Kültür Sanat Operada hayalet devrim

Operada hayalet devrim

11.10.2000 - 00:00 | Son Güncellenme:

Operada hayalet devrim

Operada hayalet devrim


Kulis / AYÇA ATİKOĞLU


       Son yıllarda Türkiye semalarından yükselen fütursuzca övünme halinden dolayı da, basının övünmelere tercüman olmasından dolayı da hicap duyuyor insan.
       Bir trend olarak övünülüyor ve başkaları yargılanıyor. Popçular, yeşilçamcılar, siyasilerden vs. falan sonra bu trende şimdilerde İDOB’un yeni müdürü Sedat Öztoprak da eklendi.
       Sedat Öztoprak’ı demeçlerinden, röportajlarından tanıyoruz. İstanbul Operası cumartesi günü açılacağı için ve şimdilik yeni bir prodüksiyon sahnelenmeyeceği için belki bir süre daha onun hakkında bir fikir edinemeyeceğiz. Ama yedi yıl sonra ülkesine “müdür" olarak dönmüş bu genç adamın tüm söyleşilerde coşkuyla övünmesini izlemek çok eğlenceli. Örneğin hemen her söyleşisinde bir opera sanatçısı olarak Avrupa’da kariyerinin zirvesindeyken kalkıp İstanbul’a geldiğini belirtiyor. Kimse de ona zirvede neler yaptığını sormuyor.

       Öztoprak’ı izleyin
       Sedat Öztoprak 1993’te Almanya’nın Wuppertal Operası ile anlaşmış ve oraya gitmiş. Wuppertal 30 kişilik opera korosu ile küçücük bir kent. Öztoprak daha sonra Kassel Operası’na geçmiş. Bu operada hangi rollere çıktığını bilmiyorum. Ama herkes gibi ben de operanın başkentlerinin Milano, Viyana, Hamburg, Berlin Münih vd. olduğunu biliyorum.
       Yani siz hiç Wuppertel ve Kassel diye zirve duydunuz mu?
       Ayrıca öğrendiğime göre Kassel son iki yıldır sözleşmesini yenilememiş. Yani nereden baksanız ortada bir zirve mirve durumu yok.
      
  • Öztoprak demeçlerinde almış başını gidiyor. (Nasıl olsa dur diyen yok). İşi, “biz bir devrim yaptıköa kadar götürüyor.
           Şimdi devrim yapılıyor ama sahne geçen sene Yekta Kara’nın açtığı Mavi Nokta ile açılıyor. (1. 5 ayda yeni bir şey hazırlanamaz mıydı?) İlan edilmiş diğer eserlere bakıyorum, hep Kara döneminde sahnelenmiş eserler: “Ferhat ile Şirin", “İtalya’da Bir Türk", “Saraydan Kız Kaçırma" vs. Yeni prodüksiyon olarak duvara bir tek “IV. Murat" asılmış. Devrim yoksa 1980’den beri üçüncü prodüksiyon olan “IV. Murat" ve malum çift Okan - Leyla Demiriş mi?

           Atılanlar, istifalar
           Yine devrim çerçevesinde Öztoprak dışarıdan getireceği yabancı müzik direktörleri ve rejisörlerle motivasyonu artıracağını söylüyor. Ne var ki, eseri hazırlayan ve yıl boyu yöneten Rossini uzmanı ünlü şef Fabrizio Ventura’nın yerine “İtalya’da Bir Türk"ü yönetmesi için Mersin Operası’ndan Nezih Seçkin’i çağırıyor. Dahası 28 yıllık korepetitör Elizabeth Di Stefano ve Licinio Montefusco ile de yollarını ayırıyor. Serdar Yalçın’ın yıllardır idare ettiği eserleri elinden çıkıyor. Daha bir dizi işten el çektirme ve istifa var İDOP ta.
  • Sedat Bey söyleşilerde hızını alamıyor, “Türk seyircisi beni özledi" de diyor. İnsan tanımadığı birini nasıl özler?
  • Öztoprak’ı TV’de izlemek ise iyice eğlenceli oluyor. Bulunduğu yerden büyülenmiş, uçuyor. “Şen Dulöu Almanca söylüyor. İstanbul seyircisi ile birlikte Avrupalıları ve dünyalıları kucaklamaya hazırlanıyor,’’ Dünyada çok önemli işler yapan, Türkiye’de çok kişinin gıptayla baktığı, tiyatrolarda baş rol oynayan bir bariton olarak...’’ falan diye başlıyor cümlelere...
           Yekta Kara olayından dolayı operayı protesto edenler var biliyorum ama operayı olmasa bile lütfen Sedat Öztoprak’ı izleyin!

    Bir duruş olarak boboluk!

           Farkına varmışsınızdır belki, Hollywood “Working girl" tipini, kariyer kadınını, uzak durulması gereken, acınılası ikinci kadın olarak kullanıyor artık. Şimdilerde esas kadın iş’ten çok sevgiye yatırım yapan, saçları fönsüz, tayyörsüz, güldü mü ışıltısıyla yürekleri ısıtan lastik pabuçlu kadın. Evet, mesele galiba Temelkuran’ın pek hoş belirttiği gibi “ruhlarımızı yüksek fiyata satalım" projesinin çuvallamış olması.
           İnsanlık tarihinin son 50 yılına “kalite" damgası vuran Avrupalılar dahil öngörüler pek çıkmadı. Dekor oldu ama kahramanların hâlâ çok sorunu var.

           Kültür modası
           Dolayısıyla arayış devam ediyor, dolayısıyla şimdilerde başka şeyler trendy: bohemlik, kültür, akademik kariyer, anti - tüketicilik, anti - kariyerizm, Seattle ve Prag’ı desteklemek, seyahat etmeyi küçümsemek, bio’lu ürünler yemek, vs.
           Bizde neredeyse giysi tarzı olarak algılanan boboculuğun terminoloji olarak ideoloğu “Bobos in Paradise" adlı kitabın yazarı Amerikalı gazeteci David Brooks.
           Amerika’da başlayan ve Avrupa’da hızla yayılan boboculuğun başşehri ise Paris.
           Parisli bir boboyu davranış kotları ile tanıyabiliyorsunuz. Kromaj gözlükler, dikkat çekici olmamasına özen gösterilmiş eco - etno - metropol çizgisinde giysiler. Burjuva - bohem karışımı bu insanların çoğu 30’lu - 40’lı yaşlarını sürüyorlar. Yuppie’ler gibi snob bir duruşları var ama onların aksine borsada bankada değil entelektüel çevrelerde konuşlanıyor, mimarlık, gazetecilik, akademiyerlik ve sanatta varlık gösteriyorlar.

           Ruh’a yatırım
           Bobolar sol’a yakınlar. Ama ayaklarını dünyada, başlarını ise gökte tutmayı yeğliyorlar. Paris’in ışıltılı caddelerinde rastlayamıyoruz bobolara. Onlar daha çok işçi sendikasının işlettiği Cafe Max Havelcar gibi ya da Seattle’daki gösterisiyle tüm dünyanın dikkatini çeken entelektüel köylü Jose Bove’nin Millau’suna gidiyorlar.
           Bobolar, kazalar, hastalıklar, doğal felaketler, ticari belirsizlikler, görevden alınma gibi dünyevi sinyallere karşı önlemlerini alıyorlar ruhun sonsuz serüvenine de yatırım yapıyorlar.
           Türkiye’ye gelince: Hülya Avşar Show’da Avşar’ın 125 milyarın sahibi Çelik’e gösterdiği samimi saygı her ne kadar Türkiye açısından alabildiğine acıklı olsa da ( on milyonda bir kültürlü birisini bulup şaşkınlıkla alkışlamak hali) kültürün yükselen trend olması açısından umut verici!