Kültür Sanat Muhtemelen o şiiri hiç yazamayacak!

Muhtemelen o şiiri hiç yazamayacak!

25.09.2007 - 00:00 | Son Güncellenme:

İzzet Yasar, daha çok bu düzen(ler)in var olduğu ve egemen olduğu dünyada 'dayanmak' için buruk ve ince mizaha başvuruyor şiirlerinde. İronik, çok katmanlı bir mizah!

Muhtemelen o şiiri hiç yazamayacak

İZZET YASAR ÇOK SIKILMIŞ GİBİ. Söze başlamadan önce bir iki kelimeyle düzeltilmesi gereken bir pürüz var. Bu 'pürüz' benim. İzzet Yasar 'anıt yapıt' adını verdiği şiirinin başına 'Murat Belge'ye' demiş. Bu, tabii, benim için çok sevindirici bir şey. 'Pürüz' dediğim, benim yaptığımla ilgili: Bunun olduğu kitap hakkında tanıtma yazısı yazılır mı? Bence, evet; yazılır. Şüphesiz, o olduğu için yazılmaz; ama var diye de yazmamazlık edilmez.İzzet Yasar'ı yetmişlerden beri, ama uzaktan, tanır ve severim. Hayatımızda beş altı kereden fazla bir araya gelmemişizdir. En çok, kendine özgü, buruk ve ince mizahını severim. Mizah veya hiciv, bu, daha çok genel düzene yöneliktir. Bu yakınlarda İzzet Yasar "Asla Yazamayacaksın O Şiiri" adını verdiği son şiir kitabını yayımladı. 'Epeydir şiir kitabı çıkarmamıştı' diyeceğim ama zaten hep öyle yapar, kitapları arasına uzun zamanlar girer. Lumçarski, mizahı, yıkmaya gücümüzün yetmediği bir şeyi alaya alarak ona egemen olmak diye tanımlardı. İzzet Yasar'da 'egemen olmak' gibi -bilinçli veya bilinçdışı- bir dürtü olacağını sanmıyorum. O daha çok bu düzen(ler)in var olduğu ve egemen olduğu dünyada kendisi dayanmak için bu buruk ve ince mizaha başvuruyor. İronik, çok katmanlı bir mizah.Bir de, şiirin sesiyle ilişkisini severim. Şiirin sesiyle ilişki kuran şairler gitgide azalıyor, çünkü şiir çok uzun zamandan beri 'kâğıda basılan' bir şey. Yüksek sesle okunmuyor, sessizce, gözle okunuyor. Ama İzzet Yasar'ın ta başından beri değişmeyen bir özelliği, sesi hem bir uyum hem de Joyce'u akla getiren 'akustik çağrışımlar' yapmak için kullanmasıdır. "Ne ulu uyanış ve ne kutlu unutuştu" derken birinci işlev, "Korkma bu erkek erk seni asla etmeyecek terk" derken daha çok ikinci işlevi ve henüz söylemediğim üçüncü işlevi öne çıkıyor: Bu üçüncüsü de gene çok yanlı mizahını ürettiği araçlardan biri. Burada 'erk'in çevresinde oynuyor; "Beni kardaşuna iletme kim bana kardaşun kıyar" derken bitmiş bir dili taklit etmeye başlıyor; ama bütün o vezin inceliklerini yaşatmaya devam ederek.Şiirleri okuyorum, hoşuma gidiyor, ama bakıyorum İzzet Yasar çok sıkılmış gibi geliyor. Yaşadığımız şu son yılların ikiyüzlülükleri, bile bile yalanları, hukuksuz (ve 'delikanlı' da olmayan) dayılanmaları, kanlı acımasızlıklar, kanlı olmakta ısrar, ahmaklığın başlıca değer haline gelmesi gibi, gerçekten insanın tahammül sınırlarını zorlayan egemen özellikleri, onu da sabrının sonuna getirmiş gibi. Akustik çağrışımlar Getirir, çünkü İzzet Yasar, çaktırmadan, ciddi bir ahlâkçıdır. Böyle şeylerle, kahrolmadan var olması mümkün değildir. Burada iki yol tutturmuş: Sövüyor, örneğin. Ama daha çok, hepimizin hâlâ sevdiğimiz, unutmadığımız arkadaşlarımıza dönüyor. Belki de, 'hiç değilse bunları görmeden gittiler' diye ölümlerinden sevinç payı çıkarabileceğimiz arkadaşlarımıza. Turgut, Cemal, Metin, Ece, Edip varlar kitapta - adlarının geçmediği yerlerde de varlar. Ayrıca Mehmet Günsür orada. Soyadı Yunanca yazılmış. Mustafa Irgat'ı çağırıyor, iki kere; bir resim yapmaya, bir de film çevirmeye. Mustafa geçerken 'nilgünsüz marmaraya' da bakıyoruz. Bu, tabii, özel bir şey: Aynı insanları tanımış ve sevmiş olmak, bu dizeleri okumayı da benim için özel bir yaşantı haline getiriyor. Ama düşününce, ille de gerekir mi, tanımış olmak? O kadar da gerekmez herhalde.Son olarak, gelelim kitaba adını veren şiire. Meğer neymiş asla yazılamayacak şiir?"evinden kaçmış bi yük eşeğiylebir sirk filinin göz göze gelişiniasla anlatamayacaksın" O şiiri muhtemelen yazamayacaktır. O belli ki bir filmin gösterdiği bir sahne, öyle bir şiir. Şiir ise, gösteremediği için yazar. Onu yazamazsa da, ben İzzet Yasar'ın yazdığı şiiri seviyorum. Ciddi bir ahlâkçı