27.11.2011 - 02:30 | Son Güncellenme:
İdil Ramazanoğlu/idilramazanoglu@gmail.com
25 Şubat’ta yürürlüğe giren 6111 sayılı af yasası, birçok kişi için yepyeni bir hayatın başlangıcı oldu. Bu yıl yeniden üniversiteli olan
148 bin 584 kişi, yarım kalan hayallerinin peşinden gidiyor. Başvuranlar arasında lisans eğitimlerini tamamlamak isteyenler de var, yarıda bıraktıkları akademik kariyerlerine devam etmek isteyenler de.
En dikkat çeken grup ise eğitim hayatına
uzun süre ara verdikten sonra amfilere dönenler. Birçoğu farklı meslek gruplarında yıllardır çalışıyor veya çoktan emekli olmuş. Çocukları üniversite mezunu olan veya sınavlara hazırlananlar da var, torun sahibi olanlar da. Bir kısmı maddi yetersizlikler, geçim derdi gibi sebeplerle hayallerini ertelemişken, diğer kısmı da öğrenci oldukları dönemdeki siyasi karışıklıklar yüzünden okulu bırakmak zorunda kalmış.
Hepsinin hayat hikayesi çok farklı, fakat hemfikir oldukları bir konu var: Hayaller ertelense bile onlardan asla vazgeçmemek gerek.
“Okula gelirken üç vasıta değiştiriyorum. Ailem bu durumdan endişe duyuyor”
Mimar Sinan Üniversitesi’nin resim bölümündeki atölyeye girdiğimizde, projeleri üzerinde çalışan 20’li yaşlardaki öğrencilerin arasında 80 yaşındaki Mihriban Aktarı’yı görüyoruz. Maddi nedenler yüzünden okulu bıraktığı dönemde çok üzüldüğünü, gençliğinde bu okulda öğretim görevlisi olmanın hayalini kurduğunu anlatırken hüzünleniyor. Ama bugünü sorunca yeniden öğrenci olmanın heyecanını gizleyemiyor.
* Okula dönmeye nasıl karar verdiniz?
Gazetede okudum af çıktığını. Sonra birkaç gün kendi kendime düşündüm; 61 yıl geçmiş aradan, olur mu olmaz mı diye. 1950 senesinde çok isteyerek kazandığım bu okuldan ayrılmak zorunda kaldığım zaman o kadar üzülmüştüm ki bütün belgeleri yırtıp atmıştım. Burada öğretim görevlisi dostum
Meriç’e (Bakiler) telefon ettim. Elimde hiçbir belge olmadığını ama dönmek istediğimi anlattım.
Meriç bana kızlık soyadımı, sınava girdiğim seneyi sordu. Bir gün sonra kaydım çıktı.
* Eğitiminizi neden yarıda bırakmıştınız?
Okula başladıktan bir süre sonra babamı kaybettim. Çok maddi sıkıntı çektik, bırakmak mecburiyetinde kaldım.
* Aileniz tekrar öğrenci olmanıza ne dedi?
Belgelerim bulunana kadar eşime bu konudan hiç bahsetmedim, eğer kaydım yenilenemeyecekse evde hiç yoktan bir hareketlilik olmasın diye. Sonra her şeyin netleşmesinin ardından söyledim. “Ben araştırdım, galiba benim kaydım çıktı” dedim. Üç torunum, iki oğlum var. İlk önce herkes karşı çıktı. Okula gidip gelirken üç vasıta değiştiriyorum, yoldan ve trafikten endişe duydular. Ama sonuçta benim buradan bir beklentim yok, bu bir gönül işi. Ben 60 yıl buranın hayalini yaşamışım, kalbimde hep saklamışım. İnanın okulu göreceğim diye bu yoldan, kapısının önünden bile geçmek istemezdim. Onun için şansımı denemek istediğimi söyledim. Yorulursam, hasta olursam devam etmeyeceğimin sözünü vererek onları ikna ettim.
“İlk haftalarda zona oldum”
* Onları ikna ettikten sonra ne yaptınız?
Aday kaydımı yaptırdık, kesin kayıt için eylüle kadar bekledim. Tabii beklerken geçirdiğim heyecanı tahmin edersiniz... Kayıt günü heyecandan sabaha kadar uyuyamadım. Sonra da başka bir telaşa kapıldım, okula nasıl uyum sağlayacağımı düşündüm. İlk haftalarda hem ailemi ikna etmek hem okula uyum sağlamak için yaşadığım sıkıntılar yüzünden zona oldum, hâlâ ellerimde izleri var ama yaşadığım mutlulukla kıyaslandığında her şeye değerdi. Şimdi evdekiler her gün soruyorlar vazgeçtin mi diye. Hayır diyorum, vazgeçmek yok.
* İlk gününüz nasıl geçti, tedirgin miydiniz?
Sınıfta 10 kişiyiz, bu büyük bir şans. Öğrencilerin tepkisini kestiremiyordum fakat önceden bahsetmişler çocuklara. Beni “Ne kadar güzel sizi aramızda görmek” diye karşıladıklarında kendime güvenim geldi. Bana o gün ne yaptığımı soruyorlar, hiç hatırlamıyorum. O kadar heyecanlıydım ki...
* Şimdi okuldakilerle aranız nasıl?
Sınıftaki öğrenciler çocuklarım gibi oldu, bana “Mihriban teyze” diyorlar. Çok güzel bir ilişkimiz var hepsiyle. Asistanlar ve doçentler de çok yardımcı oldu. Onların ablası, annesiymişim gibi çok büyük bir yakınlık gösterdiler. Onlara “Dört dörtlüğüm demiyorum ama buranın aşkı benim yüreğimde. Bu aşkla bir şeyler olursa olur, yoksa bu yaştan sonra benden ne köy olur ne kasaba” dedim. “Siz bizim şeref konuğumuzsunuz” dediler, çok onurlandırdılar. Tedirgindim, en ufak terslikte geri gidebilirdim. Bir bakalım neler yapabiliyorsunuz dediler ve derslere nü konusundan başladık.
* Nasıl geçiyordu dersler?
İlk hafta bende iş yok dedim. Çünkü hiçbir şey çizemiyordum. Sanki yıllarca o resimleri yapan insan ben değilmişim gibi... Vazgeçmeyi düşündüm ama herkes bana o kadar inanarak yaklaştı ki şimdi her şey yerli yerine oturdu. Hatta ikinci dönem yağlı boyaya geçersin diyorlar. Yağlı boyaya geçmek de çok mühim bir şey. Ama hiçbir şey yapmasam da sabahları buraya gelip, buranın havasını almak bana yetiyor. Bir işe yaradığımı hissediyorum. Zaten evde bütün gün oturabilen biri hiç olamadım. Sürekli kurslara ve derneklere gidiyordum.
“16 yıl boyunca Anadolu’nun köylerinde öğretmenlik yaptım”
* Okuldan uzakta geçen yıllar boyunca resim çizmeye devam etmiş miydiniz?
Öğretmen okulu mezunuyum. Babamı kaybedince iki kadın yapayalnız kaldık. Ben
18 yaşındayım, annem 37 yaşında. Geçinmemiz gerekiyor. Öğretmenliğe döndüm, tayinimi istedim. Erzincan’a tayinim çıktı, orada da bir yıl kaldım. Biz Egeliyiz, doğunun şartlarına uyum sağlayamadık. Anneme “Topla eşyalarını, İstanbul’a gidiyoruz, orada kimse aç kalmamış, biz de kalmayız” dedim. Dönünce babamın işyerindeki arkadaşlarına gittim. Gazeteci Leyla Umar’ın babası da oradaydı, yardımcı oldu. Resme düşkünlüğümü biliyorlardı, beni matbaaya çinkograf-afiş ressamı olarak aldılar.
*Sonra ne yaptınız?
Evlendim! Eşim de hukuk fakültesini bırakmıştı, beraber bir maceraya atıldık. Evlendikten sonra
16 sene Anadolu’da öğretmenlik yaptım. Yalnız her zaman çok üzülerek hatırlarım, matbaadakiler ayrılmamı istemedi, “İstikbalin çok parlak” dediler. Ama ne yaparsınız, gönül ferman dinlemiyor.
O geçirdiğim 16 seneden hiç pişmanlık duymadım. Anadolu’da köylerde çok güzel çocuklar tanıdım. Özellikle hep köylerde çalışmayı tercih ettim. Şimdi Meclis’te görev yapan öğrencilerim var. Sonunda kader bizi İstanbul’a geri getirdi.
* İstanbul’da yaşantınıza nasıl devam ettiniz?
1988’e kadar Paşakapısı İlkokulu’nda çalıştım. 10 sene boyunca okumak isteyip okuyamayan özel çocukları eğittim. Kendi yüreğimdeki yangını onlara faydalı olarak söndürmeye çalıştım. Darüşşafaka’ya çocuklar yerleştirdim, hâlâ birçoğuyla görüşüyorum. Sonraki 10 sene Anadolu liseleri ve kolejlerde çalıştım. 2000’de “Bu hayat benim” diyerek isyan ettim ve her şeyi bıraktım. Kendimi resim çizmeye adadım. Ev resim galerisi gibi oldu. Çizdiklerimden memnun olmasam da yine de istediğim şeyi yapmayı sürdürdüm. Bu kanun beni hayata döndürdü. 80 yaşındayken 10 yaşında bir çocuk gibi duygu dolu, sevgi dolu okula koştum geldim, çok mutluyum.
“Tanrı bana dört seneyi verir mi?”
* Mezun olana kadar derslere her gün devam etmeyi hedefliyor musunuz?
Dört seneyi göze alamıyorum. Tanrı bana bu dört seneyi verir mi bilemiyorum ama en azından iki seneyi bitirip ön lisans diploması almak çok istiyorum. Buralarda bir ev bulsam inanın kiralayıp burada oturacağım, Üsküdar’dan gidip gelmek çok zor oluyor. Eşim sabahleyin iskeleye bırakıyor, motorla karşıya geçiyorum, sonra tramvayla Fındıklı’ya geliyorum. Fakat buradakiler o kadar yardımsever ki benim için her şeyi kolaylaştırıyor. Öğrencilerin giriş yaptığı kapıdan bizim atölyeye gitmek için epey yürümek gerekiyor. Benim için özel izin çıkardılar, daha yakın olan personel girişinden geçmem için. Ama ben ayrıcalık istemiyorum. n
“Ailemin kararıyla tıp okudum, mühendislik içimde kalmıştı”
Ahmet Bülbül (İTÜ İnşaat Fak.)
55 yaşındayım, 1974 yılında İTÜ İnşaat Mühendisliği’ni kazandım. İstediğim ve başarılı olduğum bir bölümdü. Sınıf birincisiydim ancak o günün şartlarında ailemin ülkemizde hekime daha çok ihtiyaç olduğunu görüşüyle okulu yarıda bırakıp tekrar sınava girdim. 20 günlük bir çalışmayla Tıp Fakültesi’ni kazandım. 1981 yılından beri aile hekimliği yapıyorum. Şimdi ise öğrenci affını değerlendirmek istedim ve 1975’ten beri sakladığım öğrenci belgelerimi gün yüzüne çıkardım. Okulu bitirip inşaat mühendisi olursam, insanları deprem vb afetlerde mağdur etmeyecek sağlam inşaatlar yapmayı hedefliyorum.
“Dönmek ilaç gibi geldi”
Nuran Alemdar (İstanbul Ü. İngiliz Dili ve Edebiyatı Böl.)
* 1975’te eczacılık fakültesini kazanmıştım, o dönemdeki öğrenci olayları yüzünden ailem devam etmemi istemedi. İki yıl sonra tekrar hazırlandım ve Ankara Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı’na girdim. Okula bir hafta devam ettim fakat ara vermiş olduğum için adapte olamadım yine vazgeçtim. Sonrasında evlendim. Şimdi aftan yararlanarak döndüm.
* Çocuklarımın ikisi de üniversiteyi bitirdi. Yıllardır çok istediğim halde üniversiteye gidememiş olduğumu bildikleri için beni çok teşvik ettiler.
* Okula dönmek ilaç gibi geldi. Kendimi yeniden 18 yaşında gibi hissediyorum. Derslere oğullarımla birlikte çalışıyoruz, bana
“Kesin 50-60 alırsın” diyerek moral veriyorlar.