Kültür Sanat "Hayatın her alanında kaybeden insanlar bari futbolda kazanayım diyor"

"Hayatın her alanında kaybeden insanlar bari futbolda kazanayım diyor"

14.11.2017 - 17:02 | Son Güncellenme:

50 yıl önce her şeyin gayet sıradan başladığı bir Kayserispor-Sivasspor maçıydı. Maçın 20. dakikasında korner atışından kazanılan pozisyonda Kayserispor 1-0 öne geçti ve ne olduysa ondan sonra oldu...

Hayatın her alanında kaybeden insanlar bari futbolda kazanayım diyor

Tarihimizin yaşanan en büyük futbol faciası o gün orada yaşandı. Atılan taşlardan ve kapalı kapılar nedeniyle panik ve izdihamdan 43 insan hayatını kaybetti, yüzlercesi yaralandı.

Haberin Devamı

Kenan Başaran, Kayseri’de 17 Eylül 1967 yılında Kayserispor ile Sivasspor arasında oynanan ve 43 kişinin ölümü, 600’ün üzerinde taraftarın da yaralanmasıyla sonuçlanan futbol faciasını, tanıklarla görüşerek ve gazete arşivlerini inceleyerek kaleme aldı.

Kenan Başaran ile 50 yıl önce yaşanan bu büyük faciayı kitaplaştırdığı 'Sivas-Kayseri' eseri üzerinden futbolda şiddeti, tribünlerdeki değişimi ve bugüne yansımalarını konuştuk.

Uğur Ugan: Dünyada takım tutma eğilimleri dinsel, sınıfsal ya da politik nedenlerle. Fakat Türkiye'de insanları Beşiktaşlı, Fenerli, Galatasaraylı yapan bu tip nedenler yok. İnsanların takım tutma eğlimleri üzerindeki karşıtlık neyin üzerine kuruluyor?

Kenan Başaran: Türkiye'de kazanmak üzerine kurulu. Erzurum'a da, Sivas'a da Aydın'a da gitsen 3 büyükten biri tutulur. Bazı istisnalar hariç; Trabzon, Bursa , kısmen Eskişehir gibi. Genel olarak Türkiye'nin dört bir yanında 3 büyük tutuluyor. 3 büyük kazanmayı temsil ediyor. Hayatın her alanında kaybeden insanlarımız bari futbolda kazanayım diyor. Orada da skor anlamında en güçlüden en zayıfa doğru bir sıralama görürüz. Fakat 3 büyük kulübün tabanı birbirinden farklı değil.

Haberin Devamı

U.U: Türkiye'de gelenek olarak babadan geçiyor takım tutma eğilimi...

K.B: Sonuçta Türkiye'de her alanda bireysel irade sekteye uğramıştır. Meslek seçerken de aile eşrafının telkinleri, baskıları olur. Ben de çocuğum doğduktan sonra hemen gidip ona tuttuğum takımın formasını aldım. İlerde tabii ki kendisi terkedebilir.

U.U: Tutulan büyük takım İstanbul kulüpleri. Anadolu'daki yerel insanlar kendi şehirlerinin takımını tutma konusunda sadık değiller mi acaba?

K.B: Değiller, Anadolu'dakiler çift takım tutuyorlar. Orada yine 3 büyük kulüpten birini tutuyorlar bir de kendi şehir takımlarını tutuyorlar. Diyelim ki Galatasaray-Sivasspor oynadığında o kentteki Fenerbahçeli, Beşiktaşlılar Sivas kimliğini öne çıkartıp onu destekliyor. Şehir takımı 3 büyükler içersinde tutmadıkları takıma karşı bir kimlik oluyor.

Hayatın her alanında kaybeden insanlar bari futbolda kazanayım diyor

U.U: Anadolu insanında İstanbul'a karşı tepkisel bir tutum oluşmamış o zaman. Bunu insanların güce karşı olan eğilimine bağlayabilir miyiz?

Haberin Devamı

K.B: Bu 3 takım Türkiye'yi dışarıda da temsil kabiliyeti fazla olduğu için kendi sınırlarını aşmış takımlar oluyor. Bunun böyle olmasının nedeni yerel futbol rekabeti Türkiye'de öldürüldü. 1965'te bir anda 2.Lig kuruluyor. 2. Lig'in kurulmasıyla dönemin federasyon başkanı Orhan Apak her şehirde bir şehir takımı kurulmasını istiyor. Eğer böyle olmasaydı bugün aynı şehrin iki takımı arasında bir rekabet olacaktı. Hepsi şehir takımı adı altında birleştirilmeye zorlanıyor. Mesela Sivas'ın 3 yıldızı 3 takımın birleştirilmesinden meydana gelir. Yerel rekabetler bir anda öldürülüyor. Suni şehir takımları oluşturuluyor.

"Bayrama gitmiş gibi maça gitmiş insanlar"

U.U: Kitapta Türkiye'deki en büyük trajedilerden birini kaleme almışsınız. Okurken şunu sordum kendime 1967'nin Türkiye'sinde henüz 70'lerin sert politik ortamı da uç vermemişken insanları bu kadar kutuplaştıran şey neydi?

K.B: Ben bu olaya ilk eğildiğim zaman 40. yılıydı olayın. 40. yılı münasabetiyle tanığı olan Hüseyin Yıldırım -dönemin Sivas Başkan Yardımcısı- o zaman bu olayı anlatmıştı. O anlatırken tabutlardan kanların aktığını söylemişti mesela. Fakat akan o kan otopsiden sonraki kan aslında. Ortaya atılan iddialar iki tane; mezhepsel bir ayrım ya da zengin-fakir ayrımı gibi. Bir kere o kadar sert bir ayrım olsa insanlar çocuklarını maça götürmezlerdi. Tanıklardan Doğan Ürgüp daha sonra Sivas Belediye Başkanı olan. O zaman 10 yaşındaydım ve babam beni maça götürdü diyor. Yeşilçam filmlerindeki mahalle maçına davullu zurnalı kamyonla gidilmiş gibi bir ortam var ilk başta. Bayrama gider gibi gitmiş insanlar. Herhangi bir gerilim yok. Ben diyorum ki Orhan Veli'nin şiirindeki gibi; 'her şey birdenbire oldu'. Milliyet Gazetesi 29 Ağustos 1967'de bu olaydan 2 hafta önce tedbir alınmazsa stadlardan ceset toplanır diye bir haber yapıyor. Tarihi bir manşet. Bu her şehirde yaşanabilirdi. Çünkü henüz olgunlaşmamış bir futbol kültürü var. Taraftarlık bilinci diye bir şey yok. Takım üzerinden henüz bir kimlik oluşmuş değil, şehir kimlikleri var.

Haberin Devamı

U.U.: Bu maçın öncesinde bir hüsumet yokmuş değil mi?

Haberin Devamı

K.B: Daha önce aralarında 2 maç oynanıyor. O maçlarda küçük çaplı kavga dövüşler oluyor. Dönemin tanıklarından Hüseyin Bey daha önce Kayseri'ye boks maçına giderdik ve aramızda sportif bir rekabet vardı diyor.

U.U: Kitaptaki vurgu Kayseri'nin ticarette çok hakim olması

K.B: O kavga Kayseri'de değil Sivas'ta yaşansa doğru olur. Ekonomik nedenlerin olaydan çok sonra ortaya konduğunu düşünüyorum. Bu faktörler olayın çok sonrasında yerleştirildi.

U.U: Futbola dair üzerine en çok düşündüğüm şeylerden biri şu; İnsana dair bir çok hikaye var futbolda; zafer, mağlubiyet, yenilgi, hırs vs...Tribünlerin sosyolojik boyutuna gelecek olursak ilk kıvılcımı çakan ve bir insanı öldürecek kadar büyük hırsı taşıyan şey ne olabilir insana dair? Bir can alacak kadar nefrete körükleyen şey taraf olma hırsı mı ya da başka bir şey mi?

K.B: Kendi çocukluğumdan da düşündüğüm zaman şehirlilik kavramı üzerinden bir böbürlenme vardır. Bir şehrin insanının diğerine karşı bir üstünlük iddiası var. Kendini ötekine üstün görme hali var. Plaka üzerinden bile övünür insanlar.

U.U: Batı'da da futbol şiddeti var ama oradaki de mi aynı nedenle?

K.B: Batı'da futbol kültürü daha gelişmiş. Bugün İstanbul'da bir maç oynandığında alınan önlemlerle bir de Anadolu'daki kıyaslayın. Hele o zamanlar. Suni şekilde oluşturulan şehir takımları rekabeti. Ben senden daha iyiyim düşüncesi hep vardır.

"Bizdeki sportif kavgaların %90’ı skorla ilgili"

U.U: Şiddetin kökleri nereden geliyor peki. O saate kadar biriken bir şey var demek ki. Baudrillard’ın ‘futbol reddedilenlerin afyonudur’ diye meşhur bir lafı var. Futbol bu yönüyle hayatın replikasyonu gibi. Sahadaki mücadele hırsı belki izleyicinin hoşuna gidebilecek bir şey. Sıradan gündelik yaşamı olan insanların hayatında futbol neden bu kadar büyük bir yer kaplıyor?

K.B: Bugün sade bir futbol maçında değil toplumun her alanında bu tür bir facia yaşanabilme potansiyeli var. Aslında dünyanın her yerinde var. Bir İngiliz gazeteciye ‘Biz neden Lyon-Beşiktaş maçının kitabını yazmıyoruz’ diye sordum. Yani ölüm olmadığı için mi bu olayı inceleyemiyoruz. Orada eğer 30 kişi hayatını kaybetseydi argümanlarımız hazırdı.: İşte Avrupa’da ezilen gurbetçilerin verdiği bir öfkeydi bu. Hemen televizyonda uzmanlar Avrupa’da Türkler horlanıyor, dışlanıyor diyeceklerdi. İşte bu öfkelerini bir futbol maçında kustular denecekti. Fransızlar göç dalgasına bağlayacaklardı. Aslında çok benzer bir olay. İyi ki de oradaki seyirciler sahaya indi. Yoksa sıkışıp ölebilirlerdi. Bizdeki sportif kavgaların %90’ı skorla ilgili. GS-FB rekabeti skor rekabetidir. Daha çok yenen daha az yenilen kavgasıdır. İki evin kardeşidir aslında. Kardeş kavgaları daha acımasızdır. Habil-Kabil hikayesindeki gibi. Türkiye’deki sportif kavgaların nedeni kazanmakla ilgili.

Hayatın her alanında kaybeden insanlar bari futbolda kazanayım diyor

U.U: İki tane aklımda kalan önemli olay var; Bir tanesi 90’lı yıllarda Mühendis Oktay boynunda Beşiktaş atkısı var diye linç edilerek öldürüldü, birkaç yıl önce ise bir metrobüs durağında farklı takımın formasını giyen iki kişiden biri diğerini bıçaklayarak öldürdü. Yani statta olunmasa dahi kimliklerden arınıp sokakta baş başa kalınsa da aynı şiddetin yaşandığını görüyoruz. Bunu neye bağlıyorsunuz?

K.B: Genelde çoğunluk ve azınlık durumu oluştuğu anda linç de oluyor. Daha çok olanın daha az olan üzerine kurduğu bir şiddet var. Pusu kültürü de biz de çok hakim. Merkezden uzaklaştıkça yan yana gelmeler artıyor. Kendinden zayıfı yakaladığı anda onu dışa vuruyor.

"Endüstriyel futbol döneminde parası olan stada çekiliyor"

U.U: Eskiden maça gitmek tehlikeli bir şeydi. Tribünler daha taşkın ve daha ateşliydi. Bugün ise tribünlerde beyaz yakalı, eğitimli bir orta sınıfın futbola daha fazla meylettiğini görüyoruz. Hatta kadınların son yıllarda futbola giderek artan ilgisi malum. Bugünün tribünleri sterilleşti mi?

K.B: 90’larda statların yarı yarıya paylaşılmasına son verildi. Yüzde 5 kontenjanına geçildi ve orada endüstriyel futbolun ilk adımı atıldı. İlk özel televizyon yayın ihalesi yapıldı. 7 milyon dolardan başlayan yayın ihalesi bugün 600 milyon dolarlara geldi. Futbol artık bir ürün haline geldi. Futbolda artık markadan bahsediyoruz. Bu bir ürün, bir mal oldu. Oyuncu ise ticari bir meta oldu. Taraftar da bir müşteri oldu. O zaman statlar bir mağazaya dönüştü. O mağazaya parası olanı çekeceksiniz.

U.U: Maça gitmek de artık masraflı bir şey. Lüks bir harcama oldu…

K.B: Maça gitmek artık yeterli değil. Bir spor kulübü şunu talep ediyor; maça aç gel, buradaki kafemden bir şeyler ye, maçını izle, girişte ya da çıkıştı formanı al öyle git. Eskiden öyle değildi. Korsandan başınıza bir tane ip bağlardınız, simit-ekmek bir şey yerdin, formaların hepsi çakmaydı. Şimdi endüstriyel futbol döneminde para harcayabilecek olan bir müşteri istiyor. Futbolun romantik tarafının bile pazarlanabileceği bir unsura dönüşebiliyor.

U.U: Peki bu durum tribünleri daha ehlileştirdi mi? Küfür azaldı mı? İnsanlar laptop’ıyla takım elbisesiyle maça gider oldu mu?

K.B: Şu anda dijital teknolojik gelişim futbolu da etkiliyor. Güvenlik anlamında eskiye nazaran daha olumlu bir dönem. Diğer taraftan futbolla kurduğumuz ilişkiyi değiştirdiği için, bir oyun olmaktan çıkarıp ticari bir oyuna dönüştürdüğü için olumsuz yanları da var. Yakında statta sanal bir oyun izleyeceğiz. Eskiden gidip bir maçı izlerdin insanların günahları, hataları ve sevapları vicdanlarıyla şekillenir, söverdin sayardın ve orada biterdi. Şimdi ona izin vermiyor artık. Endüstriyel oyun diyor ki; bir gol çok değerli çok pahalı. Ben bir golü yan hakemin ya da orta hakemin insiyatifine bırakamam. Onun için dört temel kavramda video hakemi devreye sokmaya çalışıyor. Hakem de hakim de yerini makinenin vicdanına bırakacak. İnsanların vicdanlarına güvenmiyoruz makinaların vicdanına güveniyoruz ama makinanın başında bir insan olduğunu unutarak.