Attila Gökçe

Attila Gökçe

agokce@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Bursaspor ligimizin saygı duyulan şampiyonu... Bu onura erişirken herkesin, her kesimin, rakiplerinin bile saygı ve hayranlığını kazandılar...
Valencia, La Liga’nın isyankâr ekibi, Real Madrid ve Barcelona’ya karşı her zaman kafa tutuyorlar. Şampiyonlar Ligi’nde, final oynamışlıkları var. Hector Cuper gibi değerli ama "looser" (kaybeden), bir hoca ile sıkça gündem yaptılar. Şu sıralar ekonomik darboğazda transferin küçülen takımı Valencia, bizim Mehmet Topal’ı alırken David Villa’yı Barcelona’ya kaptırdı.
Biri endüstriyel Avrupa Ligi’nin başa oynayan, evrensel hedefler kovalayan takımı, biri de yerel aidiyetler ile ulusal unvan kazanan ama çıktığı ilk uluslararası turnuvada evrensele ulaşamayıp yerel kalan bir ekip.
Bursaspor, Valencia maçının skor tabelasına da yansıyan gerçekliği bu işte!
Bizim şampiyonumuz, yerel... Onların temsilcisi evrensel. Bu eşiği aşmak o kadar kolay değil. Basketbol dünya şampiyonası sabırlı yatırımlar ve ısrarlı çalışmaların yarattığı bir eşik atlama, evrensele sıçrama örneğidir. Bursaspor’un yaptığı ise saygı duyulacak bir iç başarı. Daha çok uzun yolları var. Tecrübesizler. Ligin ilk 4 haftasında ful 12 puan bulan takım kimliği ve başarı, maalesef Şampiyonlar Ligi için yeterli bir referans oluşturamıyor. O yüzden işte, Ömer Erdoğan ve Stepanov, şaşırıyorlar. Yavaş oyunda, göz göre göre adam paylaşamadıkları için, acemice bir gol tuzağına düşüyorlar. Bırakın hücuma katılmayı, Ali Tandoğan ve Vederson, rakibin kanatlardan yaptığı atakları karşılamakta bile çaresiz kalıyorlar. Sadece, Volkan’ın yetersiz çabaları da rakibi korkutmaya yetmiyor. Bursaspor’un yabancı oyuncuları, belki süper ligimize uygun, yeterlidir. Ama Şampiyonlar Ligi’ne çıktıklarında dün geceki gibi, hafif kalıyorlar.
Insua ve Nunez, bu lige uygun oyuncular değil. Böyle olduğunu bile bile ilk golden sonra Ertuğrul Sağlam’ın bu ikisini çift santrfor olarak kullanması çok yadırgadığımız taktik bir muamma idi. Sağlam, 44 dakika süre ile bu garip komediyi sürdürdü. 60’ta Sercan ve Turgay’ı oyuna aldığında Bursaspor, hiç değilse rakip kale önünde bir varlık gösterip rüzgâr estirdi ama yine de iki gole engel olamadı.
Bursa’daki ayna, bize gerçekleri gösterdi. Aynaya kızmayalım. Bu yerel futbol kıyafetini, değiştirmemiz gerek!



FIFA, kulak ver FIBA’ya!
FIFA’nın sağır sultanları duyar mı, dinler mi bilemem. Ama futbolun basketboldan örnek almasını, ülkemizde oynanan son Dünya Şampiyonası’ndan ders çıkarmasını diliyorum.
FIFA, global ticaretteki yüzde 10’luk inanılmaz payı ile 300 milyar dolarlık endüstriyel büyüklüğe erişti. Futbol beş kıtada en çok oynanan, en yaygın, en çok seyredilen, izlenen, merak edilen spor dalı.
Basketbol da öyle. Ama bilinmeli ki, FIFA 1863’te oluşan oyun kurallarının birini değiştirmeden sadece çağa uygun yorum farkları getirerek saltanatını sürdürürken, basketbol sık sık yenilenen kuralları, oyuna dinamizm, aktivasyon, artı heyecan, artı sürpriz, artı süper starlarla güzellikler katıyor.
Her geçen yıl kendini yeniliyor. Çin’den ABD’ye, Brezilya’dan Angola’ya, Litvanya’dan Avustralya’ya salonlar büyüyor. Kalabalıklar büyüyor. Basketbola duyulan ilgi ve sevgi katlanarak artıyor.
Şu son Dünya Şampiyonası’ndan ders çıkaralım. Bu büyük turnuvaya 24 takım katıldı. Gruplardaki maçlardan finale kadar 80 karşılaşma yapıldı. Basketbolda gelişmekte olan ülkelerle, büyüyen ve büyük ülkeler bir arada harmanlandı.
Bu takımlardan 4’ü Almanya, Rusya, Lübnan ve Litvanya, FIBA tarafından, basketboldaki gelişme trendleri, bu spor dalından alabilecekleri ve bu spor dalına katabilecekleri değerler hesaplanarak “Wild Card” yöntemiyle finallere çağrıldı. Elemeleri kaybetmişlerdi, ama basketbol dünyasından kazanacakları ya da basketbol dünyasına kazandıracakları vardı.
Türkiye, 2006’ya bir sonraki Dünya Şampiyonası’nın ev sahibi olduğu için Wild Card ile katılarak 6. olmuştu. Adamlar ülkemize değer vererek, bizi her bakımdan ev sahipliğine hazırladılar.
FIBA bu yıl da Litvanya’yı davet etti aynı yöntemle... Çünkü Litvanya 2011 Avrupa Şampiyonası’nın ev sahibi. Litvanya, 2010 Dünya Şampiyonası’nı, 2002 Dünya Şampiyonu Sırbistan’ı yenerek bronz madalyayla kapadı.
Demek ki, eleme süreci gibi katı tutumlarla yetinmeyerek kapıları biraz daha aralık bırakmak, ulaşamayanları finallere buyur etmek de hiç de yanlış değil!
FIFA’nın sağır sultanları 32 takımlık daha geniş bir spektrumla Dünya Kupası düzenledikleri halde futbolda finallere ulaşmak için tek yol tanıyor: Eleme, eleme, eleme... Eleniyorsan gelme!
Bu yüzden 2010’un Dünya Kupası organizatörü Güney Afrika’yı 2006 Dünya Kupası’na buyur etmediler, edemediler. Çünkü kendilerine sıkı sıkıya bağladıkları değişmez hanedanlık kuralları sözkonusuydu.
Şayet şu Wild Card uygulaması futbolda geçerli olabilseydi kesin inanıyorum ki, o her renge ve her yöreye açık olimpik anlayış, Türkiye’yi de Güney Afrika’daki Dünya Kupası’na davet ederdi.
Oysa basketbolda 24 takım, futbolda 32 takım mücadele ediyor. FIBA hiç değilse bunlardan ikisini ya da dördünü Wild Card yöntemiyle seçebilmeli.
Hanedanın munkabız ve tutucu tavrı maalesef bunlara fırsat vermiyor. 147 yıllık saltanat aynen sürüyor.
24 takımlı Basketbol Dünya Şampiyonası 15 günde 80 maçla oynanırken, 32 takımlı futbol Dünya Kupası bir ayda 64 maçla bitiyor. Takım sayısı daha fazla, süre uzun, ama oynanan maç sayısı az. Böylece gruplarda 4 puanla evine dönen de oluyor, 3 puanla yola devam eden de... Artık şansa ve kadere kalmış.
Oysa basketbolda her grup 6’şar takımdan oluşuyor. Gruplarda 15 maç oynanıyor. En kötü takımın bile 5 maç yapma şansı var. En talihsiz başlangıçları bile döndürebilme olasılığı var. Sonunda yine en güçlü kazanıyor, ama kimse kazaya uğramıyor.
FIFA bundan da ders çıkarmalı.
Şimdi gelelim FIBA’ya... Önümüzdeki Dünya Şampiyonası, İspanya’da 32 takımla düzenlenecek. NBA’den ve ABD’den yükselen, NBA’in Avrupa’daki yıldızları dolayısıyla yaşlı kıtada da destek bulan itirazlar var. 15 günlük sürenin daha da uzayacağını, milli maçlar nedeniyle evlerinden, takımlarından ve sezon hazırlıklarından uzak kalacaklarını iddia edip, FIBA’nın yeni şablonuna itiraz seslerini yükseltiyorlar.
Ama FIBA kararını vermiş bir kere. Araştırmış, tartışmış ve daha kucaklayıcı bir basketbol organizasyonu için 32 takıma karar vermiş. Umarım FIFA’nın şablonunu örnek almazlar ve ilk turdan en az üçer takımı bir üst tura taşırlar.
Neyse... NBA’den yükselen endüstriyel patronaj itirazlarını da fazla dikkate almamak gerek. En azından ABD oradaki kaprisli yıldızlarının alternatifini İstanbul’a getirdi. Altın madalya ile birlikte saygıyı da kazanarak ülkelerine döndüler.
FIBA’nın basketbolu geliştirmek, daha çok insana sevdirmek ve global bir zirve yakalamak için yaptığı akılcı uygulamaların son örneği de Londra 2012’den... FIBA Genel Sekreteri Patrick Baumann, 2012 Londra Olimpiyatı’nın ev sahibi İngiltere’ye elemesiz olarak 12 takım arasında ev sahibi sıfatıyla yer alamayacağını bildirdi. İngilizler eleme turlarına katılıp, Litvanya 2011 için Avrupa Şampiyonası vizesi yakaladılar. Harıl harıl çalışıyorlar. Avrupa Şampiyonası’nda alacakları dereceye göre Birleşik Krallık takımının kendi evinde salona çıkıp, çıkamayacağı anlaşılacak. Bir yandan Wild Card ile dünyaya elini uzatan FIBA, öte yandan ev sahiplerine olimpik turnuvasında yeterlilik barajı koymayı da biliyor. Buna dikkat edelim ve saygı gösterelim.
Tüm bunları niye yazdım? Türkçe uluslararası spor dillerinin arasında yer almıyor maalesef. Ama FIFA ve UEFA’da bir Türk, Şenes Erzik var.
Sevgili dostum sağır sultanlardan biri değilse bu seçimi oralara taşır. Kim bilir, belki de uyuyan hanedanın kulağını kaşır!



Demirel ve Terzi
Birkaç hafta önce Avrupa Atletizm Şampiyonası’ndaki altın ve bronz madalyalarla süslü başarımızı överek bu büyük gelişme nedeniyle Mehmet Terzi’yi yıl sonunu beklemeden yılın spor adamı ilan etmiştim.
Ne mutlu ki fena halde çuvalladım! Yazar duyarlılığı bazen böyle aceleyle duvara toslatıyor insanı. Mehmet Terzi için dediklerimin satır satır arkasındayım. Yılın spor adamı unvanını hak ediyor.
Ama ondan daha çok hak eden biri daha var şimdi. Dünya Basketbol Şampiyonası’na hem organizatör ev sahipliği onurumuz hem de final ve gümüş madalya gururumuzla 18 yıllık emeğini taçlandıran Basketbol Federasyonu Başkanı Turgay Demirel!
Demirel’i çok eleştirdik. Gönlünce sevgi görmedi. Hak ettiği saygıyı bulamadı. Ama inanç ve ısrarla siyasetçisinden kulüplere, devlet kurumlarından sivillere kadar herkesi ikna ederek Türk Basketbolu’nu büyüttü. Ülkemize taşıdığı 2001 Avrupa, 2010 Dünya Şampiyonası finalleri zaten başarıdır. Ama o organizasyon ve salonların yükünü de güçlü bir takımla, eşsiz seyirciyle, pozitif enerjiyle doldurdu. Sponsorları, FIBA yetkililerini, yayıncıları, kulüp yöneticilerini ve egosu şişkin sporcuları bu kadar dengeyle, başarıyla ikna edip yönetmek çok büyük bir iştir.
Belki de soğuk davrandığı, sadece bildiği doğruları ısrarla anlattığı ve kimseye popülizm yapmadığı için onu yeterince sevemiyoruz. Ama şurası kesin ki, ona güveniyoruz.