Pazar “Üç fotoğraf ve nüfus kağıdımı istetti, evlilik teklifi buydu”

“Üç fotoğraf ve nüfus kağıdımı istetti, evlilik teklifi buydu”

18.10.2009 - 01:00 | Son Güncellenme:

Gülper Refiğ: “Filminin müzikleri için çalışmaya başladım. Ama baktım ki benim kaç katım müzik bilen biri. Bir ay sonra filmin set amiri nüfus cüzdanımı ve üç fotoğraf istedi. Halit’in evlenme teklifi buydu. Hayat onun için sadece mânâ ve düşünmekti. Aradığım adam oydu. ‘Bu adamla evlenmem lazım’ diye düşündüm.”

“Üç fotoğraf ve nüfus kağıdımı istetti, evlilik teklifi buydu”

Gülper Refiğ 34 yıllık eşi Halit Refiğ’i kaybetti geçen hafta.
Türk sinemasının en değerli isimlerinden, ulusal sinemanın babası Halit Refiğ’i. Onu bize anlatmasını istedik. Acısı bu denli tazeyken zordu konuşmak; zaman zaman yutkunarak, zaman zaman gözyaşı dökerek tamamladı söyleşiyi.
Geçmişi anlatmak kolaydı, sesi hemen neşeleniyordu. Ama son birkaç ayı yeniden dillendirmek çok üzüyordu onu. Olabildiğince söz etmedik bu nedenle hastalıktan. Hele ölüm kelimesini hiç anmadık. Zaten geniş zaman kipiyle söz ediyor eşinden Gülper Refiğ. Henüz di’li geçmiş kullanmaya hazır değil.
Uzun süredir hastaydı oysa Halit Refiğ, herkes biliyordu sonun yaklaştığını. Ama bunu bilmek hiç hazırlamamış Gülper hanımı. Bunca hayran olduğu, onu konuşmaktan apayrı bir mutluluk duyduğu, her Halit deyişinde ağzından
bin bir Halit daha çıkan eşinden
ayrılmaya hazır olabilir miydi ki?

Nasıl tanıştınız Halit Refiğ ile?
Rüya Mocan ile Mustafa Ağaoğlu’nun evinde tanıştık. Çok istediler tanışmamızı, yakıştırmışlar birbirimize. Ben Hamburg’da piyano tahsili görmüştüm. Halit de “Aşk-ı Memnu”yu çekmek üzereydi. “Sana bir Nihal bulduk” demişler ki gelsin Halit; çok ciddi bir adam, başka türlü gelmezdi.

Oyuncu mu olmak istiyordunuz?
Hayır, benim bu söylenenden haberim bile yok. Bana karşı en kayıtsız davranan adamla karşılaştım Halit’i görünce. Çok komiktir. O bana “Siz Nihal olamazsınız” diyor, ben de “Nihal nedir?” diye soruyorum içimden. İşin aslını anlayınca Rüya ile Mustafa’ya çok kızdım. Kendimi bir şey zannediyordum o zamanlar. Hamburg’da iyi bir çevrem vardı müzisyenlerden, sanatçılardan oluşan ama bütün konuşmalar bana yüzeysel geliyordu. Evlenmeyi düşünmüyordum.

“Çocuk gibiydi, dizime yatardı, başını kaşırdım”

Sonra nasıl etkiledi sizi Halit bey?
Halit “Aşk-ı Memnu” hakkında bir şeyler söyledi, inanılmaz bir analizdi. Çarpıldım. Ayrılırken bana kartını uzattı, “Siz Nihal olmazsınız ama isterseniz sizinle filmin müzikleri konusunda çalışabiliriz” dedi. O kartı aldım güzel güzel, Shakespeare’in “Hırçın Kız”ındaki gibi süngülerim düşmeye başladı. Çok mücadele ettim kendimle arayıp aramamak için ve aradım. Hayatımda aradığım ilk erkektir Halit.

Sonra?
Eve davet etti. Çok da korkuyordum nasıl bir manzarayla karşılaşacağım diye. Camda beni beklerken buldum. O huyunu da hiç bırakmadı, herkesi camda karşıladı, iki eli kanda olsa arkasından el salladı. Evde Bengi Bugay, İlhan Arakon, Metin Erksan vardı. Ben koşuşturuyorum müzik bulayım diye, bir de baktım ki benim kaç katım müzik biliyor. Çoktan parçaları belirlemiş hatta. Demek ki beni tanımak istemiş.

Nasıl bir evdi?
Her taraf dökülüyor, partal. Ama büyük bir kütüphanesi vardı. Çok varlıklı bir ailenin çocuğu olduğunu ve mirası reddettiğini sonra öğrendim. Asla ve asla hiç kimseyle para konuşmazdı. Kimseden bir şey istemezdi. Babasını kaybettiğinde herkese başsağlığı dilemiş, konuşmamış bile. Mirası da almamış.

Siz nasıl kabul ettiniz bu yaşamı?
Bu 35 sene içinde biz neden böyle yaşıyoruz diye üzüldüğüm zamanlar oldu. Kirada oturduk hep, sağ olsun Sapanca’daki evimizi Türker İnanoğlu yaptı bir dizi karşılığı. “Türker bana ev yapmak istiyor ama reddedeceğim. Üzülür müsün?” dedi bana. Bizim Sapanca’da dededen kalma yerimiz vardı, “Oraya bir kulübe yaparız, yine mutlu oluruz” dedim. Ama can dostumuz Türker bey “İnsanın bir evi olması lazım” dedi ve yaptı.

Nasıl evlenme teklif etti size?
Etmedi. Tanışalı bir ay olmuş... Filmin müziği ile ilgileniyordum. Nihal’in piyano sahnelerinde görünen eller bana attir. Piyano parçalarını ben çalıyordum. Bir gün ben sete gittim, set amiri “Gülper hanım üç fotoğraf, bir nüfus kağıdı” dedi. Hayat onun için sadece mânâ ve düşünmekti, aradığım adam oydu. “Benim bu adamla evlenmem lazım” diye düşünüyordum.

Sevgili miydiniz o sırada?
Tabii tabii. Halit aklına bir şey koydu mu kimse vazgeçiremez. Tanıştığımızın ilk haftası bir arkadaşına yemeğe gittik birlikte. Kapıda “Seni şimdi nişanlım olarak tanıştıracağım” dedi. Sormazdı çünkü hiçbir şey, kimseden bir şey talep etmezdi. O günden sonra sevgili olduk.

Neler yapardınız birlikte?
İkimiz çok mesuttuk, çok eğlenirdik. Çocuk gibi bir ruhu vardı, çok kahkahalar atardı. Dizime yatardı, başını kaşırdım, çok mutlu olurdu. Soframız, gelenimiz gidenimiz de eksik olmazdı.

Yemek pişirir miydi?
Hayır. Evliliğimizin ilk iki ayı o pişirdi yalnızca, ben hiç bilmiyordum. İki ay bonfile, tereyağı, domates, biber yedik. Sonra annesinden pilav yapmayı öğrendim.

“Hep efendi olmak, öyle yaşamak istedi”

Nasıl bir çocukmuş Halit Refiğ?
Tek çocuk. Annesi derdi ki “Halit hiç çocuk olmadı”. En ciddi haliyle ansiklopedi okurmuş küçükken de. 3 yaşında öğrenmiş zaten okumayı, onda da önce babasının Fransız dergilerindeki resimlere bakmadan uyumazmış. Ömrü boyunca da okuyarak uyuma alışkanlığı devam etti. Bir kitap yazmaya çalıştım bu sene, inşallah yayımlanacak. “Dünyada Senfoni, Türkiye’de Senfoni, Akses’te Senfoni” diye biraz iddialı bir kitap. Kaynak arıyordum, nerede buldum biliyor musun? Sapanca’da Halit’in kütüphanesinde. Ciltleri kırmızı deriden, eski İngilizce kitaplardan bir deste... İçini bir açtım, 1949 yazıyor. Halit 15 yaşında. Büyük adam gibi takım elbiselerini giyip her pazar konsere gidiyor. Leonard Bernstein, Gaspar Cassado dinliyor. Halit gitmeden önce o senfoniyi okuyor, notlar alıyor, kitabı yanına alıp gidiyor. Ben Hamburg’da dünya çapında müzisyenlerle tanıştım, hiç böylesini görmedim.

Anlattığınız kişi çok yalnız geldi bana...
Yalnız fakat aynı zamanda çok eğlenen, güzellikten hoşlanan biri. Dün taziyeye gelenler arasında yuva arkadaşları bile vardı. Hâlâ lise arkadaşlarıyla görüşür, hiçbir sevdiği insanı unutmaz. Bize gelsinler, yensin içilsin isterdi. Hep efendi olarak yaşamak istedi. Bir kağıt buldum evde; diyor ki “Efendi olmak istedim. Sermayeye, devlete, Batı’ya karşı efendi... Ömrüm boyunca bunun savaşını verdim. Yalnız kaldım. Beni bir tek Gülper yalnız bırakmadı”.

Ailesini anlatır mısınız biraz?
Avrupai bir aile, Selanikli. Türkiye’nin ilk tekstil sanayicilerinden. Çok başka bir hayat yaşıyordu Halit, aileyle bağları kopmuştu. Küçük amcası Ata Refiğ’i çok severdi. Şişli Terakki Vakfı’nın kurucularındandı amca, sonra kendini resme verdi. Yıllar önce bir tablomu yapmıştı; kucağımda kedimiz, saçlarım da kısaydı. Hastanede Halit bana “Git saçlarını Ata amcamın tablosundaki gibi kestir” dedi. Koşa koşa gidip kestirdim.


“Bir tek senin için yaşamak istiyorum Gülper”
Hastalık ne zaman teşhis edildi?
Geçen sene aralık ayında adaya gittik, en büyük tutkusu Burgazada’ydı. “Ben buraya aitim” derdi. Birdenbire iştahı kesildi, kahvaltı edemedi. Zaten son sene birazcık kabuğuna çekildi. Çok yakınlarını kaybetti, yalnız kaldı. O iştah kesilmesinden sonra bir ay rengi gitgide sarardı. Hiç doktora gitmek istemedi. Kan tahlillerinde sarılık çıktı. Sonra MR’lar, tomografiler; safra kesesi yollarında tümör anlaşıldı. Uzun süre belli etmedim ona. Üzülmesin diye sakladım. Ama anlamıştı çoktan.

Konuştunuz mu hastalığı?
Hastaneye gitmeden konuştu benimle. “Bir tek senin için yaşamak istiyorum ama bu kadar da işkence çekmek istemiyorum” dedi. Sadece son anlarında güldü, bana güldü. Ben üzülmeyeyim diye, “Ben mesudum” demek istedi.

“Opera bitince ‘Aslan Mozart’ dedi”
Uzun süre hastanede kaldınız.
Senfoniler, operalar dinliyordu. Goethe Enstitüsü’nün müdürü Claudia Raabe ve FIPRESCI’nin başkanı Klaus Eder, Halit’i ziyarete hastaneye geldiler. Halit, Mozart’ı çok sever. “Don Giovanni” operası Halit için en güzelidir. Ertesi gün küçücük bir kutu geldi, içinde bir I-pod, “Don Giovanni” yüklenmiş. Şuuru son 10-15 gün tam yerinde olmamasına rağmen operayı dinledi ve sonunda “Aslan Mozart” dedi. Çok tuhaf bir şey, Mahler de ölürken “Mozart, Mozart” diyor.

TV izliyor muydu?
Hasta yatağında bir tek yeni “Aşk-ı Memnu”yu seyrediyordu. Profesyonel olarak çok beğendi. Dizinin yönetmeni Hilal de (Saral) iki-üç defa hastaneye geldi.

Yarım kalan Hollywood macerası
“Amerikalı arkadaşları çok istediler Hollywood’a film yapmasını. Ama tek satırına karışılmasın isterdi. Elliot diye bir arkadaşı vardı, ‘Hollywood rönesansını Halit yapacak’ derdi. Halit’in bir hikayesini alıp yapımcılara götürdü. Hikaye 13’üncü yüzyılda Anadolu’da geçiyor, şövalyenin nişanlısı bir kız ve Selçuklu bir oğlanın aşkı. Bütün medeniyetler var içinde. Şimdi ABD’de böyle filmler çekiliyor. Çok beğendiler hikayeyi. Bir gün telefon ettiler, Halit konuşmaya başladı. Çok heyecanlandım, istiyordum ki Halit herkese kendini ispat etsin, paramız olsun... Onun hiç umrunda değildi. ‘Yes, yes’ diye neşeyle konuşmaya baladı, sonra o yesler karardı, ‘Belki başka bir zaman’ diye kapadı telefonu. Değişiklik istemişler senaryoda, kabul etmedi tabii. Bir hafta ağladım.”




Avrupa Birlikçi papağan
-John Ford’u çok severdi. Defalarca seyrederdi filmlerini. İlk seyrettiği film, John Ford’un “Stagecoach”u, 6 yaşındaymış. Belki de öyle karar verdi sinemacı olmaya. ABD’ye gittik, araba tuttu ve o filmdeki toprak yoldan geçtik birlikte. Tabii şimdi otoban olmuştu. Halit’in heyecanını görecektin.
-Halit’in filmlerine dikkatli gözle bakanlar mutlaka bir kediye rastlarlar. Mesela “Gurbet Kuşları”nda karakterler
o eski sokakta yürürken arkadan çok zavallı bir köpek geçer. Sevdikleri, kimsesiz, acı çeken hayvanlardı. Hastanede son anlarına kadar bana bunları anlatıyordu, ben de çok üzülüyordum niye bunları düşünüyor diye...
-Onun için en önemli kişiler Oğuz Atay, Ahmet Adnan Saygun, Kemal Tahir ve Sedad Hakkı Eldem. Dünyadan ise Frank Lloyd Wright, Mahler, Wagner,
Mozart, Spinoza, Freud, Eflatun, Büyük İskender.
- Evde bir kedi var, Afet. Bir de papağan. Hep “Halit” der, “Bak baba geldi”. Hem “Üsküdar’a Giderken”i söyler ıslıkla hem de Beethoven’ın
5. Senfoni’sini. Halit “Kuşuma bak, Avrupa Birlikçi” derdi.

“Elia Kazan bu haldeyse sen başkasını bul”
“İlter Türkmen büyükelçiyken evinde verdiği bir davette Elia Kazan’la tanıştık. Halit’i New York’a evine çağırdı. Ben de “Halit, adam gibi bir şey giyin diyorum, koskoca Kazan”... Çok da sıcak bir ağustos günü. Kapıyı çalıyor, Elia Kazan bir açıyor, don ve atletle. Hava feci sıcak, “Sen de çıkar” diyor Halit’e. Halit burjuva çocuğu; bırak pantolonunu çıkarmayı, şort bile giymez. Ev o kadar küçük ki diz dize oturuyorlar. İçerden bir poşet çay, iki bardak sıcak su getiriyor Kazan, aynı poşeti ikisinin de bardağında kullanıyor.
Halit “Bak yavrucuğum” dedi, “Yol yakınken ben sana burada bir petrolcü koca bulayım, derhal beni bırak. Elia Kazan bu haldeyse ben ne olurum.”