Pazar Yine bizim hikâyemiz anlatılıyor

Yine bizim hikâyemiz anlatılıyor

26.06.2005 - 00:00 | Son Güncellenme:

Gökhan Akçura'nın yazdığı "Ay'a Seyahat" çeşitli konulardan oluşmuş bir tür antoloji. Yazarın daha önceki yapıtları gibi, son derece eğlenceli ve öğretici

Yine bizim hikâyemiz anlatılıyor

Doğrusu büyük keyifle okudum (ve seyrettim) "Baytekin"i. Ama ne yalan söyleyeyim, "süper"ler arasında benim gözdem Dev Adam'dı. Captain Marvel. Çocukluğum boyunca, çelimsiz delikanlıyı kurşun geçmez uçarı bir kahramana dönüştüren "Şazem" kelimesini dilimden düşürmedim.Gökhan Akçura'nın "Ay'a Seyahat" (Everest Yayınları) kitabı yine geçmişe götürdü beni. İlk bölümü okurken sevgili Mıstık'ın Milliyet Çocuk Dergisi'nde yayımlanan "Uzay Çocukları" çizgi romanını hatırladım hep. 1970'lerin sonunda, 80'lerin başında çocukları ne kadar etkilemişti.Bir de Apollo 11'le Ay'a ilk gidenleri... Okmeydanı'nda yedek subay öğretmenlik dönemimde, dördüncü sınıfta kendi adlarını bile yanlış yazan, karda okula terlikle gelen, geceleri sinemada gazoz satarak annesine bakan çocuklara Ay'a ilk ayak basanın Armstrong mu, Aldrin mi, Collins mi olduğunu sormamız isteniyordu.Neyse... Yine anılara dalarsak Akçura'nın kitabı gümbürtüye gidecek. Ama Akçura'nın yapıtlarının bir özelliği de bu değil mi zaten? Okuru ortak anılardan kişisel, özel anılara sürüklemesi..."Ay'a Seyahat" sadece uzaydan söz etmiyor. Vampirlerden "haşa huzurdan eşek"lere kadar renkli konular içeriyor. Yakın tarihimizle bağlantılarını kurarak.Akçura "mitolojimizde vampir eksiği"ne değiniyor. Bizde vampir diye tanıtılanların aslında yamyam olarak nitelendirilmesi gerektiğini söylüyor. Sözgelimi, Zeytinburnu Canavarı için, "Evet, dişlerini kullanıyor, ama parçalamak için. Bir vampire yakışmayacak kadar kaba bir hareket!" diyor.Bu konuda en önemli, belki de tek kitabımız Ali Rıza Seyfi'nin "Drakula İstanbul"da romanı. İlk baskısı 1930'larda "Kazıklı Voyvoda" adıyla yapılmış. Romanı okumadım ama filmini nasıl unuturum! Atıf Kaptan'ın "Drakula"sı Cüneyt Arkın'ın "Dünyayı Kurtaran Adam"ından hiç de geride kalmazdı doğrusu. Kitaptan öğrendiğime göre, Mehmet Muhtar'ın yönettiği film, "ulusal 'kült' olarak, uluslararası festivallerde bile gösterilmeye devam etmekte"ymiş."Niçin bizim cadılarımız yok?" Akçura, bölüm başlığı olarak kullandığı sorusunu açıyor: "Aynen vampir tarihine el attığımız gibi, cadı tarihine de ulusal mesele ekseninden baktığımızda bir hayal kırıklığı ile karşı karşıya olduğumuzu fark ediyoruz. Tamamen, feminist kronolojimizde gerçek cadılar yok. Bu bir eksiklik mi, değil mi, fazla kurcalamayalım. Ama folklorik anlamda bir cadı tarihimiz var."Gerçekten öyle. Cadı, düşünüyorum da, hep masallarımızda var olmuş. Avrupa'da şeytanla işbirliği ettiği için kazığa bağlanıp yakılırken, bizde Keloğlan'ın yolunu kesmiş ya da Karagöz'ü eşeğe çevirmiş.Yazılı edebiyatımız da cadı açısından kısır sayılır. Ya şarkılarımız? "Bizde yok ama dünyada dolu!" diyor Akçura.Kitapta ilgiyle okuduğum bir bölüm de "Son haremağalarına ne oldu?" bölümü. Haremağalarının sarayla birlikte yok olduğunu sanırdım. Sözgelimi, cumhuriyet döneminde son haremağalarının bir araya gelerek, merkezi Divanyolu'nda olan Harem Ağaları Teavün Cemiyeti adlı bir dernek kurduklarını bilemezdim. "Ay'a Seyahat"ten öğrendim bunu da. Kitapta, 1930'larda yayımlanmış röportajlardan alıntıları keyifle okudum."Bir burun misyoneri" bölümünü de. Ara başlıklar bile insanı keyifli bir okumaya çağırıyor: "Burnu ünlü ünlüler", "Burun delikleri ve dünya politikası", "Anayasada yer alacak burun maddesi" vb..."Yeni zaman zehirleri" bölümü uyuşturucudan söz ediyor. Özellikle 1930'larda Server Bedi'den (Peyami Safa) Aka Gündüz'e kadar ne çok yazar kokaini konu alan yapıt üretmişti. Akçura kitabını örneklerle zenginleştirmiş.Doğrusu "horoz"la "eşek"in böyle bir "nostalji kitabı"nda yer alabileceğini pek düşünemezdim. Yanılmışım. Meğer yakın tarihimiz bu konularda da zengin sayılırmış. "Horozname" ve "Haşa huzurdan eşek" bölümleri bunun güzel bir kanıtı.Akçura daha önceki kitaplarını belirli konulara ayırırdı. "Ay'a Seyahat" çeşitli konulardan oluşmuş bir tür antoloji. Yazarın daha önceki yapıtları gibi, son derece eğlenceli ve öğretici.Arka kapaktaki yargıya katılıyorum: "Akçura'nın geçmişten aldığı tablolar yer yer hüzünlü, yer yer gülünç, ama hepsi de bizim hikâyemizi anlatıyor." Baytekin'i sinemada tanıdım. 1940'ların ortaları olmalı. 10 yıl kadar önce Çocuk Sesi dergisinde serüvenleri yayımlanırmış meğer. Onları bilmiyordum. Üçüncü sınıftan dörde geçtiğim zaman Tahsin (Fıratlı) ağabey bana kendi ilkokul döneminin Çocuk Sesi ciltlerini armağan ettiğinde gördüm, hemen "Baytekin" çizgi romanına "saldırdım".

Yazarlar