Attila Gökçe

Attila Gökçe

agokce@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Mahmut Özgener başkanlığında da öyleydi, bugün Mehmet Ali Aydınlar başkanlığında da öyle...
Türkiye Futbol Federasyonu, özerkliğin kendisine bahşettiği “erk”i kullanmaktan imtina ediyor.
Erk, dediğimiz daha yaygın bir deyişle “iktidar gücü”... Karar verme, uygulama, düzenleme, cezalandırma, ödüllendirme ve yönetme yetkisi.
3 Temmuz süreci başladığında yazmıştım, hatırlatayım. TFF, polis ve savcılık soruşturması başlamadan önce elbette birçok ihbarla uyandırıldı.
Bunların hiçbirini ciddiye almadı, kulak üstüne yattı, uyudu.
Şeklen bile olsa bir şike tahkik kurulu oluşturmadı. Herhangi bir dosya açmadı, açamadı.
Oynanan tüm maçları onaylayıp ligi tescil etti, Şampiyonluk Kupası’nı verdi.
Sonra savcılık ve polis soruşturmasıyla uyandık.
Gördük ki TFF’nin, sportif anlamda yapmadığını, yapamadığını kolluk kuvvetleri ve adliye üstlenmiş... Anladık ki TFF, kendi yetkisini kullanamadığından, sportif kararlar için dahi savcının, mahkemenin kapısında beklemek durumunda kalmış...

Her neyse...
Bu süreci krizi büyüten yanlışlarla her ne kadar yönetemiyor olsak da, en azından sabırla beklemek gerektiğini öğrenmiş durumdayız.
Gelelim, bugünkü federasyonun kendi erk’ini kullanamama haline...
26 Ocak’taki olağanüstü kongre çağrısı, Türkiye Futbol Federasyonu’nun, üzerindeki tarihi sorumluluğu ve yetkiyi genel kurula devretmesinden başka bir şey değildir!
Elbette genel kurul, federasyonun en yetkili organıdır. Ama unutmayalım, o en yetkili organ, TFF yönetim kurulunu seçerken, ona her türlü yönetmeliği düzenleme, uygulama ve değiştirme yetkisini de vermiştir.
Futbol Disiplin Talimatı’nın 58. maddesi de buna dahildir.
Yani, futbol müsabakalarında şike yapan, teşvik primi veren kulüplere otomatikman küme düşürme ve puan silme cezası veren şu ünlü 58. madde.
Hemen her yönetmelik maddesinde olduğu gibi, önü arkası hesaplanmadan, tartışılmadan uyuşuk bir ezberle yazıldığı için, kendi içinde cezaları kademelendirmediği, suçun şekli, etkisi, şiddeti ayrı ayrı terazilere konup bir yelpaze oluşturulmadığı için 58. madde zaten sakat, acımasız, hoyrat ve blok halinde “terazisiz” bir hükümdü.
Ne yazık ki Sayın Mehmet Ali Aydınlar, tüm iyi niyeti ve dürüstlüğüyle bu süreci yönetecek ideal bir başkan olsa da maalesef iki hata yapıyor.
Birincisi; çok konuşuyor.
İkincisi; hemen her defasında kendini daha baştan bağlıyor.
“Ben başkan olduğum sürece 58. madde değişmeyecek, küme düşme kalkmayacak! ” sözleri bunun en sivri örneği.
Şimdi Sayın Başkan, sözünü yemediğini, sözünün arkasında durduğunu gösterirken, topu genel kurula atıyor.
Genel kurulda herhangi bir delege ayağa kalkıp “-Bizi 58. madde gündemiyle niye çağırıyorsunuz. O maddeyi kendiniz değiştirseydiniz de bizi yormasaydınız. Keşke istifa edip bizi yeni bir seçim için toplasaydınız, daha doğru olurdu! ” diyemez mi?
Diyebilir. Konuştum çünkü, diyenler var!
Peki neler olur genel kurulda?
Bazı kulüplerin fırtına estirmesine hiç gerek yok. Toplanıp tartışırlar, popülizm yapmazlar, sadece kendi çıkarlarını değil, Türk futbolunun geleceğini düşünürlerse, o 58. madde puan silmeyi, para cezasını, küme düşürmeyi kademeli biçimde sıralar ve daha adil kararlara zemin hazırlar.
Kimbilir, belki de “2011 dosyalarını kapsamak ” koşuluyla küme düşmeyi gündemden düşürebilirler, hiç belli olmaz.
Son söz: Toplanın beyler, çünkü fena halde dağıldınız!

Haberin Devamı

Ne hain, ne kahraman...
Sadece insan!

Yılın sonunda ve başında NTV Spor’un iki kez ekrana getirdiği belgeseli ibretle, göz yaşlarıyla izledim. Once Brothers... Bir zamanlar kardeştiler.
ESPN’in 30 yönetmene yaptırdığı 30 spor filminin belki de en iyisi...
Kısa öyküsü şöyle...
Dağılma sürecine giren, iç savaşın acılarını yaşayan Yugoslavya 1990’da Dünya Basketbol Şampiyonluğunu kazanır. Arjantin’deki o coşkulu ortamda seyircilerden biri elinde Hırvatistan bayrağıyla sporcuların yanına gelir. Sırp Vlade Divac, “Bu sadece Hırvatistan’ın değil, hepimizin, Yugoslavya’nın zaferi! ” diyerek Hırvatistan bayrağını adamın elinden alıp kenara koyar.
İşte film orada kopar. O güne kadar iki kardeş gibi yakın dost olan Hırvat Drazen Petroviç, kalbini kapar arkadaşına. Vlade Divac, Sırbistan’da kahraman, Hırvatistan’da hain ilan edilir. Bu duruma çok üzülür. “ Biri Sırp bayrağıyla aramıza katılsa da aynı şeyi yapardım ” der ama derdini kimseye anlatamaz.
Petroviç’i defalarca arar, açıklamaya çalışır, başaramaz.
Sonra 1995’de Yugoslavya Avrupa Şampiyonu, Hırvatistan üçüncü olur. Hırvatlar podyumu terk ederler. Bu durum en çok Divac’ı üzer.
Sonrası daha da korkunç... Petroviç trafik kazasında ölür. İkili birbirini anlayamadan sonsuza dek ayrılmışlardır.
Filmde inanılmaz insanlık dersleri var. Hele Divac’ın anne Petroviç’i Hırvatistan’da ziyareti, sonra arkadaşının mezarına çiçek koyması...
İç savaş sırasında hep Sırpların sergilediği vahşet, soykırım, keskin nişancılar oturdu belleğimize. Ama orada Divac gibi insanlar da vardı. Divac, savaşta anne ve babasını kaybeden bir kız çocuğunu evlat edindi, iki oğluna kardeş yaptı. Balkanlardaki derin nefretin izlerini silmek için adeta kendini adadı.
Nefret, insanoğlunun en kötü duygusu, kişisel mutluluğumuzu da barışı da yok eden bir duygu...
...Ve bir başka Balkanlı, Galatasaray’ın Makedon asıllı coach’u Oktay Mahmuti, geçen hafta oynadıkları Fenerbahçe maçından sonra Türk sporunda rekabeti besleyen nefrete dikkat çekip artık sıkıldığını söyledi.
Teşekkürler Oktay Hocam... Umarım seni anlamışızdır!