31.07.2007 - 00:00 | Son Güncellenme:
Bergman kariyeri boyunca yabancı film dalında üç Oscar ödülü kazanmış ve 2003’te emekli olana kadar 60 civari film yönetmişti.
'O hem sinemanın en büyük ustalarından hem de en büyük hümanistlerinden biriydi. Günümüzde onun gibi önemli insanlar çok az. O sinemanın sanatın bir formu olabileceğini kanıtladı’ diyor İngiliz Film Enstitüsü magazini olan Sight&Sound’un editörü Nick James ve ekliyor, 'Bergman’ın vefatı sinemanın eğlenceden öte bir sanat çeşidi olarak değer gördüğü bir zamana denk geldi. Etrafımızda onun aritstik hırsıyla aynı seviyede daha fazla yönetmen olsaydı çok iyi olurdu.’
Bergman veba, delilik gibi çok zor konuları, kullandığı yaratıcı teknikler ve dikkatli bir yazma süreci ile işleyerek, film yapma sektöründe önde gelen figürlerden biri haline geldi.“Bir yaz gecesi tebessümü”
Bergman ilk defa uluslar arası ilgiyi 1955’teki Stephen Sondheim müzikali 'A little Night Music’ten ilham alarak yönettiği , 'Bir yaz gecesi tebessümü/ Smiles of a Summer Night’ adlı romantik komedi filmiyle çekti.'Yedinci Mühür/ The Seventh Seal’ eleştirmenler ve izleyiciler tarafından çok beğenilmişti. Alegorik bir hikaye olarak Ortaçağ’daki kara veba yıllarını anlatan film, kefene sarılmış ölüm figürüyle satranç oynayan şövalye sahnesiyle akıllara kazındı.
Film yönetmeni olarak uluslar arası platformda tanınsa da aslında göze çarpan bir tiyatro yönetmeniydi de. 1963 ve 1966 arası başında bulunduğu Stockholm’daki Royal Dramatic Theater da dahil olmak üzere İsviçre’de birçok tiyatroda bu görevde çalıştı. İlham aldığı İsviçreli yazar August Strindberg’in birçok oyununun sahnelenmesini sağlamıştı. Yazarın etkisi 'Bir Evlilikten Manzaralar/ Scenes From Marriage’’de de görülmektedir.
Bergman hayatının geri kalan bölümünü de hem sahne hem de televizyon şovlarıyla aktif olarak geçirdi. Herhangi bir uzun metrajlı film projesi olmamasına rağmen hala yönetme ihtiyacı duyduğunu belirtiyordu.Rahip bir babaya ve ev hanımı bir anneye sahip olan Ernst Ingmar Bergman, Uppsala’da 1918 yılında dünyaya gelmiş ve erkek ve kız kardeşleriyle çok disiplinli bir ortamda büyümüştü. Dolapta kilitli kaldığı ve pantolonunu ıslattığı için etek giydirilerek küçük düşürüldüğü gibi acı verici detayları otobiyografisi olan 'The Magic Lantern’da anlatmıştı.
19 yaşında evden ayrılmasına rağmen ilerde ailesini anlamaya başladı ve hayatlarını 'Sunday’s Child’ adlı televizyon filminde ekranlara taşıdı.Genç Ingmar, dramaya olan aşkını hayatının erken dönemlerinde buldu. Otoriter bir çevreyle baş etmeye çalışırken çocukluğunu fanteziler dünyasında geçirdiğini söylerdi. İlk defa bir film izlediğinde çok etkilenmişti. 'Altmış yıl geçti, hiçbir şey değişmedi, hala aynı ateş.’diyerek otobiyografisinde buna da yer verdi. Ama bu gerçek dünyadan kaçmak onu öylesine etkilemişti ki gerçekle kurguyu birbirinden ayırması uzun zaman aldı. Bergman hayatını sürekli şeytanlarla sürdürülen bitmeyen savaşlara benzetirdi ve çalışmalarına da bunu yansıtırdı.
Bu şeytanlar, onu bazen 'Cries and Whispers’ adlı ölüm döşeği dramasında ölü bir kadının 'Ben ölüyüm ama seni terkedemem’ diye ağlamasıyla ve bazen de 'Hour of the Wolf’da vebalı artistin terkedilmiş adada canavarlarla karşılaşmasıyla takip ediyordu.