Kültür Sanat Cannes 60 yaşında

Cannes 60 yaşında

16.05.2007 - 00:00 | Son Güncellenme:

60. Cannes Film Festivali başlıyor. Temelleri anti-faşist bir ideolojiyle atılan festival, yıllardır film endüstrisinin podyumu olarak işlev görüyor

Cannes 60 yaşında
Alin Taşçıyan

“Demek Cannes’a gidiyorsun, çıplakları mı göreceksin orada?” diye sordu bir yakınım. Şakayla karışık bu sorunun altında Cannes Film Festivali’nin Türkiye’de, Atilla Dorsay misali birkaç saygın sinema yazarının izlenimlerini saymazsak, yıllarca plajdan bildirilen bir etkinlik izlenimi vermesi yatıyor.
Festival’in 2. Dünya Savaşı arifesinde anti - faşist bir manifesto olarak başlatıldığı ve savaş sonrası “özgür dünyanın film festivali” olma idealiyle sürdürüldüğü göz önüne alınınca bu izlenimin çarpıklığı hemen anlaşılır.
Bu akşam Hong Konglu yaratıcı yönetmen Wong Kar - Wai’nin “My Blueberry Nights” adlı yeni filminin gösterimiyle resmi açılışı yapılacak olan Cannes Film Festivali, 60. yaşını kutlarken kuruluş öyküsünü de anlatalım istedik.


Mussolini’ye karşı
Avrupa’nın faşizme teslim olduğu otuzlu yıllar... İspanya’da Franco, İtalya’da Mussolini, Almanya’da Hitler her yanı bayraklarıyla donatmış, kitleler insanlığın en utanç verici fikirlerine ve uygulamalarına çanak tutmakta meydanlarda...
Führer, olimpiyatlara ağırlık vererek ırk üstünlüğünü sporla kanıtlamayı tercih eder. Duce ise ülkesinin eşsiz güzellikteki kenti Venedik’te pırıltılı bir Mostra düzenlemeye karar verir. Hollywood’un ve yaşlı kıtanın popüler sanatı sinema Venedik’te bir festivale dönüşecektir. Faşist bir yaklaşım günümüzün film festivali formatının temelini atar. Karşı cepheden tepki gelmesi uzun sürmez. 1 Eylül 1939 tarihinde Fransa’nın Cote d’Azur sayfiyelerinden Cannes’da iki günlük bir sinema buluşması yapılır. Gösterilen tek film Hollywood yapımı “Notre Dame’ın Kamburu”dur. Ama önemli olan anti - faşist sinemacıların kendi dillerinde manifesto sunmasıdır. Savaş patlak verince devamı getirilemez.


Perdeye tırmandılar
1946 yılında Fransız hükümeti, “özgür dünyanın film festivali”ni düzenlemeye karar verir. Fikir babası Mussolini olduğu için gözden düşen Venedik Mostra’sı artık rakip bile değildir.
21 ülkenin katıldığı ilk Cannes Film Festivali düzenlenir. Hızla değişen dünya, festivali sürekli etkiler. Politik gelişmeler doğrudan rol oynar film seçimlerinde ve ülke katılımlarında. Soğuk Savaş festival ofislerinde ve salonlarda da süregider. Altmışların cinsel özgürlük rüzgarı ve yetmişlerin porno film furyası gerçekten de plajları hareketlendirir, ama bu durum artan film sayısını ve kalitesini hiç etkilemez. Plajda şöhret arayan üstsüz güzellerle salonlara vuran Yeni Dalga arasında keskin bir ayrım vardır.
1968 Mayısı’ndaki olaylar festival salonlarına doğrudan yansır. Yeni Dalga’nın militan yönetmenleri Jean - Luc Godard ve François Truffaut, protesto amacıyla perdeye tırmanarak bir gösterimi durdururlar. Jüride bulunan Roman Polanski, Antonioni filmlerinin yıldızı Monica Vitti ve İngiliz Özgür Sinema akımının gözde aktörü Terence Young ile birlikte jüri üyeliğinden istifa eder. Festival beş gün erken bitirilir...


Kibar olmalı!
Bugün Cannes Film Festivali deyince önce “para” gelmeli sinemaseverlerin aklına. Biraz kibar olup “finans” desek de olur. Film endüstrisini döndüren sermaye, Cannes’a egemen. Tepeden tırnağa haute couture donanmış kırmızı halıyı podyum gibi kullanan şöhretlerden ulusal sineması bile olmayan küçük ülkelerin yeni parlayan belgesel yönetmenlerine dek herkes büyük aile tablosuna dahil olma şansını Cannes’da arıyor.
İtiraf etmeliyiz ki bir kez oraya “seçilmiş” olarak adım atan o şansı buluyor. Amerikan rüyası misali sinemacıların Cannes rüyası da anti-faşist temeller üzerinde yükselip kırmızı halı serili merdivenlerden tırmanıyor.