Pazar 'Yönetmenin ülkesi yok, iyisi ve kötüsü var'

'Yönetmenin ülkesi yok, iyisi ve kötüsü var'

11.02.2018 - 01:30 | Son Güncellenme:

Ferzan Özpetek’le yapımcılığını üstlendiği yeni filmi “Cebimdeki Yabancı”yı konuşmak için buluştuk. Özpetek oyuncunun da, yönetmenin de ülkesi yok. İyi oyuncu- kötü oyuncu, iyi yönetmen- kötü yönetmen var” diyor

Yönetmenin ülkesi yok, iyisi ve kötüsü var

Yönetmenin ülkesi yok, iyisi ve kötüsü var
Dünyaca ünlü yönetmen Ferzan Özpetek’le yapımcılığını üstlendiği ve son günlerde dillerden düşmeyen yeni filmi “Cebimdeki Yabancı”yı konuşmak için ikinci evim dediği Pera Palace’ta buluştuk. Ama sadece filmi konuşmadık çünkü “GQ Türkiye Men Of The Year 2017” ödüllerinde “En İyi Yönetmen” ödülünün sahibi de o oldu. Sohbetimizde yok yok. Ferzan Özpetek “Cebimdeki Yabancı” filminin oyuncuları için “Bu filmdeki oyuncuların hepsi üstün. Oyuncunun ülkesi yok, yönetmenin de ülkesi yok. İyi oyuncu- kötü oyuncu, iyi yönetmen- kötü yönetmen var” diyor. Ferzan Özpetek’le tanışana kadar onun sadece çok iyi bir yönetmen olduğunu biliyordum ama röportaj sırasında çok da iyi bir insan olduğunu gördüm. Sırrı duygulara, 6. hisse verdiği önem sanırım. “Karşılaştığınız herkes, hakkında hiçbir şey bilmediğiniz bir mücadele veriyor. Her zaman nazik olmayı unutmayın” diyor Ferzan Özpetek ve bunu uygulamayı bilen nadir isimlerden...

Haberin Devamı

Herkes yapımcılığını üstlendiğiniz yeni filminiz “Cebimdeki Yabancı”yı konuşuyor. Türkiye’de bu kadar ilgi göreceğini bekliyor muydunuz?

Ümit ediyordum. Sinemanın en güzel yanlarından biri de hiçbir şeyden emin olamıyorsunuz. Tersi olsa zaten her yaptığımız film büyük işler yapar, her şey harika gider. Film İtalya’da olay oldu. Ardından dağıtım şirketini arayıp, Türkiye için haklarını almak istedim. Zaten benden 1 ay sonra film Berlin’e sunuldu ve Berlin’de bütün dünyaya satıldı. Sadece Çin 600 bin dolar ödemiş hakları için. İspanya’da 3,5 milyon gişe yaptı şimdiye kadar. Rusya’da son 30 yılın en çok iş yapan Avrupa filmi olmuş.

Biz normalde sizin kendi projelerinize alışkınız ama “Cebimdeki Yabancı” uyarlama? Sizi bu filme çeken neydi?

Haberin Devamı

Tek faktör inanmayacaksınız belki ama 7 tane oyuncunun bir masa çevresinde böyle bir tehlikeli oyunu oynaması. Belki de yatırımım boşa gidecekti ama dedim ki, ‘Ferzan bu riske gir.’

Yönetmenin ülkesi yok, iyisi ve kötüsü var
Tutkunuzun peşinde koşuyorsunuz yani…

Hep, mesela gençler bana soruyorlar ‘yönetmenlik yapmak istiyorum, oyunculuk yapmak istiyorum, ne yapayım’ diye. Diyorum ki ‘tutku’ ama onun da bir metodu yok.

Herkes tutkusunu bulamıyor ama…

Bulamıyor, ne olduğunu bilemiyor. Ben bir de yönetmen, ressam, müzisyen ya da oyuncu olarak doğulduğuna inanıyorum. Bir sürü insan belki bunu bilmiyor. Bankaya gidiyorum mesela bankadaki görevli belki çok iyi bir yönetmen ama bilmiyor yönetmen olduğunu, denememiş hiç. Ben yönetmenlik yapamaya başladığım zaman babam bayağı İtalya’da beni soytarı gibi görüyordu o zamanlar. Belki de haklıydı. Hayallerinin peşinde koşan birisiydim. Bana bir iş buldular bakanlıkla ilgili bir yerde çevirmenlik işi, gayet de güzel maaşı vardı, kabul etmedim. Çünkü onu kabul etseydim, hayallerimden vazgeçecektim. Bir evim olurdu, bir arabam olurdu ama ben belki mutsuz bir insan olurdum. Onları düşündüm hep o zamanlar. Ama 21 yaşında bir çocuğun bunlara karar vermesi de zor.

Hayalleri gerçekleştirmek size göre hem tutku hem de cesaret istiyor o zaman…

Tutku cesaret istiyor. Ben de diyorum ki kaç kişinin hayali var. Kaç kişi hayal kurabiliyor. Eğer bir rüyan varsa gerçekleştirmek istediğin ne kadar güzel… Bir sürü insan amaçsız yaşıyor hayatta. Kim bilir ne kadar şair var, ressam var, biz bilmiyoruz.

Haberin Devamı

Cebimdeki Yabancı’nın yönetmeni çok yakından tanıdığımız oyuncu Serra Yılmaz. Siz de BKM ile ortak yapımcısınız bu filmde ama fragmanı izlerken dahi filmin içinde sizin olduğunuz anlaşılıyor.

Serra’nın filmde olması çok iyi oldu, çok güvendiğim bir insan Serra. Çünkü benim kontrol diye bir deliliğim var. Her yaptığım işte öyleyim, en küçük detayına kadar ilgileniyorum.

Bu ilk yapımcılık deneyiminiz değil mi?

Film olarak “Cebimdeki Yabancı”, bir de yine Frigo Film’den Mina ve Adriano Celentano’nun video klibini yaptık. Büyük bir yaratıcılık var yapımcılıkta da. Yapımcıyı insanlar para koyan olarak görüyorlar, öyle bir şey değil.

“Güzellik değil çekicilik beni ilgilendiriyor”

Filmlerinize baktığımız zaman erkek oyuncuları da kadın oyuncuları da izlemek ayrı bir zevk. Oyuncuları neye göre seçiyorsunuz?

Haberin Devamı

Güzellik değil de, çekicilik beni çok ilgilendiriyor. Çünkü evden çıkıyorsunuz arabanıza ya da metroya biniyorsunuz, sinemaya gidiyorsunuz, kuyruğa giriyorsunuz, filme giriyorsunuz. Benim anlayışıma göre beyaz perdede göreceklerinizin hayatta her zaman karşılaştığınızdan bir tık farklı olması gerek. Mesela tuhaf bir burun görürsünüz, dersiniz ki ne biçim bir burun! Ama o burundan bir kere hoşlanırsanız yandınız demektir, çünkü özel bir şey olur artık o… Değişik bir güzellik yavaş yavaş dikkatinizi çekerse etkisi çok kuvvetli oluyor ve kalıyor, yani karakter oluyor.

Oyuncular sizinle çalışmak için can atıyormuş hissine kapılıyorum çoğu zaman, doğru mu bu hissim?

Oyuncuyla olan ilişki çok önemli. Ben şu an İtalya’da bir film yapayım dersem aklınıza gelebilecek bütün oyuncular hazırdır, hemen filmi yapalım diye. Bunun nedeni oyuncularla kurduğum bağ, aşk ama anladığımız anlamda aşk değil.

Sizin filmlerinizde oynayan oyuncular parlıyor bence…

Evet doğru… Mesela “Bir Ömür Yetmez”de oynayan Ambro Angiolini ve Luca Argento İtalya’nın yıldızı oldu. İkisinin de ilk filmiydi. Oyuncunun kişiliğe girmesini değil de, kişiliğin oyuncuya yaklaşmasını sağlıyorum, buna inanıyorum. Bir filmin ana kısmı oyuncular olduğu için, onlardan hareket ediyorum hep. En önemlisi bir filmde oyuncunun size ne katacağı, ben de onu elde etmeye çalışıyorum. Çok iyilikle, bazen aşık olarak, çok ender terslenerek…

Haberin Devamı

“Oyunculara ‘sete aç gelin’ dedik”

Türk oyuncularla da, İtalyan oyuncularla da sıklıkla çalışıyorsunuz. Aralarında bir fark var mı?

Oyuncunun ülkesi yok, yönetmenin de ülkesi yok bence. İyi oyuncu- kötü oyuncu, iyi -yönetmen kötü yönetmen var. Türkiye’deki yaptığım oyuncu seçimlerinde sadece o an karşımda oturan insanın duygularından, bakışından etkilenerek hareket ettim. Ben deneme filmi çekmiyorum. Mesela bu filmdeki oyuncuların hepsi üstün. İzleyen arkadaşlarım da diyorlar ki, “Biz onları hiç bu şekilde görmedik” ve ben bundan büyük zevk alıyorum.

Mesela Çağlar Çorumlu… Biz onu komedide izlemeye alıştık.

Çağlar çok iyi bir oyuncu. Lisanı İngilizce olsaydı dünya çapında bir oyuncu olurdu. Hâlâ da olabilir tabii ki ama ana lisanımız da çok önemli bizim. Ama bütün oyuncular, hepsi ayrı ayrı çok büyük şeyler kattılar filme. Ve filmin bir özelliği daha var; ben oyunculara “Aç geleceksiniz sete kesinlikle çekimde yemek yiyeceksiniz” diyordum. Hele biz Serra Yılmaz’la ikimiz de yemeğe meraklıyız. Yani yedikleri yemekleri gerçekten yediler. Ve bunlar arasında gıpta ettiğim biri var, kıskanıyorum resmen, Leyla Lydia Tuğutlu… Biz daha provaları yaparken yemeye başlıyor. Diyordum ki; “Leylacığım çekimde yiyemeyeceksin, istersen sonra ye”, “Pardon pardon” diyip tekrar yemeye devam ediyordu. 3 kereden sonra “Artık bekleyeceğim, eğer çekimde yemezse, kızacağım” dedim. Onu da yedi. Ve incecik.

“Meral Okay’a ‘Muhteşem Yüzyıl’ tutmaz dedim”

Ben “Hamam” ve “Harem Suare”yi unutamıyorum desem size?

“Hamam” filmi hâlâ etkili insanlar üzerinde. Benim için de çok önemli bir film. İlk filmim, çok kısa zamanda çektiğim ve beni bütün dünyaya tanıtan bir film, kariyerimi tamamen değiştirdi. “Harem Suare” benim acı bir dönemimdir. Çünkü haremi anlatma fikri o zamanlar Türkiye’de uzakta bile yoktu. Ben onu çekerken burada zorlandım. Keşke birazcık yardım etselerdi, birazcık bir sarayın kapılarını açsalardı ama olmadı. İnsanlar üzerinde çok etkisi vardır. İtalya’da hâlâ sorarlar, bazen tekrar çeksem mi diye düşünüyorum “Harem Suare”yi. Hatta “Muhteşem Yüzyıl” çekilmeden önce rahmetli Meral Okay bana gelip konuşmuştu. Ben de “Harem Suare”yi çekerken ‘Bana bu kadar saldırdılar, yapmayın, iş yapmaz’ dedim, sonra çok güldüm tabii o yaptığım konuşmaya dizi o kadar tuttu ki. Sizin o dönemle ilgili “Harem Suare” dışında başka projeleriniz olacak mı peki?

Venedik’teki Osmanlı’yı anlatan bir İtalyan kitabının haklarını aldım. Bir Osmanlı askerinin 1852’de Venedik’te geçen hikayesi. Osmanlı Venedik’te çok uzun kalmış, hikaye çok çarpıcı. Dizi yapılmaya da çok elverişli.

İtalya’da vizyona girer girmez kapısında kuyruklar oluşan filminiz “Napoli Velata”yı konuşalım. İlk defa gerilim filmi çektiniz değil mi?

Evet ilk. Baba komedilerin olduğu bir dönemde 28 Aralık’ta vizyona çıktı. Ve ben çok şaşırdım tepkilere. İtalya’da çok iyi gişe yaptı.

Türkiye’de ne zaman gösterime girecek?

Nisan sonu gösterime girecek. Benim için iş anlamında güzel bir dönem sanırım. Tabii bunun yanı sıra özel hayatımda çok yakınlarımda olan kişiler birtakım hastalıklarla uğraşıyor. Bu gibi sağlık durumları da hayatın gerçeklerini getiriyor bana, insanın ayaklarını yerde tutuyor. Bir söz vardır, sık sık Instagram’da paylaşırım: “Karşılaştığınız herkes, hakkında hiçbir şey bilmediğiniz bir mücadele veriyor. Her zaman nazik olmayı unutmayın”. İnsanlara da buna göre davranırım.

“Cumhurbaşkanı’nı ilk kez sinemaya girerken gördük”

Sizin filmlerinizden çıkarken genelde boğazıma bir şeyler düğümlenir. Yaşamadığımız aşklar, mutluluklar, doyumlar... Bu duyguyu izleyiciye nasıl aktarıyorsunuz?

Bilmiyorum ama filmlerde hep heyecanla hareket ediyorum. Şöyle bir şey oldu “Napoli Velata“ çıktı, İtalya Cumhurbaşkanı’nı ilk kez sinemaya girerken gördük diye bir haber geldi bana. Bu çok hoşuma gitti. Filmde merdiven fikri çok belirgin bu başka bir Türk’ten aklıma geldi. Art direktörüm Deniz “Senin en çok ne hoşuna gidiyor Napoli’de?’ diye sordu bana “Merdivenler” dedim. Filmin başındaki merdiven fikrini öyle bulduk. İtalya’da dünyanın en iyi art direktörleri var ama bizim Deniz müthiştir.

Yönetmenin ülkesi yok, iyisi ve kötüsü var

İlişkilere genelde tek bir açıdan bakılır, özellikle de ülkemizde, siz filmlerinizde duyguların derinine iniyorsunuz ve genelde 3 boyutlu hikayeler izliyoruz. Bu da izlerken insana ayrı bir tat veriyor…

Mesele birisini sevmek… Sevgi olayında o insanın ne renk olduğu, ne cins olduğu hiç önemli değil. O insanı sevmek önemli, duygu önemli. Bu cinsellik olayında da böyle, mesela bir insandan bahsederken o insanın cinselliğinden bahsetmeyeceksiniz. O insanın belden yukarısından bahsedeceksiniz. Belden yukarısında kalp ve beyin var, onlardan bahsedeceksiniz. Bir insanı sevmek kalp ve beyinle oluyor. O zamanda her şey değişiyor, bakışınız değişiyor.

Filmlerindeki sofraların sırrı...

Filmlerinizde mutlaka bir yemek masası, büyük sofralarda beraberce yenilen yemekler oluyor. Neden?

Onu ben de düşünüyorum neden diye. Zannederim bu çocukluğumla, aileyle ilgili bir şey. Kalamış’ta bir evimiz vardı. Mutfakta, salonda, balkonda sofra kurulurdu. 3 tane sofra kurulurdu evde. Arkadaşlarımız gelir, gece uyanırsınız insanlar evde yemek yiyorlar, buzdolabı açıktır. Annemin etkisi o, çok güzel yemek yapardı, eli müthişti. Sofrada hiçbir zaman tartışma, surat asma istemezdi annem. Çünkü o an bizim için kutsal bir andı. Yani sofrada beraber oturmak, yemeği paylaşmak… Bir de mesela annem derdi ki, “Çocuğunla sabah kalk, kahvaltı et, kahvaltıyı onunla paylaşmanı hiç unutmaz”. Annem normalde sabahları çok geç kalkardı ama ben okula gideceğim zamanlar benimle erkenden kalkıp kahvaltı eder, çay içer, sonra yeniden yatardı.

Yönetmenin ülkesi yok, iyisi ve kötüsü var
Yılın en iyi yönetmeni

“GQ Türkiye Men Of The Year 2017” ödüllerinde “En İyi Yönetmen” ödülü size veriliyor. Türkiye için çok önemli bir ödül töreni bu. Ne düşünüyorsunuz bu ödül için.

Benim çok hoşuma gitti. GQ Türkiye dergi olarak, estetik olarak hoşuma giden bir dergi. Benim İtalya’daki evimde bir koridor var. Orada birçok ödül bulunuyor ama aslında tozu alınacak bir madde ödül, başka bir şey değil. Fakat bazılarında beni etkileyen şey, o ödülü aldığım günkü olaylar, duygularım, ödülü aldığım kişilerle konuşmalarım. Ödül bence en iyi yönetmen, en iyi filmin yanı sıra o güne bir anlam vermiş oluyor. Madde olarak değil de, yanında getirdiği dünya olarak çok önemli. Bakalım o gece ne hissedeceğim?