Kültür Sanat KULİS

KULİS

29.07.1998 - 00:00 | Son Güncellenme:

KULİS

KULİS

       Geçtiğimiz günlerde New York'ta, Manhattan'ın şık bir apartman dairesinde ilginç bir kalabalık bir araya geldi: Deepak Chopra, Madonna, Demi Moore ile onlardan daha az ünlü 6 şarkıcı ve arkadaşları. Normal şartlarda isimlerinin dahi yan yana gelmesi mümkün olmayan bu grup hep birlikte bir CD üretti. Daha önce Mevlana'nın bazı şiirlerini yayınlayan Deepak Chopra bu kez ünlüleri bir araya getirmiş ve bir mevlevi CD'si çıkarmış. 12 Ağustos'ta piyasaya verilecek olan CD, bu agresif kadınlardan bekleyemeyeceğiniz kadar yumuşak bir tasavvuf müziğinden oluşuyor.
       O gece orada olanların bir kısmı CD'yi ticari bulmakla birlikte manevi bulanların sayısı da az değil.
       Bir başka yaklaşım da İstanbul Uluslararası Tiyatro Festivali'ne de katılan ("Denizden Gelen Kadın") ünlü Amerikalı yönetmen Robert Willson'dan geliyor. Willson, Philip Glass ile birlikte Aralık ayında konuyu Mevlana'nın Mesnevisi'nden alan ilk operayı sahneye koyacak. Opera'nın librettosu ağırlıklı olarak Collman Barks'ın "Essential Rumi"sine dayanıyor. Mevlana'yı İngilizceye çevirmesiyle tanınan Barks'ın bu çalışması ise Nicholsun'un 1900'lerin başındaki çevirisinin yeni versiyonundan başkası değil.
       "Denizden Gelen Kadın" gibi soğuk Norveç fiyortlarında geçen bir öyküde durup dururken bir ezan attıran Willson, tasavvuf ile ilgilendiğinin tiosunu o zaman vermişti. Ama bu kadar kısa zamanda Mesnevi'ye merak saracağını hiç tahmin edememiştik. Bir bakarsınız Robert Willson'ın bu Mevlana merakı öyle büyük boyutlara ulaşır ve ünlü yönetmen birgün karşımıza bir matasavvıf olarak çıkıverir.

       Kökü Rönesans'a uzanan ünlü Medici ailesinin Roma'nın en görkemli tepesine yerleşmiş evleridir Villa Medici...
       15 yüzyıldan kalma muhteşem bir saray, asırlık çınarların gölgelediği , gizemli, kapalı dev bahçe...Fransız Akademisi olarak yaşamını sürdüren bu tarihi bina geçtiğimiz ay başlayan ve 2000 yılına kadar sürecek olan olağanüstü bir performans sahnelemeye başladı.
       Olağanüstü çünkü saray ve bahçesi enstalasyon nesnesi olarak kullanılıyorlar .Önce villa'nın tarihi bahçesindeki süs bitkileri yerini sebze ve meyva ağaçlarından oluşan bitki örtüsüne bıraktı. Dev çam ağaçlarının vitamin deposu küçük meyvaları kaplarda toplanırken, yapraklarından marmelat yapılabildiği güllere dokunulmadı.
       Fransız sanatçı Annette Messanger ,Villa'nın odalarını bir zamanlar orada yaşanan aşk'lara atfen rengarenk tüllerle süslerken, Anne-Mie Depuydt sarayın girişine bir zamanlar oraların kırsal arazi olduğu hatırlatmak için binlerce saksı yerleştirdi, bir grup mimar ise ağaçların arasına ip köprüler kurarak dünü bugüne taşımayı hedeflediler. Bitkileri, tülleri , arkeolojik alanları, köşe arkalarına gizlenmiş sürprizleri ile 2000 yılına kadar değişerek devam edecek bir enstalasyon yaratmak fikri Fransık Akedemisi'nin genç müdürü Bruno Racine'den gelmiş. Roma'da göreve başlar başlamaz binanın görkeminden büyülendiğini ancak bu görkemin kendisini insanlardan uzak tutmasından rahatsız olduğunu düşünmüş genç sanatçı. Ve hemen duvarları yıkmaya, binayı insanlara açmaya karar vermiş.
       Böylece ortaya dünü bugüne, bugünü yarıya taşıyacak olan , 2000 yılına kadar sürecek olan bu proje çıkmış. Yani tarihi mekanı,yaşayan, insanları doyuran (sebze ,meyvalar bu amaçla dikilmiş) bir enstalasyona dönüştürmek !

       Popüler kültür üretirken giderek popüler kültür figürü haline geldi medya.
       Durum böyle olunca da "medya" yönetmenlerin es geçemeyecekleri bir konu olarak çıkıyor karşımıza. Bu yüzden Costa Gavras yeni filmi "Çılgın Şehir"de kamerayı basına yöneltmiş.
       Hafta sonu Hillside'da galası yapılan ve bilumum sinemalarda gösterime giren filmini anlatırken "Basın, polis ve hukuk gibi otantik bir güç" diyen Gavras, geçmişi geleceğinden daha parlak bir yönetmen gibi gözükse de "Mad City" kaçırılmaması gerekenler arasında yer alıyor.
       "Çılgın Şehir" de tanıyacağınız televizyoncu tiplerinin hemen hepsinin bizde karşılığı var. Şöhreti sönmeye yüz tutmuş, tekrar popülerite yakalamaya çalışan Max Brackett, namuslu olmaya çalışan ama sistemin bir parçası olmaktan başka çaresi olamayan "gazeteci" olarak zaten en sık rastlanan modellerden biri.
       Brackett'ı gözden düşürmeye çalışan, ünlü anchorman Hollander ise güvenilirliği ile Ali Kırca'ya, soruları ile Reha Muhtar'a tekabül ediyor.
       Örneğin uçaktan düşüp parçalanmış, köpek balıklarına yem olmuş adamlarla ilgili olarak canlı yayında "çok acı çekmişler mi ?" diye sorabilmesi.
       Tüm bayat televizyon kahramanları içinde benim açımdan yaratılmış en iyi tip asistan Lori idi. Şöhrete en kestirme yoldan ulaşmaya çalışan, her an herkesi satmaya hazır hali ile hep daha çok rastlanan yeni tip gazeteci (reklamcı ya da başka bir şey de olabilir )...
       Costa Gavras "Mad City"de bilinen tüm klişeleri kullanmış :sihirli sözcüğün "ün"olması, her olayın pazar'a dönüştürülmesi ,düzenin sıradan insanları bile çıldırtması, medya'nın basit ve bayağı hesapları...
       Ne var ki yönetmen eleştirirken popüler kültürün çelmesinden de kurtararamış kendini. Kemal Sunal tiplemesinde bir bekçi, talk Show'cu olarak bir oyuncuyu değil Larry King'i seçmesi ,filmin içinde birden televizyonunun kurallarını işletmeye başlaması , hele hele o son...
       Bize bunu yapmayacaktın Costa !