Pazar "Türkiyede nişanlımla aynı evde yaşayamazdım"

"Türkiyede nişanlımla aynı evde yaşayamazdım"

30.03.2003 - 00:00 | Son Güncellenme:

İspanyanın Real Sociedad takımında bu sezonki formuyla tüm Avrupanın takip ettiği bir oyuncu haline gelen Nihat Kahveci: "Nişanlımla el ele tutuşamadığımız zamanları telafi ediyoruz"

Türkiyede nişanlımla  aynı evde yaşayamazdım

İSPANYA LİGİNİN BU SEZONKİ FLAŞ FUTBOLCUSU NİHAT KAHVECİ: Belki de içine doğduğu ve yetiştiği muhafazakar ortamda edindiği kimliğe ilişkin önyargılarımız (Dünya Kupası sırasında arkadaşları cuma namazını onun kıldırmasını istemişlerdi) ve o her daim sempatik ama hüzünlü çehresinden ötürü ondan bu kadarını, böylesi bir değişimi beklemiyorduk açıkçası. Ama işte içi kan ağlayarak gittiğini sandığımız İspanyada; nişanlısıyla nasıl bir hayat kurduğunu anlatıyor bu röportajda Nihat.Bu mümkün olabilir miydi Türkiyede mesela? Nişanlısıyla aynı evde yaşayabilir miydi? Kendi ifadesiyle, "Türkiyede el ele dolaşamadıkları günleri İspanya sahillerinde telafi edebilirler miydi?" Ama bazen gitmek iyi gelir insana. Gidebilmek. Yurtdışına gitmek bizim futbolcular için bir anlamda bir şok tedavisi oluyor. Aileleri, kulüpleri ve taraftarları tarafından baskılanmış, çocuklaştırılmış, eşyalaştırılmış bu genç erkekler yerel iktidar odaklarının uzağına düştüklerinde geçirdikleri şok iki farklı sonuç veriyor. Ya (genç) Hakan Şükür ya da Arif Erdem gibi tekrar kendi bahçelerine, alıştıkları iktidarın kucağına dönüyorlar ya da İtalya, İspanya caddelerinde yediveren gülleri gibi açıldıkça açılıyorlar. Bakınız: Emre Belözoğlu, Okan Buruk ve Nihat Kahveci. Gidişiniz çok hüzünlüydü. Ya da en azından bize öyle geldi. Sahiden bizim hissettiğimiz kadar hüzün söz konusu muydu bütün o İspanyaya transfer hikayesinde? Aslında sizin belirttiğiniz kadar acı bir ortam olmadı. Ama tereddütüm, kararsızlıklarım oldu. Çünkü yaşım çok gençti bu transfer gerçekleştiği zaman ve o yüzden uzun süre düşünmem gerekti. Ben o güne kadar ailemle yaşamış bir insandım. Sonra İstanbulluydum. Hepsini bırakacaktım. Yurtdışına ilk defa çıkacaktım birey olarak. Bize Sinan Enginle sizin havaalanındaki sahneniz "Sophienin Seçimi" filmini hatırlatmıştı. Bir çocuğunun yaşaması için diğer çocuğunu feda etmek zorunda kalan toplama kampındaki anne. Siz bence ben gittikten sonra bu transfer işini burada çok acı tarif etmişsiniz galiba. Ben istesem gitmezdim. Kimse beni zorlamadı gitmem için. Para zorlamış olamaz mı? Para önemli bir faktördü. Kulüp için de, benim için de. Beşiktaş bu önemli parayı almak için sizi ayrılığa zorlamış olamaz mı? Hayır. Para ayrılmamızın nedenlerinden sadece biriydi. Ben de yurtdışında futbol oynamayı çok istiyordum. "Yeni bir futbolcunun bıraktığı ilk izlenim önemli" Gidiş kararını alırken danıştığınız biri oldu mu? Elden geldiğince kimseden etkilenmemeye çalıştım. Çünkü danışılan kişilerin sayısı arttıkça kararsızlık da artıyor. Uçağa binmek için havaalanına gittiğinizde ruh haliniz nasıldı? Duygulu bir olay tabii. 22 yaşındayım, yurtdışına çıkıyorum, ailemden ayrılıyorum. Yeni bir kültür, yeni bir dil, yeni bir yaşam beni bekliyor. Ne olacağı belli değil. Alışacak mıyım, alışamayacak mıyım? Çok duygulandım. Ama her ayrılık hüzünlüdür. Uçağa eski teknik direktörünüz John Benjamin Toshackla bindiniz. O yolculuk sizi ona daha çok bağlamıştır, değil mi? Toshack, Beşiktaşa ilk geldiğinde ben PAF takımındaydım, bilmiyorum daha o zaman bana inanılmaz bir şeyi oldu; sempatisi mi diyelim... Benimle çok ilgileniyordu. Geçen sene Real Sociedadla birlikte Türkiyeye geldiğinde Fulyaya geldi. Bana sarıldı, böyle göğsüne bastırdı, "Kuvvetlenmişsin" dedi. Sonra da transfer gerçekleşti zaten. Bilmiyorum, belki de beni görünce tekrar eski duyguları kabarmıştır, yanında istemiştir. Aslında bireysel bir iş için, mesela bir ofis işi için gidiyor olsanız kolay da, siz önyargılarıyla, kıskançlıklarıyla, şiddetleriyle bir genç erkekler güruhunun bir parçası olmaya gidiyorsunuz. Korkmadınız mı? Korkmadım ama önyargılı buldum başlangıçta onları biraz. Çünkü Arif abi (Erdem) daha önce gitmişti oraya ve onun oradan dönüşü onların Türk futbolcularına bakışını biraz etkilemişti. Kendinizi yalnız hissettiğiniz oldu mu Real Sociedadda? Hayır, Tayfun abim olduğu için yalnızlık çekmedim. Gittiğim günden itibaren beni İspanyaya alıştırmaya çalıştı. Bir takıma yeni bir futbolcu geldiğinde diğer oyuncuların tavrı nasıl olur? "Ulan, bu benim yerimi almaya mı geldi?" falan diye bakarlar mı? Bakanlar olur tabii. Ama her zaman yeni futbolcunun bıraktığı ilk izlenim çok önemlidir. Bu yüzden futbolcu bir takıma geldiği ilk günlerde her hareketine dikkat etmelidir. Nelere bakıyordur o sırada takımın kıdemli futbolcuları? Nasıl topa vuruyor? Havalı mı, değil mi? Bunlara bakarlar. İlk günlerde iyi bir izlenim bırakmak için oynar mısınız? Kendinizi olduğunuzdan farklı mı gösterirsiniz? Daha sempatik, daha sevimli, daha az hırslı... Bence en iyisi insanın olduğu gibi olmasıdır. En fazla, arkadaşlık etmeye normalden biraz daha fazla hevesli olursun, o kadar. Çünkü bir gün yine gerçek kişiliği nasıl olsa ortaya çıkar insanın. Ben yeni takımımda çabuk arkadaşlıklar kurduğuma göre demek ki iyi bir ilk izlenim bıraktım orada. Ben gittim hep onlara, ben samimi olmaya çalıştım. "Basklı militanlar gibi bere taktım, bayıldılar" İspanyolların güldüğünüz önyargıları oldu mu size karşı? Yani bir Türk futbolcu olarak. Benim bulunduğum bölge Bask bölgesi. Ve İspanyanın zengin bir bölgesi. Basklılar, İspanyadan ayrılıp kendi devletlerini kurmak istiyorlar kendi topraklarında. Basklılar çok sıcakkanlı insanlar. Bir önyargıyla karşılaşmadım. Hatta beklediğimden daha sıcakkanlı buldum. Türkiyede bir futbolcu bir maç kaybettiği zaman sokağa çıkamaz ama burada insanlar "Dert etmeyin, siz bu işi başarırsınız" diyorlar sokakta. Takımlarına o kadar sahip çıkıyorlar. "Evde vakit geçiriyoruz, bazen Fransaya gidiyoruz" Acaba bu her durumda sahiplenme tavrında, Basklıların ayrılıkçı bir azınlık olmalarının etkisi oluyor mudur? Basklıların ayrılıkçılıkları o kadar net hissedilmiyor. Ama Real Sociedad sahiden bir savaş sembolü onlar için. Basklı militanlar bere takarlar. Siz de takıyor musunuz bere? Bir kere bir maçtan sonra bere ile fotoğraf verdim. Çok hoşlarına gidiyor bu onların. Güzel şeyler bunlar. Peki, İspanyolca mı öğreniyorsunuz, Bask dilini mi? İspanyolca öğreniyorum, Bask dilinde sadece "Güle güle", "İyi günler" gibi bazı kelimeleri öğrendim. Muhafazakar bir genç olduğunuz bilindiği için sizin İspanyaya bu kadar kolay adapte olmanız beklenmiyordu. Bunu nasıl başardınız bu kadar çabuk? Nişanlımın Türkiyeden İspanyaya gelip benimle kalmaya başlaması sayesinde oldu. Nasıl bir evde oturuyorsunuz orada? Güzel bir evde. Bir sitede. Sahile yakın. Nişanlım geldikten sonra her şey daha iyi oldu. Güzel bir ev ortamı kurduk. Dışarıya çıkıp rahatça dolaşıyoruz. Halbuki Türkiyede el ele dolaşamazdık, şimdi burada sahillerde telafi ediyoruz bu el ele tutuşamadığımız zamanları. Nişanlınızla neler yapıyorsunuz? Evde çok vakit geçiriyoruz. Evde her şey hazır zaten. Filmdi, bilgisayar oyunuydu... Zaten kendisi de ev hayatını seviyor. Sonra Fransa yakın. Fransaya geçiyoruz. Siz İstanbulun muhafazakar bir toplumsal kesiminden geliyorsunuz. Eğer Türkiyede olsaydınız, nişanlınızla aynı evde bir hayat sürdürebilir miydiniz? Hayır. Peki, İspanya olunca ne değişti, haddimi aşarak soruyorum. Yurtdışı olunca onlar da kolaylık gösterdiler çünkü beni de iyi tanıyorlar. Zaten bu yaz evleneceğiz. O yüzden aileler açısından sorun olmadı. Belki o burada kalsaydı daha fazla sorun olurdu. "Yolda çevirip Türk Nihat diyorlar" Bu sene Real Sociedadda Toshackla beraber değilsiniz. Özlüyor musunuz onu? Hâlâ görüşüyoruz. Bizim orada ev almış. Geldiğinde yemek falan yeriz, muhabbet ederiz yani. Sizi transfer eden Toshack gönderilip başka bir teknik direktör gelince kaygılandınız mı? Zaten o sırada Fenerbahçe olayları çıktı. Ama ben hep kulübüme bıraktım olayları. Ve kulübüme "Eğer benim kalmamı istiyorsanız ben buradayım. Ama istemiyorsanız, bana da açıkça söyleyin" dedim. Başkan da bana "Biz seninle dört seneliğine sözleşme yaptık" dedi. Ben de yeni sezona bu moralle başladım. "Süratimden dolayı taraftar bana şeytan ve motor lakaplarını taktı" Taraftarın size yaklaşımı nasıl sokakta? Çok acayip. İstanbuldakinden çok farklı. İstanbulda bir insan ne kadar ünlü olursa olsun bu kalabalığın içinde kaybolur. Ama ben 180 bin nüfuslu bir şehirdeyim. Orada ünlü olmak çok başka bir şey. Ama siz bir de çok sempatik bir tipsiniz. Bunun da etkisi oluyordur size olan sevgi gösterilerinde. Olabilir. Lakabınız ne orada? "Motor" mu diyorlardı? "Motor" diyorlar, "Şeytan" diyorlar. Hızım yüzünden... Bu kadar başarıyı tahmin ediyor muydunuz? Başarılı olacağıma inandığım için gittim ama bu sene de çok gol attım. İspanyada 14 tane gol atmak bu kadar zamanda kolay bir şey değil. Marjinal insanlar, azınlıklar kendilerini başarılı olmak zorunda hissederler. Sizler de yurtdışına bir takıma gittiğinizde bir anlamda marjinalize oluyorsunuz, bir azınlık durumuna düşüyorsunuz. Bu yüzden özel bir çaba gösteriyor, Türkiyedeki başarınızın çok ötesine geçiyor olabilir misiniz? Şimdi bana yolda sık sık "Türk Nihat" diyorlar. Bu çok önemli bir şey. "Türk" dediler mi sanki beni Türkiye gibi görüyorlarmış gibi geliyor. O yüzden daha fazla efor sarf ediyorum. Buradakine göre daha mı özgür futbolcular orada? Bence çok çok daha özgürler. Mesela geçen haftaki maçta 2-0 öndeyken uzatmalarda iki gol yiyip berabere kaldık. Yenseydik lider oluyorduk. Buna rağmen maçtan sonra rahat rahat seyircinin arasından sevgi tezahüratları içinde çıktım sokağa. Bindim arabama, evime gittim. Şimdi böyle bir durum Türkiyede olsa ben o staddan öyle çıkabilir miydim? Ama orada futbola "oyun" diyorlar. Türkiyeye dönseniz yine Beşiktaşta mı oynamak istersiniz? Evet ama ben bir profesyonelim de. Beşiktaşın da bu şartları hazırlaması lazım böyle bir durumda. Fakat ben dönmeyi düşünmüyorum, Avrupada sürdürmek istiyorum futbol hayatımı.

Yazarlar