Kültür Sanat "Canımı vereyim, kitabımı almayın"

"Canımı vereyim, kitabımı almayın"

04.10.2006 - 00:00 | Son Güncellenme:

Ayşe Kulin'in ilk gençlik yıllarından itibaren almaya başladığı kitaplarla, annesi ve anneannesinden kalan kitaplardan oluşan çok özel kütüphanesi, Milliyet Kitap'ta.

Canımı vereyim, kitabımı almayın

KİTAP ÇOK TOZ TUTAN BİR ŞEY... axkit011.jpg Yazarın İstanbul'daki evinde sadece kendisinin değil, annesinin çocukluğundan ve hatta anneannesinden kalan kitaplar, ezberli bir düzen içinde bir arada duruyor. Kulin, tam anlamıyla bir kitap fetişisti. "Bu kitaplar antika değerinde artık. Biliyorum ki bir müzayedede çok pahalıya satılabilirler ama onlara hiçbir zaman kıyamam; çocuklarım onlar benim," diyor. Kulin, anlattığı bir kitabı bize göstermek isteyip de aradığı rafta bulamayınca konuşmasını sürdürmekte zorlanıyor; "Sizden sonra yapacağım iş belli oldu, o kitabı arayacağım," diyor.Ayşe Kulin'in kütüphanesinde hemen her türden kitap görmek mümkün; edebiyattan resim kitaplarına, müzayede katologlarından yemek kitaplarına, Osmanlı tarihinden şiire, feng shui ve astrolojiden Atatürk kitaplarına kadar geniş bir ilgi alanı var. Kütüphanesin temizliği ve bakımıyla bizzat kendisinin ilgilendiğini söyleyen Kulin, yıllar önce ödünç verdiği fakat geri alamadığı bir Nâzım Hikmet kitabını hâlâ üzülerek hatırlıyor. Kütüphanesini, ilk gençlik yıllarında aldığı ve büyük bir titizlikle koruduğu, "hayatımın kitapları" dediği eski kitapları göstererek anlatmaya başlıyor: "Çok titizim onlara karşı... İçlerinde alındıkları tarihler ve ismim yazılı. Ben de eskiyim ya! Bakın burada İzlerimiz dergisinin eski sayıları var; hatta birinde benim 'iğrenç' bir şiirim bile var!"Kütüphanenizi ilk ne zaman oluşturmaya başladınız? Babamın bana hediye etmiş olduğu Nebioğlu Çocuk Ansiklopedileri sayesinde oluşturmaya başladım. İlkokuldaydım. Dört ciltlik bir ansiklopediydi. Kapakları açılır kapanır bir masam vardı, ciltler onun içine sığmayınca bir raf istedim. Babam bana ansiklopedi aldığına göre okuma yazmayı öğrenmiş olmalıyım. Sonra bir arkadaşım o dört cildin bir tanesini aldı götürdü bakmak için; hâlâ hatırlarım, unutamadım. Ben onları çocuklarıma ve torunlarıma bıraktım çünkü. Aslında o bilgiler artık geçersiz; sınırlar, istatistikler değişiyor, bilgiler yenileniyor evet ama büyükannelerden kalma kitapların bambaşka bir değeri var. Mesela benim küçük bir torunum var, eski kitaplara çok meraklı. Herhalde bizden geçme bir merak bu; ben de eski kitapları atamıyorum. Birçok Türk yazarının kitabının ilk basımları var bende. Ben olduğum müddetçe bende kalsınlar istiyorum, sonra belki bir kütüphaneye hediye ederim. Edebiyatımıza "Adı Aylin", "Füreya", "Sevdalinka", "Köprü" ve "Bir Gün" gibi eserleri kazandıran Ayşe Kulin'i, İstanbul'da olduğu kısacık bir zaman diliminde yakaladık. Kulin, İzmir'de yaşıyor, İstanbul'a geldiği kısa süreli seyahatlerinde de zamanını ekonomik kullanıyor. Kitaplarını Urla'daki evinde yazıyor. Yani Kulin'in kütüphanesi şehirlerarası bir dağılım gösteriyor. Fakat 'en şahane' kitapları İstanbul'da. Orhan Veli, Attilâ İlhan, Nâzım Hikmet... Hepsi de çok iyi korunmuş, çok eski basımlar... Evet. Nâzım'ın iki kitabı vardı bende; "Kurtuluş Savaşı Destanı" ve "Şu 1941 Yılında". "Kurtuluş Savaşı Destanı" hâlâ durur ama diğeri çalındı! İnanın, günlerce ağladım... Pırlanta yüzüğüm çalınsaydı bu kadar üzülmezdim... Nâzım'ı 13 -14 yaşlarındayken gizli gizli okurdum. O yıllarda yasaktı Nâzım okumak. Bir süre sonra bulundu o şiirler ve evde kıyametler koptu! Beni de korkuttular; bir müddet Nâzım'ın lafı edilmedi. Sonra ben koca bir kadın olmuştum artık, bir gün Beyoğlu'ndaki bir kitapçıda "Şu 1941 Yılında" ve "Kurtuluş Savaşı Destanı"nı gördüm. İnanamadım gözlerime! Demek ki Nâzım artık yasak değildi! Param çıkışmamıştı ikisini birden almaya, bir tanesini ayırtmak istemiştim ama kitapçı kabul etmeyince cebimdeki tüm parayı vererek ikisini de almış, eve yürüyerek gitmiştim. GİZLİCE OKUNAN NÂZIM Bir arkadaşım ödünç aldı kitabı, sonra da getirmedi. Ben ödünç kitap vermem gerçekten de. Böyle verip de geri alamadığım üç kitabım var: Biri Nebioğlu, biri bu kitap, diğeri de on ciltlik sanat kitabı koleksiyonunun bir kitabı... Canımı vereyim, kitabımı almayın. Parasını vereyim, gidip alın ya da bekleyin, ben size gidip bir tane alayım... Kütüphanemden kitap alındığında hakikaten darmadağın oluyorum; çok kıymetli bir şeyim çalınmış gibi... Nasıl çalındı o kitap? Tabii canım. Bir kitap için dosttan olacak değilim ama bir daha hiçbir kitap vermedim ona! Arkadaşınızla görüşüyor musunuz? Hayır. Siz yokken eviniz kullanılıyor mu? Hayır, hayır kimse! Dediğim gibi, Nâzım'ın kitabının gitmesinin üzerinden 30 yıl geçti, hâlâ unutamıyorum! Yani kütüphanenizi karıştıran yok! Evet, çok fazla sayıda eski kitabım var. Anneannemin zamanından kalma kitaplarım bile var. Eski kitaplarıma kıyamıyorum, çocuklar benden sonra ne yaparlarsa yapsınlar. Kütüphanenizin karakterini eski kitaplar oluşturuyor. Sizin kadar kitap düşkünü biri bu cümleyi söylerken ne kadar huzurlu olabilir ki?Pek değil. Çocuklara soracağım, eğer ilgilenmiyorlarsa bir kütüphane oluşturmayı düşünüyorum. Ben romanlarımın ilk çıktılarını da biriktiriyorum; elle yapılmış düzeltmelerin olduğu kopyalarını. İstiyorum ki, yazar adaylarına bir kaynak olsunlar; bir yazar nasıl çalışıyor görsünler. Gönlümde, Kadın Eserleri Kütüphanesi yatıyor. İlber Ortaylı ve Murat Bardakçı'yla da konuşacağım; eski Türkçe bilen birilerinden yardım almalıyım. Anlamıyorum maalesef; elimde ne var bilmiyorum bu nedenle. GENÇ YAZARLARA KAYNAK Evet ama yardımcım da tozlarını alıyor tabii. Ben kitap yüzünden astım hastalığına yakalandım! Bir gün kütüphaneminin önünde oturdum ve pat, pat kitapları silktim, tozları çıksın diye... Ondan sonra da bütün o kitap kurtlarını yutup astım oldum! Kitaplarınızın bakım ve temizliğiyle siz mi ilgileniyorsunuz? 15 sene oluyor. Zaman zaman astım krizleri geçiriyorum çünkü harap etmişim nefes borumu; kortizonlar falan kullanıyorum. O güne kadar öyle bir hastalığım olmadı. En sonunda ortaya çıktı ki, 'kitap bitleri'nden kaynaklanıyor hastalığım. O kitap bitlerini nefes borunuza çekiyorsunuz, onlar yapışıyorlar; sonra iltihaplanıyor nefes borunuz ve sonunda da nefes alamıyorsunuz! Geceleri, içimde 5 - 6 sinek uçuşuyor gibiydi! Ne zaman oldu bu? "İMZA MERAKIM YOK" Yazar olduğumdan beri imzalı kitap yollanıyor bana ama hayır, benim öyle meraklarım yok. Hatta bana kitap imzalatmak için kuyruklara girdikleri zaman şaşırıyorum. Allah akıl versin insanlara, Ayşe Kulin'e bir imza bastırmak için saatlerce bekliyorlar! İmzalı kitaplarla aranız nasıl? "OKUR, TARİH OKUMAZ" Benim çocuklarım yurt dışında yatılı okullarda okudu maalesef. Onun için benim kitaplarımdan çok faydalanmış değillerdir ama iki oğluma, Kerim ve Selim'e her gece Nâzım Hikmet'in "Kurtuluş Savaşı Destanı"nı okurdum. Hatta Selim bir yıl Vivet Kanetti'den Fransızca dersleri almaya başladı. Vivet Kanetti'nin de erkek arkadaşı -şimdiki eşi olan- Ömer Uluç'tu. Ömer Uluç'la karşılaştık bir gün; bana dedi ki "Nâzım okuyan çocuğun annesi misin sen?" Çünkü o yaştaki çocuk Nâzım okumaz; küçücük bir oğlancıktı, 8 - 9 yaşında. Nâzım'ın "Kurtuluş Savaşı Destanı"nı ezbere bildiği gibi bir de "Hasret" şiirlerini çok severdi. "Bir vapur geçer Varna önünden / Nâzım usulcacık okşar vapuru / yanar elleri..." Burasını yaşlarla okurdu nedense... Şiiri Nâzım sayesinde çocuklarım da çok sevdi; hatta Kerim şiir yazdı çocukluğunda. Sanıyorum hâlâ da ara sıra şiirler yazıyor karısına... Çocuklarınızın sizin kütüphanenizle ilişkisi nasıldı? Ben daha çok dokümanter tarzı roman yazdığım için tarihi didikliyorum. "Sevdalinka" öyledir, savaşı anlatıyor; "Füreya" çöküş yıllarını ... Her ne kadar kulak dolgunluğunuz olsa da, tarihsel bir kesiti bir romana konu ettiğinizde, titizlikle araştırmanız gerekir. Çünkü okur tarih okumaz! Onun öğrendiği tarih, sizin kitaplarınızdan öğrendiği kadardır. Mesela "Bir Gün"ü yazarken özellikle Kürt yazarların kitaplarından faydalandım; gene de onlara yaranabilmiş değilim ama önemli değil, ben doğru yaptığımı biliyorum. Referans kitapları geniş yer kaplıyor kütüphanenizde. Benim 50 basımın altında basılmış kitabım yok! O nedenle her basımını saklamam, mümkün değil. Birer basımını saklıyorum. Yayınevim gönderiyor kitaptan birkaç tane; diyelim ki kapıya gelen postacı sizden bir kitap rica ediyor... Postacıyı kıramazsınız. Arkadaşlarıma asla vermiyorum çünkü başa çıkamam. Mesela bir dünürüm çok anlayışlıdır, hiç kitap istemez, gidip alır. Fakat öteki mutlaka ister, onu bir prensip edinmiştir; ben ona imzalı veririm. Kendi kitaplarınızı saklar mısınız? Ayşe Kulin, "hayatımın kitapları" dediği ve Türk edebiyatının pek çok isminin ilk kitaplarının bulunduğu rafın önünde dakikalarca oyalandı; tek tek kitapları çıkartıp inceledi, içlerine not ettiği tarihlerin kendisine anımsattıklarından söz etti. Kimi yazarların kimi kitaplarının birden fazla baskısının bulunduğu rafta Nâzım Hikmet ve Attilâ İlhan kitapları özellikle dikkat çekiyor. Ayşe Kulin, bir ara rafta yer alan bir kitabın iç kapağını açıp gösteriyor bize: Kendisine imzalı. Fazıl Hüsnü Dağlarca, çok değil, birkaç yıl önce, 2000 yılında imzalamış Kulin'e kitabı... Yazdığı notun dipine kocaman bir "F" harfi çizmiş...Kütüphanenin bu bölümünün en önemli özelliği, çok eski kitaplardan oluşmasına rağmen, her bir kitabın çok iyi korunmuş olması. İçlerinde, Kulin'in henüz 13 - 14 yaşındayken almış olduğu kitaplar da var. "HAYATIMIN KİTAPLARI..." Ayşe Kulin, müzayede katologlarından sanat kitaplarına ve dergilere, sanatla ilgili tüm yayınları - ansiklopediler ve süreli yayınlar dahil- bu rafta, göz önünde tutuyor. Kulin'in antika değerinde olduğunu söylediği, kendisine dedesinden, anneannesinden kalan kitaplar da salondaki raflarda duruyor. KULİN'İN GÖZÜNÜN ÖNÜNDEN AYIRMADIKLARI...