The Others Almanya'da futbol yaşam biçimi

Almanya'da futbol yaşam biçimi

08.10.1999 - 00:00 | Son Güncellenme:

Almanya'da futbol yaşam biçimi

Almanyada futbol yaşam biçimi


Türk ve Alman milli takımları yarın Avrupa Şampiyonası’nda karşı karşıya geliyor


       Futbolda "Alman modeli" diye bir uygulama var. Bunun 2. Dünya Savaşı sonrası ünlü milli takım teknik direktörü Sepp Herberger ile şekillenip efsaneleştiğini biliyoruz. 1992'de Christian Bromberger, "Futbol sosyalizmin başlıca çelişkilerini çıplak olarak ortaya seriyor" adlı araştırmasında Almanya'yı örnek ülke olarak dile getirdi. 1993'te sosyal bilimci Joseph Jurt aynı olayı "yeni Almanya için hangi sembol" diye inceledi. Almanya futbolunda Sepp Herberger'in yerini şu gerçek belgeler. Doğumunun 100. yıldönümünde (1897 - 1977) Alman milli takımının efsanevi hocası Herberger tıpkı 1950'lerdeki Alman "ekonomik mucizesini" yaratan Ludwig Erhard gibi aynı tür gösterilerle anıldı.
       Ben, Alman mucizesinin bir bölümünü bizzat yaşadım ve sporun oradaki özel görevini izledim. Bugünkü Türkiye'ye örnek olacak deneyler buldum.
       Yıl 1951: 2. Dünya Savaşı'nı kaybeden Almanya bir takım yaptırımlar ve inanılmaz sıkıntılar içinde. Müttefikler nazizmi yoketmeye kararlılar. Ülke sadece Doğu - Batı diye değil ayrıca federal sistemle de parçalanma yolunda. Alman milliyetçiliği Hitler döneminde "lekelenmiş", soğuk savaşla yıpranmış, yeni Avrupa kurgusunda "çekinilen ülke" olmuş. İşte bu ortamda futbol Almanya'da inanılmaz bir "uyanışın başlangıcını" yaşıyor, yaşatıyor.
       Türkiye de bu uyanışın ilk "partneri" seçilmiş. Neden? Çünkü herşey bir hesap üstüne kurulu. O zamanlar Berlin dört işgal bölgesine bölünmüştü. Her biri tel örgülerle yer yer çevriliydi. Ülkede sinirli bir hava esiyordu. Toplantı yasağı vardı. Bu arada Herberger yeni bir Alman takımı oluşturdu. Bu takımın özelliği Almanya'nın yeniden yapılaşma mantalitesini futbol oynayan gençlerle ülkeye yaymaktı. Ateşleyici güç olmaktı. O nedenle ilk milli futbol karşılaşmasını çok dost bir ülkeyle oynamak zorunluluğundaydılar.
       Berlin'deki 100 bin kişilik stat Türkiye milli maçında bu yüzden dopdoluydu. Almanya'daki müttefik ülkeler de çok tedirgindi. İlk kez 100 bin Alman'a birarada olma yani toplantı izni veriliyordu. Bu nasıl bir tepki üretirdi. O yüzden rakip olarak hep Almanlar'ın dostu olmuş ve 1. Dünya Savaşı'nda da omuz omuza çarpıştıkları Türkiye uygun görülmüştü. Zaten o günkü Türk milli takımında oynayan Baba Gündüz savaş öncesi Almanya'ya tahsile gitmiş ve orada bir kızla tanışıp evlenmeye karar vermişti.
       Kılıç'ın bize anlattığına göre Türkler Aryen ırk sayıldığından evraklar hazırlanmış ancak o sıralarda babasının hasta olduğu kendisine iletildiğinden alelacele Türkiye'ye dönmüştü. Havaalanına indiğinde kendisini karşılayan Efe, "Baban Kılıçali herşeyi biliyor. Gizlice yaptığın nikah muamelesi de duyuldu. Hastalık numarasıyla seni Türkiye'ye döndürdüler" diyor. İşte bu olaydan belki 12 - 14 yıl sonra Gündüz ağabey 1951'de milli takımın kaptanı olarak Almanya'ya giderken "bakalım çocuğun kaç yaşına geldi" gibi esprilerle karşılaşıyordu. Çünkü o evlilik bir "siyasi yorumla" iptal edilmişti. Baba Gündüz o seyahat dahil bir daha o kadını hiç göremedi.
       Maç günü stat 100 bin kişinin aç ve tılsımlı sloganlarıyla, ezilen insanların dayanışmalı gürültüsüyle fırçalanıyordu. Maçta tek kale oynandı. Almanlar o kadar açlık ve sefaletten çıktıkları halde bizi "tek kaleye sıkıştırarak" adeta boğdular. Savaşın parçaladığı ülke inanılmaz bir kenetlenmeyle tribünlerden sahaya inmiş, karşımıza uyanan bir dev misali Almanya'yı dikiyordu.
       İşte bu maçta Almanlar Berlin panterini gördüler. Turgay kaleyi adeta örttü. O zaman Turgay Galatasaray lisesinin 10. sınıf "ğrencisiydi. Her yan ortayı karşıladı. Her şutu engelledi. Savaştan yeni çıkmış bitkin bir takım karşısında ne kadar yetersiz kaldığımızı bir örnekle anlatayım: O zaman kurallar vakitten çalmaya müsaitti. Bizim futbolcular sık sık yere yatıp nefesleniyorlardı. Birkaç kez bu silahı kullandık. Sonunda Alman futbolcular yine sakatmış gibi kendini yere atan forvet oyuncumuzu karga tulumba saha dışına sürüklediler.
       Doksan dakika Alman tribünlerinden boğulur gibi bir ses statta yayılıyordu. Özgürlüğe aç insanların diliyle mağlubiyete isyan ediyorlardı. Maç 2 - 1 galibiyetimizle bitti. Golleri Galatasaraylı Sarı Muzaffer ile Beşiktaşlı Recep attı. Çevreye bir ölü sessizliği çöktü. Almanlar işgal kuvvetlerine gösterdikleri pasif tepkiyi yani sessiz direnişi sanki maçın sonucuna da yansıttılar. Türkiye ise bu galibiyet ile bir çağ atladığını zannetti. En fazla 3 veya 4 atakta iki gol bulduklarının bilimsel yorumuna eğilmediler. Almanya ise kollektif oyunların ülke dayanışmasında nasıl aktif bir rol alabileceğinin örneğini Herberger ile yaşadı. Ülke kalkınması spor başarılarının da desteğini alarak adeta müşterek bir kalkınma ve tanıtım programı uygulandı.
       Alman modeli neydi? Almanya hiç bizim gibi "borç yiğidin kamçısıdır" demedi. 1940 - 50 kuşağı bizim gibi borç alarak kalkınmaya yanaşmadı. Savaşta yerle bir olan Berlin'de sırtlarında taş taşıyarak enkaz kaldıran, yüzü gülmeyen insanlar gördüm. Mark kuruşla ölçülüyordu. Ama Almanlar kalkınmanın ağır faturasının altına yattılar. İnsan gücü olmadığı için de bando mızıka ile Türk işçisine kucak açtılar.
       İşte burada Herberger devleşti. Alman modeli futbol da ülkenin kalkınma ilkesini sahaya yansıttı. Bir futbol maçında sistem, herkesin bir eşle oynaması ve onu ama birinci, ama 80. dakikada mutlaka fizik mücadele ile pes ettirip maçı kazanmaktı. Bu ilke rakibi yıldırma ve fizik gücü tırmandırarak zorlamaya dayanıyordu. 1954 ve 1974 Dünya Kupası, 1996 Avrupa şampiyonası bu ilke ile kazanıldı.
       Her oyuncuda dürüstlük, mütevazi olma, cesaret ve disiplin müşterek özellikti. Bu kupalarla futbola milli sevgi göstergesi eklediler. Federal Alman Cumhuriyeti ile Demokratik Alman Cumhuriyeti halk deyimiyle kısacası Batı Almanya ile Doğu Almanya çekişmesi 2. Dünya Savaşı sonrası Almanya'yı iki ayrı mantalite ve buna dönük mücadele ortamına itti. Ayrıca Batı Almanya bir de eyaletlere bölünmüştü. O kadar ki bir diğer açıdan Almanya "eyaletler cumhuriyeti" idi. Eyalet mahkemeleri farklı kararlar veriyor, postaneden tren istasyonuna kadar her yerde "eyalet postanesinde" örneğindeki gibi tabelalar görünüyordu.
       Bütün spor disiplinleri içinde sadece futbol milliyetçilik kavramında milli hislere doğrudan etkili oluyordu. Futbolda bizi iki kez yendikleri ve toplam 11 gol attıkları 1954 Dünya Kupası, 1974'te aynı zaferin tekrarı ve 1996 Avrupa Kupası'nın kazanılması, iki Almanya'nın ortak kutladıkları tek sportif başarıydı. Çünkü futbol milli takımı (Nationalmann - Schaft)'dı. Yani milli takım deyimi sadece Alman futbol takımında kullanılıyordu. Bu nedenle Batı ve Doğu Almanya'da bu zaferlerin ortak sahipleri gün geçtikce çoğalarak milli ruhu ürettiler.
       Tek Almanya fikri önce futbolla sloganlaştı. Orada, "yeniden Alman ırkçılığı hortluyor" veya "şeytan yine ayaklandı" gibi korkutucu düşünceler yeşermiyordu. Memleketi bütün olarak düşünenler sadece futbol milli takımında buluştular. Futbol adeta istenilen Almanya'yı yaşattı. Almanya milli futbol takımının "Deutschland uber alles" sloganında buluşarak birleşmenin temelini attılar. Herberger'in 1954 Dünya Kupası'nı kazanmasıyla birlikte Şansölye Konrad Adenauer'in 2. Dünya Savaşı'ndan 9 yıl sonra ülkeyi bir saygın noktaya getirme başarısı, sportif ve politik örneklerin birbirini tamamlayan dizisini başlattı.
       1954 Dünya şampiyonu olan Almanya, 1972 olimpiyat oyunlarına da evsahipliği yaptı. Bu ivme ile 1973'de Birleşmiş Milletler'e üye oldular. Onlara prestijli nobel ödülleri eklendi. Ost Politik (Doğuya Açılma) siyaseti ile Willy Brandt ve 1972'de yazar Heinrich Böll bu ödüle layık görüldüler. O kadar ki bazı politikacı ve düşünürler, "Almanlar için WM yani futbol dünya kupası, Doğu Almanya ile birleşme WV'den daha mühimdir" diyorlardı. Haklıydılar. 1989 Ekim ayında iki Almanya'nın birleşmesi kesinleştiği halde öyle ekonomik tartışmalar ve korkular üretildi ki, Almanlar Berlin'de birleşmenin tadını ancak 1990'ın 8 Temmuz'unda İtalya'da dünya kupasını aldıktan sonraki gösterilerde yaşadılar. 1996'da Avrupa fikri ile ne İngilizlerin "futbol yuvana dön" sloganını eritti ne de Alman milli tutuculuğunu törpüledi. Nitekim Helmut Kohl TV önünde şunları söylüyordu: "Almanlar'ın kömür madenlerine giderken gösterdikleri eski savaşçı faziletleri iyi bir dayanışma sadakatı örnekledi ve bütün değişimlere rağmen kendini kabul ettirdi." Şansölye Kohl 1996 Avrupa şampiyonu Almanya takımından Meister diye söz etti. Bu sadece şampiyon anlamına gelmez aynı zamanda bu işin ustası bizim kavramını da kaplar.
       Futbol Batı Almanya modelinde öyle yüceltildi ki, federal cumhuriyetin Karlsruhe Anayasa Mahkemesi 2002 ve 2006 futbol dünya kupası televizyon yayın hakkının Alman TV Çarı M.Leo Kirch tarafından paralı özel TV kanalından yayınlamasına karşı çıktı. Gerekçe şuydu: "Alman vatandaşının kendi milli takımının maçını serbestçe seyretmesi Anayasal hakkıdır."

Berlin Destanı

Yıl 1951. Yer, Berlin Olimpiyat Stadı. A Milli Takımımız F. Almanya'yı Recep ve Muzaffer'in golleriyle 2 - 1 yendi. Kaleci Turgay Şeren oynadığı oyunla "Berlin Panteri" ünvanını aldı. Takımımızın kadrosu şu oyunculardan oluşmuştu:
       Turgay Şeren - Naci Özkaya, Müjdat Yetkiner, Eşref Özmenç, Ali İhsan Karayiğit, Hüseyin Soygun (M. Ali Has), Erol Keskin, Recep Adanır, Gündüz Kılıç (Muzaffer Tokaç), Lefter Küçükandonyadis, Faruk Sağnak.