimden geliyor şimdi, çok istiyorum bir film yapmak. Michelangelo’nun hayatının son demlerinde söylediği bir laf var: “Yahu şimdi resim yapmayı öğrendim ama ölüyorum”. Bu bana çok güzel geliyor. Geriye dönüp baktığım zaman çektiğim filmleri hiç beğenmiyorum. Ama galiba şimdi bir film yaparsam fena bir film olmaz. Ben de film yapmayı öğrendim çünkü.