The Others Ajan Restoran

Ajan Restoran

20.02.2000 - 00:00 | Son Güncellenme:

Yemek kültürü konusunda tam bir cahilim. Öyle ki daha birkaç yıl öncesine kadar pilavı kurufasulyenin üstüne koyarak yiyordum. Bir gün arkadaşlar pilav altı kuru tabir edebileceğimiz bu stilin yanlış olduğunu söylediler. Bozuntuya vermedim ama... Bozuntuya vermedim ama... İnsan ister istemez üzülüyor tabii. Onca yıl inandığın bir şeyin, aslında yanlış olması. Bir dost meclisinde bu gerçeğin suratına tokat gibi çarpması. Bir anda hayatın boyunca pipetle çorba içerken insanların sana neden garip garip baktıklarını anlaman. Yemek adabı konusunda sıfır olduğumu anladığım o günün gecesinde bir rüya gördüm. Rüyamda bir vahşiydim. Ormanda aslanlar tarafından büyütülmüşüm. Sonra bir avcı beni yakalayıp haber bültenlerine satmış. Etrafımı saran Reha Muhtarlar habire soruyorlar: "Fasulyenin üstüne pilav koyarken hiç utanmadın mı? Sen Türk değil misin? Ormanda kaşık yok mu?". Tabii ben vahşi olduğum için cevap veremiyorum. Sadece hafiften kük kük kükrüyorum. Aslanlar büyütmüş ya. Sonra Reha Muhtarlar bölünerek çoğalmaya başlıyorlar. Yeterli sayıya ulaştıklarında kaşıkları parmaklarına takıyorlar. Tıkır tıkır sesler çıkarmak suretiyle bir halk oyunu oynamaya başlıyorlar. Ve finalde havadan kurufasulye yağıyor. Meğer hepimiz pilavmışız. Neyse ki o günler artık geride kaldı. Eksiklerimi büyük ölçüde giderdim. Yine de restoran ajanı olacak donanıma sahip olmaktan epey uzağım. Allahtan yanımda yardımcım Luiz var. Kendisi oburluk konusunda yaşayan bir efsane olduğundan, bu yemek memek işlerine hakimdir. Normalde iki kelimeyi bir araya getiremezken, garsonlar karşısında dili çözülür. Bir paragraf uzunluğundaki Çince yemek adlarını hiç zorlanmadan söyleyebilir. Luiz ve ben bu sefer şehrin "sokakları bal dök yala" semtlerinden birinde bulunan "Getti"ye gittik. Ajan olduğum anlaşılmasın diye takım elbise yerine eşofman giymeyi uygun gördüm. Bir repçi ya da Serdar Ortaç kıvamında rahat, restorandan içeri girdim. Hemen rahatım kaçtı tabii. Zira diğer müşteriler klasik müzik konserindeymiş gibi giyinmişti. Hareketlerinden burayı Beverly Hills sandığı anlaşılan bir kız "Buralarda eşofman giyenleri pek sevmezler" der gibi bakıyordu. Çiçek bahçesinde bir böcek ya da Şikago'da bir Türk gibi hissetmem için gerekli her türlü ayrıntı düşünülmüştü burada. Yolda Luiz'in konuşmalarından rahatsız olmamak için taktığım walkman hala kulağımdaydı. Bu yüzden garsonun dediklerini anlayamadım. Sonra iki kişilik bir masaya oturduk. Yemek adlarını anlamam mümkün olmadığından mönüye bakma ihtiyacı hissetmedim. Yardımcımın yorumlarını duymak için walkman'i çıkardım. Ne yazık ki ortamda Cher çalıyordu. Hemen geri taktım. Sessiz sinema sanatıyla bana birşeyler anlatmaya çalışan garsonların çok anlayışlı olduğunu söylemem gerek. Luiz ise bağıra bağıra konuştuğu için ne dediğini duyabiliyordum. "Mutfağın açıkta olması çok iyi" filan diyordu. Baktım mutfak gerçekten de açıktaydı. Komik şapkalar giyen aşçılar Tom Cruise'un "Kokteyl" filmindeki gibi işi şova dökmüşlerdi. Tavaların içine bir şeyler döküyorlar, ateşler çıkarıyorlardı. Dikkat ettim hiçbirinin kaşı yanmamıştı. Aşçıların profesyonel oldukları belliydi. Yardımcım Luiz'in kalamar yerken çıkardığı seslerden rahatsız olup müziği biraz daha açtım. Hayranlıkla ateş şovunu izlerken kalın biftekler geldi. Yanında havuçlu panço gibi bir şeyler vardı. Gözümün aşçılara takıldığı bir ara Luiz benim pançoları da yedi. Kendisi yemek yerken konuştuğu için biraz etrafı kirletti fakat dediğim gibi garsonlar çok anlayışlıydı. Bize bir şey çaktırmadan güvenlik için çevre masaları boşalttılar. Bunun dışında olaysız bir geceydi. Hesabın az olduğunu söyleyemem. Ama ateş şovlarını da düşünürsek fena değil. Yalnız bu işi evde denemeyin derim. Yemek yanıyor, kaş, kirpik heba oluyor. © 2000 Milliyet

Ajan Restoran



Yemek kültürü konusunda tam bir cahilim. Öyle ki daha birkaç yıl öncesine kadar pilavı kurufasulyenin üstüne koyarak yiyordum. Bir gün arkadaşlar pilav altı kuru tabir edebileceğimiz bu stilin yanlış olduğunu söylediler. Bozuntuya vermedim ama... Bozuntuya vermedim ama... İnsan ister istemez üzülüyor tabii. Onca yıl inandığın bir şeyin, aslında yanlış olması. Bir dost meclisinde bu gerçeğin suratına tokat gibi çarpması. Bir anda hayatın boyunca pipetle çorba içerken insanların sana neden garip garip baktıklarını anlaman. Yemek adabı konusunda sıfır olduğumu anladığım o günün gecesinde bir rüya gördüm. Rüyamda bir vahşiydim. Ormanda aslanlar tarafından büyütülmüşüm. Sonra bir avcı beni yakalayıp haber bültenlerine satmış. Etrafımı saran Reha Muhtarlar habire soruyorlar: "Fasulyenin üstüne pilav koyarken hiç utanmadın mı? Sen Türk değil misin? Ormanda kaşık yok mu?". Tabii ben vahşi olduğum için cevap veremiyorum. Sadece hafiften kük kük kükrüyorum. Aslanlar büyütmüş ya. Sonra Reha Muhtarlar bölünerek çoğalmaya başlıyorlar. Yeterli sayıya ulaştıklarında kaşıkları parmaklarına takıyorlar. Tıkır tıkır sesler çıkarmak suretiyle bir halk oyunu oynamaya başlıyorlar. Ve finalde havadan kurufasulye yağıyor. Meğer hepimiz pilavmışız.
Neyse ki o günler artık geride kaldı. Eksiklerimi büyük ölçüde giderdim. Yine de restoran ajanı olacak donanıma sahip olmaktan epey uzağım. Allahtan yanımda yardımcım Luiz var. Kendisi oburluk konusunda yaşayan bir efsane olduğundan, bu yemek memek işlerine hakimdir. Normalde iki kelimeyi bir araya getiremezken, garsonlar karşısında dili çözülür. Bir paragraf uzunluğundaki Çince yemek adlarını hiç zorlanmadan söyleyebilir.
Luiz ve ben bu sefer şehrin "sokakları bal dök yala" semtlerinden birinde bulunan "Getti"ye gittik. Ajan olduğum anlaşılmasın diye takım elbise yerine eşofman giymeyi uygun gördüm. Bir repçi ya da Serdar Ortaç kıvamında rahat, restorandan içeri girdim. Hemen rahatım kaçtı tabii. Zira diğer müşteriler klasik müzik konserindeymiş gibi giyinmişti.
Hareketlerinden burayı Beverly Hills sandığı anlaşılan bir kız "Buralarda eşofman giyenleri pek sevmezler" der gibi bakıyordu. Çiçek bahçesinde bir böcek ya da Şikago'da bir Türk gibi hissetmem için gerekli her türlü ayrıntı düşünülmüştü burada.
Yolda Luiz'in konuşmalarından rahatsız olmamak için taktığım walkman hala kulağımdaydı. Bu yüzden garsonun dediklerini anlayamadım. Sonra iki kişilik bir masaya oturduk. Yemek adlarını anlamam mümkün olmadığından mönüye bakma ihtiyacı hissetmedim. Yardımcımın yorumlarını duymak için walkman'i çıkardım. Ne yazık ki ortamda Cher çalıyordu. Hemen geri taktım. Sessiz sinema sanatıyla bana birşeyler anlatmaya çalışan garsonların çok anlayışlı olduğunu söylemem gerek. Luiz ise bağıra bağıra konuştuğu için ne dediğini duyabiliyordum. "Mutfağın açıkta olması çok iyi" filan diyordu. Baktım mutfak gerçekten de açıktaydı. Komik şapkalar giyen aşçılar Tom Cruise'un "Kokteyl" filmindeki gibi işi şova dökmüşlerdi. Tavaların içine bir şeyler döküyorlar, ateşler çıkarıyorlardı. Dikkat ettim hiçbirinin kaşı yanmamıştı. Aşçıların profesyonel oldukları belliydi. Yardımcım Luiz'in kalamar yerken çıkardığı seslerden rahatsız olup müziği biraz daha açtım. Hayranlıkla ateş şovunu izlerken kalın biftekler geldi. Yanında havuçlu panço gibi bir şeyler vardı. Gözümün aşçılara takıldığı bir ara Luiz benim pançoları da yedi. Kendisi yemek yerken konuştuğu için biraz etrafı kirletti fakat dediğim gibi garsonlar çok anlayışlıydı. Bize bir şey çaktırmadan güvenlik için çevre masaları boşalttılar. Bunun dışında olaysız bir geceydi. Hesabın az olduğunu söyleyemem. Ama ateş şovlarını da düşünürsek fena değil. Yalnız bu işi evde denemeyin derim. Yemek yanıyor, kaş, kirpik heba oluyor.