Kültür Sanat 89 yıla 60 film sığdırdı

89 yıla 60 film sığdırdı

31.07.2007 - 00:00 | Son Güncellenme:

Gelmiş geçmiş en başarılı yönetmenlerden biri olan Bergman, Yaban Çilekleri'nden, Persona'ya, Yedinci Mühür'den, Güz Sonatı'na pek çok unutulmaz filme imza attı.

89 yıla 60 film sığdırdı
Geniş bir çevre tarafından modern sinemanın en büyük ustalarından biri olarak kabul gören İsveçli yönetmen Ingmar Bergman, Pazartesi günü hayatını kaybetti. Bergman 89 yaşındaydı.

Bergman kariyeri boyunca yabancı film dalında üç Oscar ödülü kazanmış ve 2003’te emekli olana kadar 60 civari film yönetmişti.

Haberin Devamı
Filmlerinde, yönetmenin vizyonu aşık olduğu İsviçre’nin tüm uç noktaları ile kuşatılmıştı:  Bitmek bilmez kış gecelerinin klostrofobik kasveti, parlayan yaz akşamlarının nazik cümbüşü ve hayatının son yıllarını geçirdiği adanın nahoş saltanatı.

'O hem sinemanın en büyük ustalarından hem de en büyük hümanistlerinden biriydi. Günümüzde onun gibi önemli insanlar çok az. O sinemanın sanatın bir formu olabileceğini kanıtladı’ diyor İngiliz Film Enstitüsü magazini olan  Sight&Sound’un editörü Nick James ve ekliyor, 'Bergman’ın vefatı sinemanın eğlenceden öte bir sanat çeşidi olarak değer gördüğü bir zamana denk geldi. Etrafımızda onun aritstik hırsıyla aynı seviyede daha fazla yönetmen olsaydı çok iyi olurdu.’

Bergman veba, delilik gibi çok zor konuları, kullandığı yaratıcı teknikler ve dikkatli bir yazma süreci ile işleyerek, film yapma sektöründe önde gelen figürlerden biri haline geldi.
 
Woody Allen 1988’de 70. doğumgününde Bergman’ı 'kameranın icadından beri her şey göz önüne alındığında muhtemelen en büyük film artisti’ olarak tanımlamıştı. 

“Bir yaz gecesi tebessümü”

Bergman ilk defa uluslar arası ilgiyi 1955’teki Stephen Sondheim müzikali 'A little Night Music’ten ilham alarak yönettiği , 'Bir yaz gecesi tebessümü/ Smiles of a Summer Night’ adlı romantik komedi filmiyle çekti.

 'Yedinci Mühür/ The Seventh Seal’ eleştirmenler ve izleyiciler tarafından çok beğenilmişti. Alegorik bir hikaye olarak Ortaçağ’daki kara veba yıllarını anlatan film, kefene sarılmış ölüm figürüyle satranç oynayan şövalye sahnesiyle akıllara kazındı.

Haberin Devamı
 'Ölümden çok fena korkmuştum.’ demişti Bergman, 1957 yılında “Yaban Çilekleri/ Smultronstället”ni çekerken. Film Bergman’a özgü ruhu, yüksek ciddiyeti, beklenmeyen mizahı ve dikkat çekici görüntülerle taşımayı başarmıştı.
 
Bergman, SVT ile yaptığı röportajında 'Kendi filmlerimi çok sık izlemiyorum. Çünkü izlediğimde umutsuzluğa kapılıyor ve sinirleniyorum.” demişti.

Film yönetmeni olarak uluslar arası platformda tanınsa da aslında göze çarpan bir tiyatro yönetmeniydi de. 1963 ve 1966 arası başında bulunduğu Stockholm’daki Royal Dramatic Theater da dahil olmak üzere İsviçre’de birçok tiyatroda bu görevde çalıştı. İlham aldığı İsviçreli yazar August Strindberg’in birçok oyununun sahnelenmesini sağlamıştı. Yazarın etkisi 'Bir Evlilikten Manzaralar/ Scenes From Marriage’’de de görülmektedir.

Bergman hayatının geri kalan bölümünü de hem sahne hem de televizyon şovlarıyla aktif olarak geçirdi. Herhangi bir uzun metrajlı film projesi olmamasına rağmen hala yönetme ihtiyacı duyduğunu belirtiyordu.   
 
2002 sonbaharında, Bergman 84 yaşındayken 'Bir Evlilikten Manzaralar/ Scenes From a Marriage’ deki iki karakterin üzerine kurulu 120 dakikalık bir televizyon filmi olan 'Saraband’ı çekmeye koyuldu.
 
Ender olarak gerçekleştirdiği yeni konferanslarından birinde hikayeyi bir oyuna gebe olduğunu fark ettikten sonra yazmaya başladığını dile getiren Bergman, 'En başta çok hasta hissettim, çok hastalanmıştım. Çok garipti. Tıpkı Abraham ve Sarah gibi, onlar da Sarah’nın bir anda hamile olduğunu fark etmişlerdi ’dedi İncil’deki karakterlere gönderme yaparak. 'Bu oldukça eğlenceliydi, biranda bu yazma dürtüsünün geri döndüğünü hissettim.’
 
Zor bir çocukluk

Rahip bir babaya ve ev hanımı bir anneye sahip olan Ernst Ingmar Bergman, Uppsala’da 1918 yılında dünyaya gelmiş ve erkek ve kız kardeşleriyle çok disiplinli bir ortamda büyümüştü. Dolapta kilitli kaldığı ve pantolonunu ıslattığı için etek giydirilerek küçük düşürüldüğü gibi acı verici detayları otobiyografisi olan 'The Magic Lantern’da anlatmıştı. 

19 yaşında evden ayrılmasına rağmen ilerde ailesini anlamaya başladı ve hayatlarını 'Sunday’s Child’ adlı televizyon filminde ekranlara taşıdı.

Genç Ingmar, dramaya olan aşkını hayatının erken dönemlerinde buldu. Otoriter bir çevreyle baş etmeye çalışırken çocukluğunu fanteziler dünyasında geçirdiğini söylerdi. İlk defa bir film izlediğinde çok etkilenmişti. 'Altmış yıl geçti, hiçbir şey değişmedi, hala aynı ateş.’diyerek otobiyografisinde buna da yer verdi. Ama bu gerçek dünyadan kaçmak onu öylesine etkilemişti ki gerçekle kurguyu birbirinden ayırması uzun zaman aldı. Bergman hayatını sürekli şeytanlarla sürdürülen bitmeyen savaşlara benzetirdi ve çalışmalarına da bunu yansıtırdı.

Bu şeytanlar, onu bazen 'Cries and Whispers’ adlı ölüm döşeği dramasında ölü bir kadının 'Ben ölüyüm ama seni terkedemem’ diye ağlamasıyla ve bazen de 'Hour of the Wolf’da vebalı artistin terkedilmiş adada canavarlarla karşılaşmasıyla takip ediyordu.
 
Bergman aynı zamanda gerçek hayatta da işkencecilerle mücade ediyordu. İsveçli güçlü vergi otoriteleriyle. 1976 yılında Royal Dramatic Theather’ın provalarında ;Bergman polis tarafından vergi hakkında sorgulamaya alındı. Evi aranırken saatlerce merkezde tutulan yönetmenin yurt dışına çıkması yasaklanmıştı. Olay medyaya da yansıdı ve Bergman geçirdiği duygusal bunalım sonucu bir süre hastanede yattı. Neyse ki olay sonunda ekstra bir vergi ödemesiyle sonuçlandı. Otobiyografisinde 'okumadığım kağıtları imzalamıştım’ diye anlattı bu durumu. Yönetmen öyle utanıyordu ki Almanya’ya gönüllü sürgüne gitmeyi tercih etti.   
 
İsveç’in başkentinde drama dünyası ile tanışmış, ve tiyatroda düzenli bir işe girmişti. İsveç’in en büyük film şirketi olan Sweden Film Industry tarafından işe alınan Bergman 1942’de asistan olarak senaryo yazmaya başlamıştı. 1944’te ilk kez orijinal senaryosu Alf Sjoeberg tarafından çekildi. Torment adlı film bir çok ödüle layık görüldü ve bu ödüllerin arasında Cannes Film Festivali’nin Grand Prize’ı da bulunmaktaydı. Bundan sonra Bergman yılda hem iki film çeker hem de sahne prodüksiyonlarında çalışır oldu.
 
 'Yedinci Mühür/ The Seventh Seal’’ın başarısından sonra aynı başarıyı 'Yaban Çilekleri/ Wild Strawberries’ ile tekrar elde etti. Bir aktris ile hemşiresinin kimliklerinin birbirine karışıp birleşmesini konu alan 'Persona’  ve bir konser piyanisti ile iki kızının hayatını konu alan 'Güz Sonatı/ The Autumn Sonata’ büyük ilgi çekti.