Pazar Takvimleri ayarlama imparatorluğu

Takvimleri ayarlama imparatorluğu

21.11.2004 - 00:00 | Son Güncellenme:

Kibirli Roma imparatorları takvimleri kendi kafalarına göre ayarlamaya kalkınca "hayırlı tatil" ayımızdan iki gün çaldılar. Bu yüzden şubat ayı güdük kaldı, asla 30 çekmiyor. Ama ümitsizliğe kapılmayın. Kim bilir belki bir gün çekersiniz bir 30 Şubat...

Takvimleri ayarlama imparatorluğu

Sonra Sezar ve Sosigenes, Roma takviminin aylarını, ait oldukları mevsimlere denk getirmek için o yıla mahsus olmak üzere seneyi 445 güne çıkarıp milletin nevrini döndürmekle kalmıyorlar. Bir de üstüne yedinci aya Sezarın adı olan "Julius" diyorlar. "July" yani; bildiğimiz temmuz! Rivayete göre Sezar kendi adını taşıyan ayın kısa olmasını istemiyor. Böylece yılın son ayından -o zamanlar yılın son ayı şubat- bir gün alıp temmuza ekliyorlar.Derken Sezar ölüyor. Tahta Augustus Octavius geçiyor. Hadiii, bu sefer de sekizinci aya, yeni imparatora hürmeten onun adını vermek gerekiyor. Böylece sekizinci ay da oluyor Augustus, yani bildiğimiz ağustos. Ve fakat yeni imparator, eskisinden kısa olacak değil ya. Yine yılın son ayı şubattan bir gün alınıp, bu gün ağustosa ekleniyor.Böylece arka arkaya iki ay, temmuz ve ağustos 31 çekerken şubat güdük kalıyor. 28 gün. Dört yılda bir de artık gün bu aya ekleniyor, oluyor 29. Fakat ne kadar zorlasan, şubat ayı bir türlü 30 olmuyor. Olamıyor.Şubat bir gün 30 çeker mi?Takvimlere duyduğum bu ani ilginin nedeni Şebnem Şenyenerin "30 Şubat" adlı kitabı. Takvimlerle ilgili acayip bilgiler vardı romanda. Ama merak etmeyin, okuma zevkinizi kaçırmış değilim. Temmuz ve ağustos aylarının hikayesini kitaptan değil, kitabın gazıyla karıştırdığım internet sayfalarından edindim.Kitaba gelince... Kitabın kahramanı usta kumarbaz Afsanenin annesi Huri hanım Rodoslu ağzıyla "Çek bir 30 Şubat" dermiş, "Senin de bir imkansızın olsun, dileğin yerine gelsin." Anlatıcı açıklıyor sonra: "Yani zor dileklerin, imkansız arzuların hakikat olacağı gün anlamına." Adamın biri, "adam" dediğim adam da Julius Cesar, bir gün takvimdeki karışıklığı çözmeye karar veriyor. Sosigenesi bu işle görevlendiriyor. Olsun, sen yine de "Çek bir 30 Şubat!"Çok güzel laf, değil mi?Bir 30 Şubat çekseniz...Sahi, ne dilerdiniz?Ben ne dilerdim?25inci saati! O filmi bilir misiniz? Çok güzeldir. Ama filmle alakası yok tabii bu dileğimin. Maksat imkansız günden imkansız bir saat dileyerek imkansızlığı katmerlemek. Sonra... Guinness Rekorlar Kitabının 50nci yaşı vesilesiyle The Independent bir derleme yapmış (Vatan, 18 Kasım), orada vardı: Dünyanın dönüş hızı 100 yılda 2 saniye azalıyormuş. Bu her günün saniyenin binde biri kadar uzadığı anlamına geliyor. Yani bugün dünden uzun. En uzun gün bugün! Gördünüz mü, çektim bile bir 30 Şubat. Ve bir dolu detayı ihmal ederek kabaca bir hesapla 3 buçuk milyon gün sonra saniyeler birikecek; benim bir 25inci saatim olacak. Şubat hiç 30 çekmiyor ki! Mesele şu ki, olacak da ne olacak? Takvim dediğimiz; gün, ay, yıl dediğimiz ne ki? Bir dolu saçmalık. Yok, o kendi ayı uzun olsun istemiş de, öteki ondan kısa kalmak istememiş de... Olan şubata olmuş, bir de bize."Şubat"ın Latince karşılığı Februarius, "arınma" anlamındaki "februa"dan geliyor. Yani bu imparatorlar tüm bir insanlığın arınma ayından gün çalmışlar. Akatça dilinde "Sabadu" denilen şubat, "şabat"tan geliyor. "Şabat" da "kalbin durup dinlenme günü" demek. Sonradan "hayırlı tatil" anlamı da kazanmış şubat. Şubat yani, kalbin durup dinlenme ayı. Hayırlı tatil ayı. Pis imparatorlar insanların hayırlı tatillerinden iki gün eksiltmişler. Şu kalbimizi bir aylığına durdurup dinlendireceğiz ya, onu da bize çok görmüşler.* * * "Kasım ayındayız, şubat ne alaka? Niye sardırdın durduk yerde şubata?" diyorsanız; cevabım yok değil. Babil takviminde şubat ayı 11inci aymış. Eh, şimdi de kasım 11inci ay. Böyle de bağlarım yani. Hayırlı tatilden iki gün çaldılar "Bırak ay gitsin sen kal bu gece vay aman" İçelim ısınalım. Kasım budur.Kasım kasvetli midir?İçerinin sıcağına inat kasım soğuğunda Boğaza nazır bir bankın sırtında içkiden nafile medet umarak sabahlamamışsanız bir kez bile... Kasım kasvetlidir herhalde.Oysa henüz içini dışından bir kabukla ayırmamış olanlar, içi dışı hâlâ bir olanlar yani, aylardan kasım olsa ne fark eder, kendi kabuğuna çekilip ısınmaktansa, avaz avaz şarkı söyleyip çok çok gülerek dışarıda kalmayı terih edebilirler. Kahkaha soba gibidir. Onlar bunu iyi bilir. Ama kasım yeline soba ne yapabilir?Sonra işte biri "Bir dahaki sefere battaniye getirelim mutlaka" der. Bir dahaki sefere de "Bir dahaki sefere battaniye getirelim mutlaka" deneceğini bilerek. Zira bir önceki seferde de "Bir dahaki sefere..." denmiştir.İçki o kadarcık mı kaldı? Ama daha sabaha çok var. Sigaram bitti, sende var mı? Benim karnım acıktı. Bir dahaki sefere daha çok içki, daha çok sigara, yiyecek bir şeyler, ah bir de battaniye... Olsa keşke.Yağmur ha yağdı ha yağacaktır. Yağmur, en nihayetinde sudur; romantik değildir. Su yağarsa ATM kulübesine gitmek gerekmektedir. ATM kulübeleri pis kokar oysa. Geceleri çiş kokar.Bir de yağmur bastırdı mı, yerler hemencecik kapılır. Sona kalan yağmurda ıslanır. "November Rain" güzel bir şarkıdır ama yalnızca şarkıdır. "Yağmur yağar, ıslanırsın vay aman" hakikati anlatmaktadır.Klimalı işyerlerinde "Dışarıda hava nasıl olursa olsun, sizin havanız hep aynı olsun" lanetine uğrayanlar için aylardan ekim olmuş, kasım olmuş ne fark eder. Aylar, dışarıda yaşayanlara aittir."15 yaşında evden kaçmamış olmanın telafisi nasıl imkansızsa"; diyelim kasımda, soğuğa rağmen, aynı zamanda soğuktan ötürü Boğazda bir gece olsun sabahlamamış olmanın telafisi de öyle imkansızdır.(İki yıl önce -yoksa üç yıl önce miydi- kasım ayında İstanbul Life dergisinden "Kasım kasveti" üzerine bir yazı istemişlerdi. Bunu yazmıştım.) Çalışanı olamadım ama şimdi patronuyum "Ulaşılmaz" ya da "imkansız" sizin için ne anlama geliyor? Procter and Gamble benim için işte tam da bu kelimeleri ifade ediyordu. Çok isterdim orada çalışmak ama hayal bile edemezdim. Sınavlar, elemeler, sözlü-yazılı, o aşamayı geçtin, hadi yine sınav, sonra yine sınav... P&Gnin iş görüşmeleri efsane gibiydi; Ferhatın dağları delmesi, Mecnunun çölleri aşması gibi. Tek bir iş görüşmesi bile benim için kabusken, tek bir iş için yüz iş görüşmesine girecek değildim. Bunca yıl sonra geçen gün P&Gnin "Artık küstahlığı bıraktık, tüketiciyi patron ilan ettik" açıklamasını okuyunca (Sabah, 18 Kasım)... P&Gnin borsada hisseleri değer mi kaybetmiş ne, şirket içinde bir araştırma yapmışlar. Bu araştırma "çalışanların, liderliğin verdiği güvenle her şeyi bilirim noktasına gelmesinin şirketi tehlikeli bir noktaya çektiğini" ortaya koymuş.Kıssadan hisse işte. Çalışanlarını bu kadar eler, böyle seçersen; her biri kendini dünyanın "en bileni" ilan eder. Kaç sınav geçmiş de gelmiş; arkadaşlarını elemiş, dağları ve çölleri aşmış da gelmiş...Normaldir, bir süre sonra öyle kibirlenir ki tüketiciyi bile umursamaz artık. Tüketiciden bile iyi bildiğini zanneder.Çalışanı olamadım ya, içimde yaraymış demek bunca zamandır. Neyse... P&Gnin patronuyum artık! Amaaan, ölümlü dünya be Condi, yorma kendini! ABDnin yeni Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice hiç evlenmemiş, hayatında Bush dışında bir erkek yokmuş, sabah 05.00te kalkıp Beyaz Saraya gidiyormuş, ona Bush çiftinin "evlatlığı" deniyormuş, küçükken babası onu Beyaz Saraya götürmüş, o da "Ben de bir gün başkan olacağım" demişmiş...50 yaşında, sıfır özel hayat, şahin-mahin, sert politikaları falan da düşünülünce, her normal insanın Ricea "Başkan olamazsın demedim, insan olamazsın dedim" diyesi gelmiyor mu? Hem senelerce uğraş didin, "güçlü" olacağım diye hayatını feda et, başkan da olurum belki ümidiyle çalış çabala, liderliğin verdiği güvenle her şeyi bilirim noktasına gel... Sonra?Bir gün Amerika da "Küstahlığı bıraktık, dünya halklarını patron ilan ettik" derse... Ki demeli! Ne yapacaksın o zaman Condi? tubakyol@yahoo.com