Attila Gökçe

Attila Gökçe

agokce@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Geçen haftadan kalan bir öykü ile başlayalım... Egemen Korkmaz, pek de beklenmedik biçimde Beşiktaş’tan ayrıldı, ertesi gün de Fenerbahçe ile sözleşme imzaladı...
İlk bakışta şok haber, transfer bombası olarak ses getiren bir gelişmeydi bu. Ama olayın arka planını da okumak gerekiyordu.
Evet, Egemen Korkmaz çok iyi bir profesyoneldi... Geçen yıl Trabzon’dan Beşiktaş’a geldiğinde 1 milyon 100 bin euro garanti ve 20 bin euro da maç başı ücrete imza atmıştı. Beklenmedik bir şey oldu. Egemen Korkmaz, 50 maç oynayarak şaşırtıcı bir performans gösterdi. O güne kadar 30-35 maçlık performanslara alışmış yöneticiler, maç başı ücretlerle kabaran maliyet karşısında şaşırıp kaldılar. Önce indirim istediler, olmadı. Sonra başarısına saygı gösterip sözleşmeyi aynen sürdürme kararı aldılar. Ama bu defa da Egemen direndi. Kulüpten birikmiş alacakları 2 milyon TL’nin üzerindeydi... Bunlara 500 bin euro da kendi katarak, alacaklarından vazgeçip üstüne vererek bonservisini aldı...
Tıpkı Trabzon’dan Beşiktaş’a geldiği gibi, Beşiktaş’tan da Fenerbahçe’ye elini kolunu sallayarak gitti.
Bu transferde kuşkusuz hiç kimse Egemen’in aidiyetini, kulüp sadakatini sorgulayamaz... Egemen’in sorgulanacak tek yanı, profesyonelliğidir ve oradan da kuşkusuz “tam puan”ı hak etmiştir.
Ama Egemen’i bu pazarlığa yönlendiren, “Beşiktaşlıları da incitmeyelim. Sen sorunu çöz, öyle gel” diyen akıl ve irade nereden kaynaklanmaktadır?
Yaşam Coach’u Erdinç Şehit’ten mi, yoksa bu yıl transferde iş bitirici lider rolünü üstlenen Ali Yıldırım’dan mı ?
Egemen transferiyle görülmüştür ki Fenerbahçe, bugüne kadar sergilediği transfer hamlelerinin bir kademe üstüne çıkarak adeta meydan okumakta, gelecek sezona gerçek bir güç gösterisi için hazırlanmaktadır.

F.Bahçe nereye koşuyor

Haberin Devamı

Dirk Kuyt transferi bunun ilk işaretiydi... Hasan Ali Kaldırım transferi, Aykut Kocaman’ın yerli oyuncu omurgasının isabetli bir seçimi oldu. Emre Belözoğlu ile barış içinde helalleşerek ayrılma kararının hemen arkasından Mehmet Topal hamlesi sergilendi. Arada Kocaman’ın Alex’e gönderilen tatil mesajı da dikkat çekiciydi. Başarılı hoca, Brezilyalı’nın yaşını ve azalmakta olan enerjisini dikkate alarak Alex’i dinlendirerek oynatacağı yeni bir oyun planı üzerinde çalıştığını açıkladı.
Bütün bunlar akıl, para, enerji, hazırlık ve planlama dozu iyi ayarlanmış hamleler... Dedik ya, Fenerbahçe yine de çıtayı sürekli yükselterek meydan okuyordu. Ali Yıldırım’ın en keskin mesajı da bunun göstergesi : “Fenerbahçe Hamit Altıntop’u isterse, alır!”
Galatasaray ve Fatih Terim’in yıllardır üstü örtülü bir “megalo idea” (büyük düş) olarak zihninde ve gönlünde yaşattığı bir hamle... Real Madrid ve Mourinho ile yapılan konuşmalar, Galactico’dan Hamit’e ve Galatasaray’a yakılan yeşil ışık, bir anda Fenerbahçe’nin de iştahını kabarttı. Şimdi merak edilen soru şu: Hamit İstanbul’a gelecek, tamam da... Avrupa’ya mı, Anadolu yakasına mı ?”
Beşiktaş’tan ayrılma kararı veren David Hawkins’in de Fenerbahçe ile pazarlıkları sürerken bir anda beklemeye alınması, biraz ortada kalma durumu yaratılması neyin nesi acaba ?
Fenerbahçe, ezeli rakipleri ile her alanda rekabeti sürdürürken bu yıl daha sert, daha agresif ve daha tehditkar bir kimliğe mi bürünüyor?
İsterseniz biraz daha bekleyelim... Ama şimdilik öyle görünüyor!

Haberin Devamı

Aziz Bey’le konuşmak

Haberin Devamı

Hiç kimseye gazetecilik dersi verecek değilim. Bir gazeteci için elbette özgürlüğünün ilk sabah kahvaltısında Aziz Yıldırım’ın masasında oturmak, aile bireyleri ile birlikte Fenerbahçe Başkanı’nın duygu ve düşüncelerini dinlemek bir ayrıcalıktır.
O masada hiçbir gazeteci rahat durmaz. Kafasını kemiren soru işaretlerine yanıt arar, bu yanıtları okurlarına ulaştırmak için yanıp tutuşur...
O masadan çıkan mesajların yalanlanması/doğrulanması da o kadar önemli değil...
Şuna dikkat edilmeliydi...
Bir yıldan beri içeride hasretini, öfkelerini, kırgınlıklarını, kızgınlıklarını, umutlarını ve endişelerini biriktiren adam, özgürlüğe dönüşünün ilk sabahında her şeyi söyleyebilir... Duyguların boşalıverdiği o ilk fırsatta bunları kamuoyu ile paylaşmak ne kadar doğrudur?
Gazetecilik mesleği işte biraz da bu yüzden dünyanın en tatlı huzursuzluğudur!

Çok yaşasın Federer!

Her şeyi performans, kupa, madalya, maç sayısı, galibiyet oranı ve Grand Slam şampiyonlukları ile ölçüp oradan yadsınamaz biçimde bir dünya büyüklüğüne bağlayanlara elbette itiraz etmem.
Roger Federer’e her zaman saygı duyarım. Pes etmeyen kişiliği, inat ve ısrarla çalışması ve adanmışlığıyla elhak, bütün zaferlerini hak etmiştir.
Wimbledon’da 7. şampiyonluğuyla efsane yazmaya devam eden İsviçreli’nin altın sayfalarla yazılı

F.Bahçe nereye koşuyor
başka bir tarihi de var...
O, dünyanın belki de en hayırsever sporcusu... Sadece meydan okuyan cesur bir yüreğe değil, iyilikle çarpan bir kalbe de sahip.
2003’de genç ve olanaksız sporcular için Roger Federer Vakfı’nı kurdu.
2005’de Katrina kasırgası kurbanları için Amerika Açık’ta şampiyonluğu kazandıran raketini açık arttırma ile satışa çıkardı.
Pasifik’teki tsunami felaketinin yaralarını sarmak için en büyük rakipleriyle bir tenis turu düzenledi, bağış topladı.
2006’da BM İyiniyet Elçisi oldu.
AIDS hastalarının yardımına koştu. 2010 Haiti depreminde,2011 Queensland sel felaketinde vicdanları harekete geçiren kampanyalara liderlik yaptı.
Annesinin ülkesi Güney Afrika’ya yardım ziyaretlerini gerçekleştirdi...
Federer tenisin şampiyonu, evet... Belki de çağımızın en büyük raketi, eyvallah!
Ama o aynı zamanda vicdanların da şampiyonu!
İşte o yüzden...
Çok yaşasın Federer!