Kültür Sanat Türk polisiyesinin kare ası anlatıyor

Türk polisiyesinin kare ası anlatıyor

12.07.2007 - 00:00 | Son Güncellenme:

1910'larda Osmanlı polis hafiyesi Amanvermez Avni, 1920'lerde dedektif Fakabasmaz Zihni ve şöhreti günümüze kadar ulaşan Cingöz Recai'den bu yana polisiyemiz çok yol kat etti. 2000'lerin kahramanları hayatımızda yerini aldı, cinayetler Türkler'e özgü usullerle çözüldü. Biz de polisiyelerin her zamankinden fazla revaçta olduğu yaz günlerinde bu türün 21. yy. kare asıyla konuştuk.

Türk polisiyesinin kare ası anlatıyor

Kapak CİNAYET ÇÖZMEYE MERAKLI 4 KARAKTER İLK KEZ VE SADECE MİLLİYET KİTAP'A KONUŞTU. Türkiye'de polisiye edebiyat son yıllarda ivme kazandı ama tarihi eskilere dayanıyor. 1910'larda Ebüssüreyya Sami'nin yarattığı Osmanlı polis hafiyesi Amanvermez Avni, 1920'lerde Hüseyin Nadir'in kaleminden çıkan dedektif Fakabasmaz Zihni ve şöhreti günümüze kadar ulaşan acar hırsız Cingöz Recai'nin maceralarından bu yana polisiye edebiyatımız çok yol kat etti. 2000'lerin kahramanları hayatımızda yerini aldı, cinayetler Türkler'e özgü usullerle çözüldü. Biz de polisiyelerin her zamankinden daha fazla revaçta olduğu yaz günlerinde (çünkü sıcak ve boğucu havanın altında hayatı sorgulayan kitaplar pek de cezbetmiyor okuru) bu türe farklı bir açıdan, kahramanlar üzerinden eğilelim dedik. Önce, yazarları, 21. yüzyıl polisiye kahramanlarımızın kare asının biyografilerini yazdı Milliyet Kitap okurları için. Sonra biz randevu alıp onlarla gündeme dair sohbet ettik. Türkiye'de suç da konuşuldu bu söyleşilerde, yaklaşan seçimler de... Birbirinden hem meslekleri hem dünya görüşleri hem de geçmişleri açısından farklı bu karakterlerin, oyları söz konusu olduğunda Baskın Oran isminde birleşmeleri ilginçti. Edebiyatın en çok ilgi çeken türlerinden biri aşk romanlarıysa diğeri de polisiyedir herhalde. Heyecan, zeka ve merak gibi insanın en temel duygularına hitap eden bu tür, 'elden bir türlü bırakılmayan' kitaplar doğurur. Agatha Christie de, Sherlock Holmes'ün yaratıcısı Sir Conan Doyle da -edebi anlamda tartışılır olsalar da- en sevilen ve en çok satan yazarların başında gelirler. THY'den kovulan pilotun dönüşümü Remzi Ünal kimdir sorusunu en iyi cevaplayabileceklerden biri ben değilim. Tamam, eski arkadaşım, arada Bebek Kahve'de buluşup laflıyoruz ama öyle kendisinden çok bahseden, egosu yüksek birisi değildir. Sevmez ayrıntılarını ortalığa dökmeyi. Bu yazacaklarımdan da hoşlanmayacağından eminim. Nerede doğduğunu, yaşını, ailesini bilmiyorum. Liseyi Tarsus'ta okuduğunu biliyorum. Sonra nasıl olduysa Hava Harp Okulu'na gitmiş. Galiba bir komutanıyla hafif bir takışması, yılı dolar dolmaz emeklilik kararı almasına neden olmuş. Askeri pilotlar daha erken emekli olur, bilirsiniz. O da Türk Hava Yolları'nın yolunu tutmuş. Orada kaç yıl uçtu bilmiyorum ama THY macerasının nasıl bittiğini biliyorum. Kovulmuş. Nedenine gelince "Uçağın birini, içinde bilmem kaç yolcuyla birazcık sert indirdiğini" söyledi bir keresinde. Neden özel dedektifliğe soyunduğuna gelince, bir keresinde telefonda birisine şunu söylediğine şahit oldum: "İhtiyaç vardı. İnsanların kendi yapamadıkları pis işleri yaptıracak birisine ihtiyaç vardı." Yeri gelmişken söyleyeyim. Cep telefonu yoktur. Ellerinde telsiz koşturan bir polis, bir koruma görünce onu hatırlarım. "Bizim işte insanın iki eli birden serbest olmalı" diye düşünür. O filmlerdeki dedektiflere benzememek için kadınlara öteden beri mesafeli durduğunu biliyorum. Şu sıralarda Yıldız adında bir kadınla işler ciddi galiba. Çok da şaşırtıcı değil, bir deliden ancak bir psikiyatr anlıyor olmalı. Artık alkol değil ama kahve ve sigarayla başı dertte. Hafızasının çok güçlü olduğunu biliyorum. İnatçı olduğunu da. Televizyonda Fashion TV ile Eurosport seyrederdi en çok. Yıldız'ı tanıyalı bilgisayarda Flight Simulator da oynamıyor pek. Aikido çalışmalarını aksattığını da biliyorum. Hiç numara göstermez. Bir daha uçağa ön kapıdan bindiğinizde, kafanızı uzatıp kokpitin içine doğru şöyle bir bakın. Tıpkı oradaki pilotlara benzer Remzi Ünal. KADINLARA HEP MESAFELİ REMZİ ÜNAL: "22 TEMMUZ'DA HAVA ÇOK SICAK OLACAK, BELKİ SOKAĞA ÇIKMAM" Bilmem. Siz biliyorsanız bana söyleyin, inanırım. Eski bir ordu mensubu olarak size hemen sorayım: İhtilal olur mu? İnsanlar yalanlarını cep telefonu olmadan da pekala yüzüme söyleyebiliyor. İnternet bankacılığı kullanmıyorum çünkü fazla param yok. İyi bir pilot, eski ya da yeni, teknolojinin yalnızca işleri biraz hızlandırdığını bilir. Wright Kardeşler'den beri havanın kaldırma gücünü kullanıyoruz. Size ulaşmak kolay olmadı. Neden cep telefonu kullanmıyorsunuz, sizin mesleğinizde teknoloji gerekli değil mi? Şimdiye kadar beni arayıp bulamayan müşteri adayım olmadı. Ulaşılmaz olmayı mı tercih ediyorsunuz? Devletin baş edebildiğini kim söylüyor? Ayrıca Özel Dedektiflik yasasında 'otorite' lafı geçmiyor. Benim kendi kendime koyduğum kişisel yasada da. Özel dedektiflik Türkiye için çok yeni. Sizce devlet dışında bir otorite, suçla baş edebilir mi? Bir kadın, kocasının işyerindeki masasının çekmecesine bir zarf koymamı istedi çaktırmadan. Bir iki saat sonra ise geri almamı. Yine çaktırmadan. Belki ilginç bulursunuz, ikinci kez gittiğimde koyduğum zarf yerinde yoktu. Bugüne kadar müşterilerinizdensize gelen en ilginç talep neydi? OY VERMEYECEĞİM! Güvenmiyorum. Bizim işte müşteriler başkalarına referans vermekten pek hoşlanmaz. Kimse arkadaşına "İyi bir zührevi hastalıklar uzmanı tanıyor musun?"demez. Ama onların da sarı sayfalarda telefon numaraları var. Müşterilerinizi seri ilanlarla buluyorsunuz. Nasıl güveniyorsunuz? O gün hava çok sıcak olacak. Oy verme yerleri de çok kalabalık. Belki sokağa çıkmam. Seçimlerin ardından, 23 Temmuz ile ilgili öngörünüz nedir? Verecek olsam Baskın Oran'a verirdim. Değişik bir sakal modeli olan bir milletvekili ilginç olabilir. Oy vermeyecek misiniz? Hiç düşünmedim. Bilmiyorum. Herhalde umurumda değil. Peki cumhurbaşkanı? Kesinlikle trafik suçları. Geçen arkamdaki pizza dağıtıcısı, ana caddeye çıkarken bekleyişime kızdı. Korna çaldı, sonra sivrisineğiyle yanımdan geçerken pencereye eğildi ve "Burası İstanbul, burada yol verilmez, alınır" dedi. Herhalde haklıydı. Sizce bu şehirde ve bu ülkede en sık işlenen suçlar neler? Ben polisiye olayları incelemem. O işlere polis bakar. Benim başıma gelen genellikle basit bir işin dallanıp budaklanması, benim de, deyimimi bağışlayın, kıçımı kurtarmak için, işin aslını ortaya çıkarmak zorunda kalmamdır. Çok neşeli bir hayat kazanma biçimi değil, biliyorum. Peki meslek sırlarınızı sorsak... Bir polisiye olayı incelerken nasıl yöntemler kullanırsınız? Yalnızca kendimin değil, hiç kimsenin hayatını değiştirmeye hakkım olmadığını düşünüyorum. Bazen mecburen değiştirdiğim oluyor. Canım çok sıkılıyor. Bir iki gün üst üste dört beş film seyredince geçiyor. Kendi hayatımı geriye dönüp değiştirsem üç gün kesintisiz uyurum herhalde. Ya hayatınızı değiştirme imkanınız olsaydı? Evet. Erkeklerden korktuğum kadar. Kadınlardan korkuyor musunuz? Polisiye okuyor, polisiye satıyor Kati, 1958'de İstanbul'da doğmuş. Babası Avraham Hirşel, Alman faşizminden kaçıp Türkiye'ye sığınan bir ceza hukuku profesörü; annesi, Hamburglu, Katolik, ev hanımı. Prof. Hirşel, Alman vatandaşlığından çıkarıldıktan sonra bir dönem 'haymatloz' kalmış, daha sonra Türk tebaasına geçmiş. Dolayısıyla, kızı da Türk vatandaşı. Aile, Kati yedi yaşındayken Berlin'e gitmiş. Berlin Hür Üniversite'de Sanat Tarihi okumuş, ardından, bir süre dünyayı dolaşmaya karar vermiş Kati. İşte o yolculuklardan birinde yolu yıllardır uğramadığı İstanbul'a düşmüş. 1988'de, pılısını pırtısını toplayıp yerleşmiş buraya. Çeşitli işler yapmış, on yıl sonra Kuledibi'ndeki kitabevini açana kadar. İstanbul'da sadece polisiye satılan ilk ve (hâlâ) tek kitabevinin sahibi. Kati Hirşel'in en öne çıkan özelliği meraklı olması. Kati, bazen yalnız bazen de en yakın arkadaşı Fofo'nun desteğini alarak olayları aydınlatmaya çalışıyor. Bir de haber kaynağı var tabii: Şimdilerde cinayet masası amirliğine terfi eden yakışıklı Batuhan. İlk günlerdeki kadar ateşli olmasa da birbirleriyle flört ediyorlar. Batuhan daha genç ama Kati'nin kafasını asıl meşgul eden, Batuhan'ın polis olması. Kati Hirşel, bu konudaki önyargıları gitgide azalsa da polisleri sevmiyor. Kati'nin tam olarak nasıl göründüğünü bilmiyoruz ama çevresindekilerden aldığı tepkilere bakılırsa çok güzel bir kadın. Zaman zaman sarıya boyatmayı düşünse de saçları kızıl. Bir miktar selülit sorunu var; mümkünse yürümeye gayret ediyor, kahve ve sodalı içecekleri pek içmiyor. SELÜLİT SORUNU VAR KATİ HİRŞEL: "ÂŞIK OLMAK GİBİDİR İYİ POLİSİYE OKUMAK" Kendinizi hangi kimliğe daha yakın hissediyorsunuz, Alman/ Türk, Yahudi / Katolik?Türklere göre Alman; Almanlara göre Türkleşmiş Yahudi asıllı Alman; Yahudilere göre Katolik; Katoliklere göre dinsiz... Ama ben kendimi sadece İstanbullu hissediyorum. Burada doğdum, burada yaşayacağım. Türkçeyi aksansız konuşmanın, tipimin de insanların kafasındaki Alman imajıyla örtüşmemesinin yararını görüyorum. Şaşırıp kalıyorlar, adımın Kati olduğunu söylediğimde. Ama Hıristiyanlara yönelik saldırılar arttığından beri ben bile endişeliyim. 'Yabancı' olmamın sosyal ilişkilerimi etkilediğini ise hiç sanmıyorum. Etnik kimliklerden kaynaklanan sorunlarla karşılaşmadım arkadaşlarımın hiçbiriyle. 'Hesabı Alman usulü ödeyelim,' gibi şeyler söylerler bazen, olsa olsa dalga geçmek için. Ne Türksünüz ne de azınlık. Bu sizi sosyal hayatta nasıl konumlandırdı? İyi bir polisiye sevilmez mi? İnsanı eğlendirir, şahane vakit geçirtir, heyecanlandırır... Âşık olmak gibi bir şeydir iyi polisiye okumak. Polisiye okumayı seviyorsunuz. Neden sevilir polisiye; cinayet, kan, revan? Hiç meraklı değilim psikolojiye. Çocukça bir şey belki ama büyük bir sorunum var: Ne zaman bir psikoloji kitabını elime alsam, orada tarif edilen rahatsızlığı kendimde buluyorum. Bir miktar psikoloji bilsem belki işime yarardı da, öğrenmeyi bünyem kaldırmıyor. Psikoloji, cinayet çözerken nasıl bir anahtar? Biliyorsunuz, ben ne polisim ne de yargı mensubu; dolayısıyla, birini cinayet şüphesiyle itham etmemin de bir müeyyidesi yok. Eh, bu da beni rahatlatıyor. Ya bir gün yanlış kişinin katil olduğuna karar verirseniz? KADIN OLMAK BAŞLIBAŞINA AVANTAJ Maçolar aleminde kadın olmak, garip gelebilir ama bilgiye daha rahat ulaşmasını sağlıyor insanın. Maçolar, kadınları ve kadın zekasını küçümsedikleri için daha rahat dökülüyor, "Ben bu kadını parmağımda oynatırım, suya götürür susuz getiririm," diye bakıyorlar. Ama cinayetlerin ya da diğer kriminalitenin erkek hakimiyetinde olduğunu düşünmek yanlış. Kadın olmak, hele kriminal gibi gayet maço bir dünyada, işleri nasıl zorlaştırıyor/ nasıl kolaylaştırıyor? Kadın olmak başlı başına bir avantajdır; kadın olduğuma ne kadar şükretsem azdır. Ama sizin sormak istediğiniz başka bir şey sanırım. Zekamı da cazibemi de çekinmem kullanırım. Bir cinayeti çözmek için gerekirse kadınlığınızı bir avantaja dönüştürür müsünüz peki? 1980'lerde, Berlin'de, solcular, spekülatörlerin elinde olan boş duran evleri işgal etmeye başladı. Giriyor, yerleşiyorduk, birkaç ay huzur içinde yaşadıktan sonra üstümüze polisleri salıyorlardı. Çok acımasızdı polisler. O zamandan beri polisten nefret ederim. Yani benimki, özel olarak Türk polisine yönelik değil, milliyetlerüstü bir his. Ama geçen 1 Mayıs Bayramı'nda hasbelkader Kaktüs'te otururken gördüklerimden sonra, duygularımın gayet yerli yerinde olduğuna karar verdim. Ama Batuhan ile flörtünüz polis olduğu için sekteye uğruyor. Nedir polislerde sizi iten? TÜRKLERİN İŞİNE AKIL ERMİYOR Büyük koalisyonu (AKP-CHP) zorunlu kılan bir oy dağılımı olmasını isterim. Asıl umudumsa, bol bol bağımsız adayın meclise girmesi. Bugüne dek dışlanmışların, meclis bazındaki 'büyük' siyasete nüfuz edemeyenlerin temsil edilmesinin sistemi rahatlatacağına inanıyorum. Sizce Türk siyasetini nasıl bir gelecek bekliyor? Tabii ki bağımsız sol aday Baskın Oran. Fakat sonuçlarla ilgili bir tahminde bulunmak, Türklerin işine akıl erdirmek zor. Bunca yıldır aralarında yaşıyorum, hâlâ onları çözemedim. Kime oy vereceksiniz? Aklı başında, özgürlükçü, çevre bilinci olan bir kadının cumhurbaşkanı olmasını isterim. Cumhurbaşkanı adayınız kim? Polisiye literatürün ilk travesti dedektifi Polisiye literatürün ilk travesti dedektifi. Hop-Çiki-Yaya polisiyeleri serisinin ilk dördünde adı özenle gizlenen ve ancak beşinci macera olan "Huzur Cinayetleri"nde adı öğrenilen başkahraman; Burçak Veral. Gündüzleri iyi kazandıran bilgisayar firmasında 'hacker' yazılım uzmanı ve danışman, yakışıklı bir adam; geceleri işletmeciliğini yaptığı kulübün alımlı patroniçesi. Bilgili ve bilmiş. Haliyle biraz snob ve küstah! Thai-boks, aikido, reiki, başta sıkça dinlediği Barok müzik gibi geniş bir yelpazeyi kapsayan ilgileri, rafine zevkleri var. Çapkın. Gereğinde üstüne düşen kadınlara da pas vermekle beraber, delikanlı sevgilileri oluyor. Mahallesindeki taksi durağından genç bir şoför ona kesik.Maceralarında merkez üssü, işlettiği gay bar. TV yarışma programlarında yarışacak kadar kültürlü, sevimli, 'sosyal', aynı zamanda kendi hayatına istemediğini sokmamakta kararlı. Taksici Hüseyin diyor ki: "Geçmişinden pek bahsetmez. Övünmek istemiyor. Ama iyi bir aileden geldiği, iyi bir eğitim aldığı, oturmasını kalkmasını bilmesinden, konuşmasından, duruşundan, görgü ve ilgisinden belli. Üstelik çok güzel ve seksi biri. Burçak ne kadar inkâr ederse etsin, canı sıkıldıkça Rio de Janeiro'ya kaçarsa kaçsın bizimki seviyeli bir beraberlik." Merhum Alberto Maggiore'nin işini devralan ve halen yürüten yeğeni Guiseppe Minnore'ye göre de: "Lisedeyken oyuncu olacağım diye tutturmuş. Paris kabarelerinde yaptığı drag-show denemeleri hem izleyenler hem de kendisinde hayal kırıklığı yaratmış. Bunun üzerine bir süre ABD'de şansını denemiş. Bizim burada, elbette ki kaçak çalıştığı cenaze evinde ustası, amcam Alberto Maggiore'den makyajın tüm inceliklerini öğrenmiştir." En yakın arkadaşı Ponpon ise ondan şöyle söz ediyor: "Bazen keçi kadar inatçı, dediği dediktir ama aslında pırlanta gibi bir kalbi vardır. Birilerini kırsa bile gönül almaya iyi bilir. Hayatta gerçek dost diyebildiğim üç beş kişiden biridir." Bana göre de travesti kahraman çok işe yarıyor. Gerektiğinde güzel ve alımlı bir kadın, gerektiğinde zımba gibi bir delikanlı veya beyefendi olabiliyor. PIRLANTA KAPLI TRAVESTİ BURÇAK VERAL: "CUMHURBAŞKANLIĞI İÇİN GÖNLÜMDEN GEÇEN İSİM ORHAN PAMUK" Sayın Burçak Veral, nasıl bir aileden geliyorsunuz?Orta hallinin üstünde, iyi bir aile sayılır. Büyürken hiçbir ihtiyacımı, arzumu eksik etmediler. Ne istesem sağladılar. Beni seçkin okullarda okuttular. Sağ olsunlar. Ama ailemden bahsetmekten hoşlanmıyorum. Severim elbette ama fazla zamanım olmuyor. İşlerim, hem bilgisayar yazılımları hem de geceleri kulüp çok yoğun. Eskiden Agatha Christie'leri baştan sona hatmetmiştim. Patricia Highsmith'leri de. Hercule Poirot'yu sevimli, Miss Marple'ı tonton bulurum. Başka konuya geçelim o zaman. Polisiye okumayı sever misiniz? ÇOK ÖLÜ GİYDİRDİM Belli bir yöntemim yok. Zaten bu dedektiflik işi de üstüme yamandı. Benim öyle bir niyetim yok. Sadece bazı olaylara burnumu soktum, istemeden bulaştım ya da bir şekilde üstüme kaldı.Ben de aklımı ve sağduyumu dinleyerek çıkış yolları aradım. Çocukluk arkadaşım, şimdi emniyette daire amiri Selçuk Tayanç'ın katkıları ve desteğini inkâr edemem. Kendisine buradan bir kez daha teşekkür ederim. Keza bilgisayar ve internet de bazı bilgilere ulaşmakta çok yardımcı oluyor. Cinayetleri çözerken nasıl bir yöntem kullanıyorsunuz? Okuduğunuz polisiyelerin katkısı var mı? Nasıl öldüğüne bağlı... Paramparça edilmiş bir ceset? Korku değilse bile insanda, yani bende, biraz rahatsızlık yaratıyor. Yoksa yıllarca New York'da, bir cenaze evinde çalıştım, yüzlerce ölüyü giydirdim, makyaj yaptım... Kendi halinde cesetlerden, döşeğinde ölmüşlerden çekinmem. Ölü görünce ne hissediyorsunuz? Merak / korku / tiksinti? Cinsel kimliğimin tek olduğuna inanıyorum. Çift cinsiyetli bir erselik canlı ya da hermafrodit değilim. Cinselliğimi kullanarak, öne çıkararak bir şeylere ulaşmadım. Ama yolumun üstünde yakışıklı birileri varsa da reddetmedim. Cinayetleri çözerken hangi cinsel kimliğiniz daha yardımcı oluyor? Zarafeti, inceliği, içten gülüşü, ne giyse yakıştırması... Hepsi beni cezbediyor. Her filmini defalarca izledim, izliyorum, izleyeceğim. Favorilerim, "Sabrina", "Roma Tatili", "Öğleden Sonra Aşk" ve "My Fair Lady". Ay, öteki filmlerine haksızlık etmiş mi oldum? (Beni affet Audrey!!) Ayrıca "Funny Face"i çok severim. Audrey'nin kendi sesiyle söylediği şarkılarını da. "Tiffany'de Kahvaltı" unutulmazdır. Kadının en güzel hali... Seçemiyorum! İdolünüz Audrey Hepburn'ün hangi özellikleri sizi cezbediyor? Resmen? Noter tescilli olarak? Yok canım öyle bir şey! Bahis konusu etmek bile şaka gibi.Yani onca adamın arasında bacaklarını tıraş eden, çekmesinde renk renk dantel g-stringler saklayan, gizlice kadın kıyafeti giyinen vardır... Belki... Ama... Konuşmayacağım! Sizce travestilerin Türkiye'de Meclis'e girme olasılığı ne? İstanbul farklı, Türkiye'nin kalanı bambaşka. İstanbul'da bazı ayrıcalıklar var, kazanıldığına inanıyorum. Tamam, en ferah, rahat ülkelerden değiliz ama kültürümüzde zennelik, köçeklik, sakîlik, 'sahne sanatçılığı' kavramları var. Sancının boyutuna gelince, bunun sadece toplumsal boyutla değil, kişisel tercihlerle de ilişkili olduğuna inanıyorum. Baş tacı, sanat ilahı ilan edilenler de var, her gece polisten dayak yiyen de. Bu iki ucu düşününce arada geniş bir yelpaze var. Peki Türkiye koşullarında travesti olarak yaşamak çok mu sancılı? Benim anlayabildiğim, düşünce ve duygularını okuyabildiğim, açık, dürüst insanlarla ve aynı şekilde beni, tercihlerimi anlamayı deneyenle daha iyi anlaşıyorum. Bence bu cinselliğin, cinsel rollerin dışında, üstünde, ötesinde, bireysel bir durum... Üstüme gelmeyen, baskı kurmayı denemeyen, bana ve sınırlarıma saygı duyanlarla anlaşıyorum. Yakın arkadaşlarımın başında Ponpon (yani Zekeriya), bence kadınlığın şahikası DJ Belinda D ve yardımcım Hasan var. Sorunuzun cevabı: Cinsiyetleri değil kafa yapıları önemli. Kadınlarla mı daha iyi anlaşıyorsunuz, erkeklerle mi? Ya son günlerin en çok konuşulan konusu küresel ısınma? Duyarlı mısınız çevre sorunlarına?Duyarsız kalmak mümkün mü? Kendi elimizle kuyumuzu kazıyoruz. Duyarsız davrananları anlamıyorum, anlayamıyorum. Onları çöle sürmek, atom santrallerinin dibinde yaşatıp üç haftada cilt kanserine yakalatmak lâzım! O zaman anlarlar belki. TABİİ Kİ BASKIN ORAN... Kimleri görmek istemediğimi biliyorum. Ortadalar. Gizlide kalmış, tanımadığım, bilmediğim, adını duymadığım cevherlerimizden biri çıksa diye umudumu kaybetmeden bekliyorum. Gönlümden geçen isim ise Orhan Pamuk. Gayet şık olacağına inanıyorum. Sizin cumhurbaşkanı olarak görmek istediğiniz kişi kim peki? Tabii ki Baskın Oran. 1 Temmuz Pazar günü eşcinsel onur yürüyüşüne de katıldı ya, artık oyum kesin ona. Seçim sonuçlarının ne olacağı bence belli. Yine aynı çoğunluk, hatta belki biraz daha bile kalabalık. Ama gönlümden geçen, pembesinden siyahına her renk ve tonunun temsil edildiği bambaşka bir parlamento. 22 Temmuz'da oyunuz kime? İstanbul'un en güzel abisi Başkomiser Nevzat, ellili yaşlarını süren pek de alışkın olmadığımız bir polis. Eski İstanbul'ludur, Balat'ta tek başına oturur. Polisliğe alaylı olarak başlamış, dürüstlüğü, cesareti zaman zaman ona rütbe, zaman zaman da sürgünlük getirmiş. Mesleğin bütün kademelerinde bulunmuş. Başarı kadar başarısızlıkları, mutlulukları, acıları yaşamış bir hayat adamı. Büyük umutlarla başladığı polislik mesleğinin aslında insan öğüten bir değirmen olduğunu fark etmiş ama bu işi bir türlü bırakıp gidememiş. İstanbul'u avucunun içi gibi tanıyan, suçlu psikolojisini iyi bilen biri. Zengin, yoksul, suçlu, masum, toplumun çeşitli kesimlerinden dostları var. Gelecek konusunda umutlu değil ama mücadaleden de vaçgeçmiyor. Suçluları yakalarken, bataklıkta sivrisinek avladığının farkında.Sürekli sivil dolaşıyor. Emniyettekilerin ona büyük saygısı var. Suçluların yakalanmasında, olayların çözümünde kaba kuvvetten çok, aklın ve bilginin ama daha çok vicdanın kullanılması gerektiğine inanıyor. Öne çıkmayı sevmeyen, engin gönüllü bir kişiliği var. Karısıyla, kızını yıllar önce kendisi için konulan bir bombanın patlaması sonucu kaybetmiş. Dosya kapatılmış ama Başkomiser Nevzat hâlâ karısıyla kızının katilini arıyor; bulduğu her ipucu onu çıkmaz bir sokağa sürüklemiş. Cinayet masasının başarılı elemanlarından biri olmasına rağmen, karısı ile kızının katilini bulamaması, aslında Nevzat'ın süper bir kahraman olmadığını, içimizden biri olduğu gerçeğini anlatıyor.Karısıyla kızının ölümünden yıllar sonra Evgenia adında güzel bir Rum kadınla ilişkisi oluyor Nevzat'ın. Evgenia, Nevzat'a deli gibi aşıktır. Nevzat da onu sever ama nedendir bilinmez Evgenia ile evlenemez. En büyük eğlencesi mahalle kahvesinde içtiği nargilesi ile yine aynı kahvede mahalle esnafından Berber Ayhan ile rakısına oynadığı iddialı tavla partileri. Milli takımı tutar. Karnıyarıkla pilava bayılır. Vefa bozacısına uğrar, Pelit turşucusuna gider, Balık Pazarı'nda işkembe içtiği bir çorbacısı vardır. Türk Sanat Müziği sever. Müzeyyen Senar'a bayılır. MÜZEYYEN SENAR HAYRANI BAŞKOMİSER NEVZAT: "ÜLKEMİZİN İNSANI YALNIZ DEĞİL, BU NEDENLE SERİ KATİLLER ÇOK FAZLA ÇIKMAZ" Türkiye'de işlenen cinayetleri nasıl sınıflandırırsınız?Suçun temelinde genellikle üç mesele vardır: Aşk, para, hırs. Bunlar anlık suçlardır. Özellikle planlanan, taammüden dediğimiz cinayetler, ki bizde bu tür cinayetler çok az çıkar, çoğunlukla para yüzünden işlenir. İşin içine para ya da güç girdiğinde polise rüşvet verilmesi, polisin taraf olması da sık sık gündeme gelir. Bizim ülkemizde hukuk pek gelişmediği için, kimi polisler bir an önce sonuca ulaşmak için kaba kuvvet kullanırlar. Halbuki polisin asıl amacı adaleti sağlamaya çalışmaktır. Her zaman söylerim, gerçek adalet, vicdanımızla yasa arasında bir yerde durur. Türkiye'de dedektiflik diye bir kurum yoktur ve bu işlerle uğraşanların çoğu şarlatandır. Cinayetleri soruşturmaları mümkün değildir. Ancak karısını aldatan adamı takip ederler. Türkiye'de sorunları polis ya da istihbarat birimleri çözer. Dedektifler bilgiye ulaşamazlar, ayrıca yetkileri de yoktur. Mahkeme onların topladığı delilleri kabul etmez. Özel dedektifler size rakip mi? Büyük bir hayâl kırıklığı. Biz polisler, iki bilimden yararlanırız: Kriminalistik ve kriminoloji. Kriminoloji suçun nedenlerini araştırır. Bir suç neden doğar? Eğitimsizlik mi, yoksulluk mu, ülkede yaşanan birtakım olaylar mı, kişinin nörolojisi mi? Kriminalistik ise suçtan yola çıkar. Mesela saç, tükürük, meni, parmak izi... Bunlardan hareketle suçluyu buluruz. Eğer zanlıyı yakaladığımızda, "Bu suçludur, ben öyle inanıyorum" dersek adam çıkar hapisten. Ben her olayı çözüp katili bulduğumda da büyük bir hayâl kırıklığı yaşarım, çünkü bilirim ki şu anda yeterince eğitimli olmayan, zenginle yoksulun arasındaki uçurumun gittikçe arttığı bu toplumda her geçen gün yeni katiller ürüyor. Bu nedenle sevinçten çok burukluk hissederim. Bir cinayeti çözüp katili buldunuz. Ama diyelim ki yargıda geçerli olacak yeteri kadar kanıt yok ve o katil cezalandırılmıyor. Ne hissedersiniz? Seri katil, öldürmekten zevk alan kişidir. Tek nedeni budur. Ne size borcu ne de öfkeyle ilgisi vardır. Zaten tersine, bunlarla ilgisi olmaması gerekir, çünkü yakalanır. Cinayet soruşturulurken iki yöntem vardır. Ya dellilerden yola çıkarsınız ya da çıkardan. Biri öldürüldüyse ve hiçbir delil yoksa, maktülün kimlerle ilişkisi var ona bakarız. Seri katil öfke duymaz. Nörolojik ve psikolojik olarak bozuk, yalnız biridir. Yalnızlığını öteki insanlara duyurmak için öldürür. Bunu yaratan koşullar daha çok Avrupa ve ABD'de görülür. Biz şanslıyız, çünkü konuşabiliriz. Ben çok canım sıkıldığında Zihni'nin kahvesine gidip rakısına tavla atarım. Karım kızım öldü ama şu an Evgenia diye bir arkadaşım var, onun meyhanesine giderim. Bizim ülkemizin insanı yalnız değildir, bu nedenle seri katiller çok fazla çıkmaz. Neden bizde seri katil yok? Mesleğinizi anlatan polisiye kitaplara meraklı mısınız, okur musunuz?Okurum, özellikle Agahta Christie'leri çok seviyorum. Tabii Sherlock Holmes'ü de. Hercule Poirot'yu severim ama yaşamayan bir kahramandır o. Bu insanların hiçbiri bir eve gidip "Yakınınız öldü, başınız sağolsun" dememiştir. Halbuki biz haftada birkaç kere bu işi yapmak zorunda kalıyoruz. SİYASİLER SUÇLULUK DUYUYOR Kusmuştum. Kocamustafapaşa'da iki katlı bir apartmanın alt katında işlenmiş bir cinayetti. Anne, oğlunu öldürmüştü. Çok temiz, Müslüman bir kadındı. Oğlan babası öldükten sonra kumara başlamış, en sonunda işi muhabbet tellallığına kadar vardırmış. Kadın artık bu kadarına dayanamayıp oğlunu zehirlemiş. İtiraf da etti zaten. İçeri girdiğimde çocuğun yüzünü gördüm, sarı-yeşile dönüşmüştü. Sonra alışıyor insan. Katiller nasıl alışıyorsa siz de alışıyorsunuz. İlk ölü gördüğünüzde ne hissettiniz? Hemen hepsinde suçluluk psikolojisi var ve haklılar. Yalnız devlet memuruyum ben, bunları konuşurken sorun olmaz değil mi? Emekliliğimiz yakın zaten...Haklılar, çünkü ülkenin bu hale gelmesinden mesuller. Yalnız onlar suçluluk duyuyor da, halk onları suçlamıyor. Aziz Nesin diye bir yazarımız vardı biliyorsunuz. Komünist falandı ama dürüst adamdı. Türk halkının yüzde 80'i aptaldır demişti. Doğrudur. İşiniz psikolojiyi iyi bilmenizi gerektiriyor. Siyasetçileri bu açıdan nasıl değerlendirirsiniz? Fazla bir şey olmayacak. Çünkü Türkiye'de ta '60'tan beri demokrasi oturmadı. Şu anda ülkeyi parlamento yönetmiyor ki. O yüzden AKP tek başına iktidara da gelse koalisyon da olsa hiçbir şey değişmeyecek. 23 Temmuz'da Türkiye'de neler olacak sizce? SANKİ GÜZİDE BENİ BEKLİYOR! Tuhaftır ama bir polis olarak Baskın Oran'a oy vereceğim. İstanbul 2. bölgede olduğum için ona, karşıda olsam Ufuk Uras'a verecektim. Bu röportajın sonunda bizi meslekten atacaklar. Kime oy vereceksiniz? Tabii sıklıkla. Ama belki onları bir bomba öldürmezdi de bir trafik kazasında ya da depremde ölürlerdi. Kadere inanmıyorum ama hayat böyle bir şey. Hiç polis olmasaydım, karımla kızım şimdi yaşıyor olurdu diye düşünüyor musunuz? Evgenia var, benim için çok önemli. Başka hiçbir kadının bana sevdayı düşündüreceğini ummazdım, o düşündürdü. Onun meyhanesine ya da evine gittiğim zaman her şey şahane ama eve döndüğüm zaman hâlâ Güzide ve Aysu'nun anıları var. Bazen eve gelirken pencereden bir gölgenin geçtiğini hissediyorum, sanki Güzide beni bekliyor. Nasıl avunuyorsunuz peki?