Kültür Sanat Golü hayattan yedi

Golü hayattan yedi

09.01.2004 - 00:00 | Son Güncellenme:

78 yıllık tarihinde, bu şehirde yaşayan 15 milyonun 100 binini bile kendine taraftar edemeyen İstanbulspor şimdi dağılma sürecinde

Golü hayattan yedi



Golü hayattan yedi



İstanbulspor'un kaptan futbolcusu Saffet gözyaşları içindeydi. Belli ki samimi olarak üzgün ve şaşkın biçimde soruyordu: "Star Gazetesi'nde bile sadece bir satır haber olduktan sonra biz artık ne yapabiliriz ki?" Saffet'i ağlatan şey, neredeyse altı yıldır birlikte çalıştıkları Aykut Kocaman'ın görevden ayrılışıydı. Aykut Kocaman'ı bütün futbol âleminin çok sevdiğini bilmeyen yok. Efsane Aykut. Soyadıyla müsemma, Kocaman Aykut. Trabzonspor maçında attığı gol sonrası yaptığı açıklamada, üzülen Trabzonlu kardeşleri için, "Onların yerinde biz olabilirdik. Bu futbol acımasızca profesyonelleşti" diyecek kadar cesur. Girişimci Ali Şen'in gadrine Oğuz Çetin'le uğrayacak kadar radikal. O yüzden efsane. İstanbulspor'la elde ettiği başarılarıyla da kocaman Aykut. Bunların bir kez daha hatırlanmasında fayda var. Sırf hafızamızı yenilemek adına değil, bundan sonraki satırlara da kılavuz etmesi açısından...

Cem Uzan'ın futbol hırsı
Futbol üzerine yazan herkesin pek sevdiği o deyim, geldi sonunda beni de buldu: Futbol asla sadece futbol değildir. Malum Cem Uzan da herkes gibi futbol seviyordu. Hatta biraz fazla seviyordu. Sevgisinin farklı nedenleri de vardı. Mesela, medya, sermaye ve futbol üçgeni daha önce başkalarını, başka ülkelerde başbakan yapmıştı ve Cem Uzan'da da bunların ikisi vardı. Geriye futbol takımı kalmıştı. Adanaspor ve İstanbulspor, Galatasaray'ın yönetiminin 'ele geçemeyecek' kadar köklü olduğunun anlaşıldığı günlerde, maket uçak yoksa oyuncak kamyon 'hırsıyla' satın alındı. Adana ve İstanbulspor da köklüydüler ama parasızdılar da. Hırs giderek büyüdü. Trilyonluk transferler yapıldı. Sergen, milyon dolarlar verilip satın alındı. O Sergen, Siirt Jetpa'ya da aynı rahatlıkla, köle antlaşması denilen sistemle gönderildi. Cem Uzan'ın kural tanımayan alım satımlarından Sergen ve diğerleri paylarına düşeni aldılar. Trilyonluk transferler yapılıyordu ama daha doğru dürüst bir stat bile yoktu. Takımın, hadi haksız diyelim, olduğu maçlardan sonra Cem Uzan küçük çaplı krizler geçiriyordu. Bir keresinde küfürler eşliğinde sahaya attığı pet şişe ekranlara kadar yansımıştı. Buraya kadar anlatılan hırs ve öfke o karede simgeleşti. Yine takım haksız yenildiyse ne federasyon kalıyordu ne de o maçta hata yapan hakem. İnfaz canlı yayında gerçekleşiyordu. Özetle, Cem Uzan, medyada başlayan ve bugün siyasal üslubuna da damgasını vuran, 'hırçınlığını' futbolda da gizlemiyordu. Nihayet siyasi hayata girince, elindeki oyuncaklarının en az faydalısından vazgeçmeye karar verdi. Artık İstanbulspor'un maçlarına bile gitmiyordu. Birkaç amigo eşliğinde hergün Star'ın önünde yapılan gösterilere ben tanığım. Cem Uzan'ı bunlar kesmedi. Takım grubu temsilen denebilecek şekilde Adnan Sezgin'e emanet edildi. Sonrasını biliyorsunuz. Cem Uzan art arda uğradığı soruşturma ve mahkemeler yüzünden elindeki sermayenin önemli bir bölümünden oldu. Bir bölümünün de kontrolünü kaybetti. 1926 yılı kuruluşlu, İstanbulspor'un hızlı düşüşü de o günlere denk geldi. Futbolcuların Samsun deplasmanına 14 saatlik otobüs yolculuğuyla gittiğini söylemek yeterlidir herhalde.

Hep deplasmanda kaldı
İstanbulspor, AŞ olduğu andan itibaren, Aykut Kocaman'ın istifası ve Saffet Akbaş'ın gözyaşları içindeki konuşmasıyla dibe vuran düşüşü yaşadı. İşte bu düşüş gerçekten sadece futbol değildi. Bu olay futbol dışında hazindi çünkü; billboardlarda 'Ben İstanbulluyum' sloganıyla yer alan Urfalı İbo'lar, Rizeli İsmail Türüt'ler vardı. Ama İstanbulspor bu kentlerin takımlarıyla yaptığı maçlarda hep 'deplasmanda' kaldı.
Tuhaftı çünkü; İstanbulspor, bu kentte yaşayan 15 milyonun yüz binini bile yüz yıllık tarihinde kendine taraftar edememişti. Tamam İstanbul'u üç büyükler pay etti ama Tanıl Bora'nın da önemine değindiği, ikinci takım olarak da kendine şans bulamadı. Rüştü'lü Barcelona kadar bile!
Garipti çünkü; İstanbul'un tüm belediye başkanları kent bilincinden bahsederken, "Böyle bir takım var, onu AŞ'den kurtaralım" demek yerine, büyükşehir ilaveli kendi takımlarını kurmayı tercih etti.
Düşündürücüydü çünkü; güzel hasletlerinden dolayı destek olduğumuz Aykut Kocaman da yukarıda tarihini verdiğimiz süreçte aynı takımın başındaydı. Belki Daum'dan değil ama ondan, Trabzonspor olayındaki gibi, ta başından "Bu yanlış sistem" demesini beklemek insafsızlık olmazdı. Belki o zaman alacağı alkış şimdikinden daha fazla olurdu.
Çelişkiliydi çünkü; Saffet Akbaş, ancak kendi başına geldiğinde, medyada ne zaman manşet ne zaman tek satır olunduğunu acı bir tecrübeyle öğreniyordu. Oysa aynı nedenlerle binlerce İmar Bankası mağduru mudi de, Uzanzede işçi de, medya mensubu da 'bu dehlizden' geçmişti. Hâlâ daha geçiyor.
Ve futbol sayesinde aramızdaki görünmez bağın farkına varıyoruz. Daha doğrusu, aramızda bir bağ olmadığını görüyoruz. 'Futbolda her şey para ve zaferdir' beklentisi İstanbulspor'un başına Uzanlar'ı getirdi. Para da geldi, 23 yıl sonra birinci ligde oynama şansı da. Ama para bitince deniz de bitti. İstanbulspor şimdi hızla dağılma sürecinde. Şanslı futbolcular iyi kulüplere gidecek. Şanssızlar makus kaderlerine razı olacak. Yine bilboardlarda 'Ben İstanbulluyum' yazılı ünlü afişleri yer alacak. Yine güvendiğimiz teknik adamlar, sistemin kötü yüzünü göstermek için son günü bekleyecek. 'Başka şansları olmadığı, sistemin değişmeyeceği, bu onun işi değil ki, ekmek parası' gibi nedenlerle onlara hak vereceğiz. Yine futbolcular etraflarında olanları fark etmeyecek. Kötü durumdaki İstanbulspor da, onun kötü durumuna üzülen bizler de, hayatın dayattığı golleri izlemekle yetineceğiz. Üzerine yazılar yazmak ve ah çekmelerle. Kimbilir, belki de İstanbulspor'u yeni bir medya patronu alana kadar. Sonra bu yaşadıklarımızı unuturuz, maçın başlama düdüğüyle...



POPULER KÜLTÜR