Kültür Sanat ‘Bu ülke, büyük maceram’

‘Bu ülke, büyük maceram’

22.03.2000 - 00:00 | Son Güncellenme:

‘Bu ülke, büyük maceram’

‘Bu ülke, büyük maceram’


Lale Müldür’ün iki yeni kitabı ile birlikte eski kitaplarının yeni basımı çıkıyor


       Evi birçok diğer arkadaşının evi gibi. Hemen her şey eski (ya da antika), köşede denize nazır küçücük bir çalışma masası, üstü küçük objelerle dolu, sehpaların üzerinde kutular, zarif inciler, taşlar. Kanepe mor bir örtü ile kaplanmış, büyük masanın üzerinde pembe bez bir defter var, annesinin onun doğumu ile tutmaya başladığı günlük. Duvarlar da dolu, onun için yapılmış tablolar az değil (onun için yazılmış 50 de şiir var). Her şey zaman ile ilişkili bu evde. Lale için zaman önemli bir mesele.
       Bayramın ilk günü Lale Müldür'e gittim, Cihangir'e. Metis Yayınları'ndan Müldür'ün kitaplarının yeni basımı çıkıyor. İki de yeni şiir kitabı da çıkacak önümüzdeki günlerde. Bunlardan biri güneş tutulmasından önce başladığı ve deprem sırasında yazdığı: "Güneş Tutulması - İstanbul - Millenium, Tuala!". Bir diğeri "Saatler Geyikler". İkincisi aşkın metafiziği üzerine. Aşkın metafiziğini yaşarken bir gecede 57 şiir yazmış Lale. Rainer Marie - Rilke'den şu alıntı kitabın konseptini oluşturuyor:
       "Birbirlerine yüzlerce yeni ad vereceklerdir ve hepsini yeniden alacaklardır birbirlerinden, yavaşça küpe çıkarır gibi..."
       "Seriler" kitabının "Renkler" bölümüne de yeni bir seri eklemiş Lale: "Ben renkler serisini eski kocamın bende bıraktığı boya kutularının üzerindeki renklere, işaretlere ve markalara bakarak yazmıştım. Şimdi başka bir ressam arkadaşımın, Suat'ın evinde yine boya kutuları gördüm, üzerinde çeşitli dillerde renklerin tasnifi vardı. Bence onlar şiirdi. Türkçe onlara çok az şey ekleyerek yeni renkler serisini meydana getirdim."

Başa döndü, nihilist oldu

       Kırklı yılların başında olmasına rağmen yorgun, birbirinden bağımsızmış gibi duran evreleri ile de ünlüdür Lale Müldür: "Bir gün Bülent Somay ve Gürol Irzık'la Akıntı burnunda bir balıkçı kahvesinde Marksizm ve nihilizmi tartıştık. Günün sonunda ben, "sizinki daha aydınlık bir dünya görüşü" diyerek marksist oldum. Sonra marksistlerin sanata yeteri kadar önem vermediklerini düşünüp durumculuğa kaydım. O zamanlar Osman Kavala `durumcuların enternasyonali dünyada sadece 60 kişi' derdi, gülerdik. Fakat şimdi bakıyorum da Fransa'da aydınlar en çok durumculuğa gönderme yapıyorlar. Türkiye'ye baktığımda ise sağda da solda da umut görmüyorum, para tek hakim olmuş, iki taraf da sadece zenginleşmek istiyor."
       Kendisini 16 yaşından beri mistik bir şair olarak kabul eden Lale Müldür dünyevi anlamda ise tekrar başa dönmüş, nihilist olmuş.

Aşk mı? Galiba artık çok mesele etmiyor.

       Lale Müldür, 1983'te Belçikalı bir ressamla evlenerek Belçika'ya yerleşmişti. 1994'e kadar süren maceralı bir evliliği olmuştu. Şimdilerde eski kocası ile çok iyi arkadaşlar. Muhabbetimize aslında aşk ile başladık ama bir dakika bile sürmedi aşk. Aşkı eskiden savaş gibi, kıyım gibi ele alan Lale, şimdilerde çok da mesele etmiyor gibi. Bulmayı da bulmamayı da. Zaten Lale'nin zaman zaman (örneğin geçen yıl çıkan "Dikenli Lugat - İt Türk") yazınsal düzeyde aşkı geçmişte araması günümüzde kendine uygun bir kavalye bulamamasından değil mi?

Büyük şiddet ve büyük esprilerin ülkesi

       Şair yurtsuzdur derler ama Lale Müldür'ün bir yurdu var. Türkiye'yi çok renkli buluyor: "Türkiye'de bazen her şey çok kötü, bazen de çok güzel gibi geliyor. Bu ülkede neler olduğunu anlamaya çalışmak benim en büyük maceram. Hiç tükenmeyen bir dinamizm ve çok ilginç tipler var bu ülkede. Bunlardan bazılarını romanımda yazacağım. Bunlardan biri SKY, Süleyman Kamil Yenerer. Babasından kalan fabrikasını satarak işçileriyle bölüşmüş, kendisine düşen para ile Hindistan'a gitmiş. Bizim çevrede ilk Müslüman olanlardandır. CIA'nın kendisi ile başa çıkamadığına inanıyor ve Bodrum'da melekleriyle şeytanlara karşı mücadele veriyor. Yale'deki fizik, kimya, sosyoloji dehamız Oktay Sinanoğlu da çok ilginç bir tip. Şimdilerde buralarda da yaşıyor, Mesaj TV'ye çıkıyor, Anadolu'nun tuhaf kahvelerine, Türkmenistan'a gidiyor."
       Lale, "Geceyarısı Ekspresi"nin uluslararası kaderimiz olduğuna inanıyor: "Bu ülkede büyük bir şiddet ve büyük bir espri var. Bu ikisinin karışımından büyük bir patlama olacak. O yüzden Türkiye'de yaşamak tehlikeli ama çok güzel bir macera" diyor.
       Gençlikle ilgili görüşlerini ise manevi oğlu Donat'tan alıyoruz: "Son beş yılda her alanda sıkı tipler çıktı. Ama bu tipler ortalarda gözükmüyor. Ortalarda olanlar ise en olumsuzlar. Çok garip şeyler olacak önümüzdeki beş yıl içinde, gidişat iyi" diyor Donat.
       "Ama herkes Donat kadar umutlu değil" diye ekliyor şair: "İngiltere'den pijama ısmarlayıp hiç evden çıkmamayı, uyumayı düşünen bir genç de tanıyorum."
       Pomponlu bordo terlik aldığımı, çiçekli pijama baktığımı hatırlıyorum. Zaten vakanuvist Türk basınının ısrarla çizmeye çalıştığı gibi ne Lale Müldür ne de çevresi bana hiç acayip gelmemiştir. Şu dünyada neler olduğuna kafa yormadan, neşe ve yaşama arsızlığı içinde kendilerini alışverişe gelmiş zannedenleri çok daha acayip buluyorum. Ve yaşam arsızlarının çok daha hüzünlü olduğunu görüyorum.

‘Kendi’nden memnun olanlar!

       Türkiye insanların kendilerini oldurdukları bir ülke. Çok ısrar ederseniz başbakan bile olabiliyorsunuz (bkz. Tansu Çiller). Bunun için bir stil yaratmanız yeterli. Önce stilinizi yaratıyorsunuz sonra nesnel şartları oluşturuyorsunuz, üçüncü aşamada da kulis yapıyorsunuz. Bu yüzden Türklerin yapmak değil olmak derdindedir. Müteahitken bakan olursunuz, şoförleri şarkıcı, mankenken spiker, spikerken gazeteci, ev kadınıyken ressam, gazeteciyken müteahhit vs. vs. O yüzden işini iyi bilen bir muslukçu bile görsem şaşırırım, hayranlık içinde seyreder, acayip takdir ederim. Yeteneğini bilmek, sınırlarını görmek, uzman olmak diye bir şey yok Türklerde. Ve Türkiye tam bir fırsatlar cenneti. İşte bu nedenle geçen akşam CNN Türk'te Cüneyt Özdemir'in "5N1K"sını izlerken şaştım kaldım. Cüneyt Özdemir 5 kişi ile konuştu. Yeteneklerini bilen, konularını bu doğrultuda seçmiş, başka bir şey olmak istemeyen tanımları sağlam beş kişi görünce aştım kaldım. Yaşı icabı artık bilgisini bilgeliğe dönüştürmeye çalışan bir Sezen Aksu. Bütün yüreğiyle cazı seçen, cazın okyanus coşkusunu yaşayan Kerem Görsev, beğenilerini çok iyi tanımlayan Teoman, yapısı rockçu olduğu için duruşu da rock olan, Allahına kadar rockçı Şebnem Ferah. Ve hele hele dansöz Asena. Bu kıza hayran kaldım. Kendisini kuralsız olarak tanımlıyor ama yaptığı dansın alaturka olduğunu, ona hiçbir batılı dans, hiçbir bale formu, kuralı katmadığını söylüyor. Salt dans edebilmek için iki yıl para almadan dans eden, dansöz kimliğinin arkasında sapasağlam duran, vücudunun eklemlerini çok iyi kullanan bu kızın dansını da konuşmasına bayıldım. Zaten ne yaptığını bilmeyenlerin söz kıtlığı yoktu onlarda, hepsi kendisini ve işlerini çok iyi ifade ediyordu. Bu derin magazinel süreçte, Oral Çelik, Muazzez Ersoy'a pis pis sırıtırken bana çok iyi geldiler.