Kültür Sanat Öykücülükte Füruzan kanalı

Öykücülükte Füruzan kanalı

05.11.2008 - 19:46 | Son Güncellenme:

.

Öykücülükte Füruzan kanalı

Sıcak, sarmalayıcı, canlı ve alabildiğine etkileyicidir Füruzan’ın öykülerinde yarattığı atmosfer. Öykücü kimliğiyle o, Türk anlatı edebiyatının, en önde gelen adlarından biri olarak yerini çoktan sağlamlamıştır.


Bu yıl İstanbul Kitap Fuarı’nın onur konuğu, Türk öykücülüğünün vazgeçilmezlerinden biri olan Füruzan.
Benim, Türk anlatı edebiyatının ‘altın çağı’ olarak nitelediğim 1970-1985 yılları arasındaki 15 yıllık dönem, gerçekten de çok özel, benzersiz bir spektrum sunmaktadır. Bu verimli dönem, hem anlatı ürünlerinin, özellikle de öykünün edebi değer açısından çıtasını yükselten yazarların dönemidir; hem de kadın yazarların nicelik bakımından olduğu kadar nitelik bakımından da ağırlıklı olarak öne çıktıkları bir dönemdir.
‘70’li yılların bu zengin ve pırıltılı edebi atmosferinde önemli bir payı olan, hatta bu atmosferin yaratıcılarından biri olarak görülebilecek isimler arasında Füruzan’ın özel bir yeri vardır.

Taptaze bir soluk
Füruzan 1971, 1972, 1973 yıllarında art arda yayımladığı üç öykü kitabı, “Parasız Yatılı”,”Kuşatma” ve “Benim Sinemalarım” ile Türk öykücülüğüne yepyeni bir ses, taptaze bir soluk ve çok zengin bir malzeme getirdi. 10 yıl sonra yayımlanan “Gecenin Öteki Yüzü”nün de bu toplama eklenmesiyle, o artık çağdaş Türk edebiyatının vazgeçilmez adları arasına girmişti.
Füruzan’ı Füruzan yapan; öykü malzemesi olarak kullandığı yaşam kesitlerinin ve kişilerinin hakikiliği (sahiciliği) kadar, gözlemlerinin ve tespitlerinin çarpıcı berraklığı, okura sunduğu ayrıntıların zenginliği ve çeşitliliğidir. Malzemesini kotarırken içine adeta göze hitap eden bir yaşarlık katan Füruzan’ın sıcak, sevecen, dokunaklı anlatımı da kuşkusuz Türk öykücülüğündeki dikkat çekici ‘Füruzan Olayı’nın bileşenlerinden sayılmalıdır.
Füruzan’ın ana izlekleri, konuları, öykülerinin sorunsalını oluşturan temel kaygıları dört öbekte toplanabilir:
1. Rumeli göçmenleri. Onların anayurt özlemleri, yurtlarından uzaktaki yabancılıkları, güvensizlikleri, sıkıntıları ve bunlarla bir arada giden temiz, erdemli, dürüst, sevgi dolu aile yaşamları, insan ilişkileri.
2. Köklü ve soylu ailelerin, burjuva değerler sistemine yaslanan geleneklerini, yer yer somut bir yozluğu sergileyen yaşama biçimlerini ve debdebelerinin sarsılışını konu edinen öyküler.
3. Kadınların, genç kızların karşı karşıya kalıp mücadele etmek zorunda kaldıkları baskıların toplumsal ve sınıfsal bir bağlam içinde sunulduğu, kadının cinsel sömürüsü düzleminde yansıtıldığı ‘kötü yol’ öyküleri.
4. Çocuğunu yetiştirme sorumluluğunu yalnız başına üstlenmek zorunda kalmış yalnız annelerle çocukları arasındaki ilişkilerin psikolojik, toplumsal ve duygusal boyutlarda sergilendiği öyküler.

İç kanırtıcı çocuklar
Verimli, öyküde türlü açılımlara olanak veren, zengince çeşitlenebilecek ve boyutlandırılabilecek konulardır bunlar. Füruzan da, ayrıntıları vurgulamayı, incelikleri ortaya çıkarmayı çok iyi bilen, insana yüzeysel bakmayan, duygu dünyasının ana çatısını yakalayabilen bir ‘anlatı’cı.
İlk üç kitabında saptadığım bu ana çizgilerin izini, Füruzan’ın hikâyeciliğinde yeni bir aşama oluşturan “Gecenin Öteki Yüzü”nde de sürebiliyoruz. Pek çok öyküsünde hep çocuklar ‘kahraman’, Füruzan’ın. Onun temel izleklerinden biri olan ‘çocuk’ hep eziktir, itilmiştir, acılıdır, yaşından önce olgunlaşmak zorunda kalmıştır ve olgundur.
Olgunluğuyla, şöyle ya da böyle, bir savaşımın içindedir. “Çocuk”, ‘gelecek’ midir? Geleceğin karanlığı mı verilmektedir bu cılız, ezilen çocuklarla? Yoksa tüm bir yaşam mıdır bu çocuklar? Füruzan, özellikle üzerine eğildiği toplum kesimlerinin kişilerini, biçimlenme, oluşma çağlarından başlayarak, çocukluklarından başlayarak böyle bir yaşamın içinde, böyle bir yaşama mahkûm mu görmektedir? Bana hep yaşamın acılığının ve acımasızlığının vurgu noktaları gibi gelmiştir Füruzan’ın çocukları.
“Çocuk” öyküsü ile “Gecenin Öteki Yüzü” adlı öykü arasında dikkat çekici koşutluklar var bu bakımdan. Her ikisinde de çocuklar iç kanırtıcı, her ikisinde de anaların içi katılmış. Yaşamın katılaştırdığı, kabuğunu kavi bağlattığı kadınlar bunlar. Çocukların da büyüyünce bir biçimde içine girmek zorunda kalacakları, tek savunma sığınakları olarak kalın kabukların taşıyıcısı analar oluyor öykülerde. Demek: “Acı, bir yaşam boyudur”, Van Gogh’un da gösterip söylediği gibi. Füruzan’ın dünyası ve kişileri için de kesin böyledir.
Kimi zaman tek bir sözcük, tek bir tavır yakalıyor yazar, okuru saran da işte bu. ”Çocuk”ta, çocuğun “Anneciğim!” deyişleridir o uzak kadına, daha öykünün başlarında içinizi burkmaya başlayan ve öyküdeki yaşamın acımasızlığı, isyanın eşiğine götürür koyar sizi.
Sıcak, sarmalayıcı, canlı ve alabildiğine etkileycidir Füruzan’ın öykülerinde yarattığı atmosfer. Vazgeçilmezdir. Öykücü kimliğiyle o, Türk anlatı edebiyatının, Türk kadın yazarların söz konusu olduğu her yerde en önde gelen adlardan biri olarak yerini çoktan sağlamlamıştır.