The Others "Anılar intikamdır"

"Anılar intikamdır"

06.02.2000 - 00:00 | Son Güncellenme:

"Anılar intikamdır"

Anılar intikamdır


Avusturya'da ırkçı Özgürlük Partisi'nin iktidara ortak olarak dünyayı karıştırdığı sırada Naziler'in İkinci Dünya Savaşı'nda, yeryüzünde fazla olduklarını düşündükleri Yahudileri yok ettiği toplama kamplarının en ünlüsü Auschwitz'deydık. O kamplardan, nasıl olmuşsa sağ kurtulmuş Nazi tutsağı Charles Baron'la birlikte.


       Adı: Charles Baron
       Ülkesi: Fransa
       Yer: Birkenau Kampı/Polonya
       No: A.17594
       Yıl: 1944

       Auschwitz günümüzde İsrail devleti ile ABD Yahudi lobisinin desteklediği bir müze konumunda. 27 Ocak'ta, 55'inci kuruluş yıldönümünde anılan Auschwitz ölüm kampı, Yahudi soykırımına sahne olmuş kampların en ünlüsü. "Keşke beni de oraya götürselerdi. Birkenau Kampı'nın yanında Auschwitz beş yıldızlı otel." Bu sözleri "A. 17594" nolu tutsak söylüyor. SS'ler, o "insan olmadığı için", Fransız Yahudisi Charles Baron'un sol koluna 25 Temmuz 1944'te bu numarayı dövmüşler.
       Bize anılarını anlatmak için gelen Charles Baron ile Özgür Brüksel Üniversitesi'nin "Auschwitz Yüzyılı" adlı uluslararası seminerde tanıştık. Baron, Efes'e ve İstanbul'a hayran, baklavanın tadını unutamıyor.
       Bugün 73 yaşındaki bu sevimli adam, 16 yaşında bir delikanlıyken hiç ummadığı bir anda çalışma kamplarına sürüldü. Auschwitz'e iki kilometre uzaklıkta bulunan ve çok daha kötü koşullardaki Birkenau Çalışma Kampı'na yollandı. 34 numaralı kafiledeydi. Şansı vardı. Gaz odası sırası gelmeden savaş bitti. Hayatta kaldı. Ve 57 yıl sonra Auschwitz'de sorularımızı yanıtladı:
       - Tutuklandığında 16 yaşındaydın. O zamana kadar ne yapıyordun?
       CB: Paris'te okuyurdum. Fransa'da yaşıyordum. Polonya'yı tanımıyordum. Büyükbabam köyde çiftçiydi. Ben hafta sonları köye gidiyordum, onlara yiyecek götürüyordum. O yıllarda yiyecekler karneyle alınıyordu. Polis karaborsacılara karşı sıkı kontrol yapıyordu. Valizlerimizi açıp ne istiyorlarsa alıyorlardı sonra da serbest bırakıyorlardı. Sonra bir gün yine aynı operasyon yapıldı, ancak bu kez gelen maliye polisi değildi, Yahudileri yakalamaya gelmişlerdi. Yakalandım. Yakalanmamam gerekiyordu, ama yine de yakalandım. Beş gün Fransa'da bir kampta kaldım. Daha sonra Almanya'ya yollandım ve Polonya'ya gönderildim.
       - Bu arada aileni görebildin mi?
       CB: Ailem 16 Temmuz'da tutuklanmıştı, 20 Temmuz'da sürüldüler ve gazlandılar. Ben 12 Eylül'de tutuklandım. Doğrudan Auschwitz yerine Yahudiler için hazırlanmış ağır çalışma kamplarından birine gittim. Bunlar da Auschwitz'e bağlıydı, ama daha küçük kamplardı, orada 18 ay farklı işlerde çalıştım.
       - Ne iş yaptın?
       CB: Yapı işlerinde, cephane fabrikasında çalıştım. Başka şeyler de yaptım. Ama hep aynı şey, 18 ayın sonunda bizi Birkenau'ya yolladılar. Nasıl olduğunu gördün. 485 kişi gitmiştik. Benim arasında bulunduğum 85 kişi hayatta kaldı.
       - Ne yiyip içerdiniz?
       CB: Sabah kahve. Gerçek kahve değil tabii, ama kahverengi, sıcak olduğu zamanlarda pek mutlu olurduk. Genelde sıcak değildi. Öğleyin çalışma yerinde ya da pazarları kampta çorba içerdik. Zaman zaman içinde et olurdu. Ancak daha çok sebze koyarlardı. 20 gram margarinimiz, 20 gram sosisimiz ya da bir kaşık şekersiz reçel hakkımız vardı. Hiç meyve yemezdik. Zaman zaman sosis yerine bugün kadınların zayıflamak için yedikleri yağsız peynir verirlerdi. Daha sonra ekmeğe 5 - 6 santim tüp peyniri sürmeye başladılar.
       - Barakada kaç kişiydiniz?
       CB: Değişiyordu. Birkenau'da barakaları gördün, 800 kişi kalıyorduk.
       - Auschwitz'de bir yatakta üç kişi yatıyormuş...
       CB: Evet, tabii. Biz de hepimiz aynı yatakta yatıyorduk. Uyurken biri dönse herkes hareket etmek zorunda kalıyordu.
       - En iyi arkadaşını anımsıyor musun?
       CB: Evet, Max Przepiorka, bir Polonyalı. Polonya asıllı değil, galiba Belçika'dan gelmiş, oradan Fransa'ya sürülmüş falan. Hakkında çok şey bilmiyorum, ama gerçekten en iyi arkadaşımdı. Benden en az iki yaş büyüktü. Onunla her şeyi paylaşıyordum. Benim için olağanüstü bir şey yaptı. Sekiz saatlik vardiyalarla çalışıyorduk. Ben bir ekipteydim, o bir başkasında. Bir gün o kadar hastaydım ki, çalışmaya gidemedim. O benim yerime gitti, yani o gün 16 saat çalıştı.
       - O da hayatta kaldı mı?
       CB: Hayır. Tüberkülozdan öldü. Ölümünü görmedim, ama Auschwitz'e götürülürken gördüm, yani öldüğünü biliyorum.
       - İntiharı hiç düşünmedin mi?
       CB: Kampta değil, ama sonra düşündüm.
       - Umudunu korudun...
       C: Hayır umudum yoktu, isteğim vardı. Bu yüzden geri geldim. Tekrar gelip tanık olmak istiyordum. İşte bunlar oldu diye anlatmak istiyordum. Birçok arkadaşım öldü. Bunu anlatıyorum.
       - Nasıl Hayatta kaldın?
       CB: Bilmiyorum, sorma.
       - Kaçtın mı, serbest mi bıraktılar?
       CB: Savaşın sonunda bir tren bizi kampın dışında bir yere çalışmak üzere götürdü. Gerçek bize bu sürecin sonunda söylendi. Vasho Kampı'nda 32 bin mahkum vardı. Bu bir alt kamptı. Herkesi bir araya getirip zehirlemek istediler. Savaşın sonuydu ve yeteri kadar zehir yoktu. Bu durumda bizi ateşli silahla öldürmeye karar verdiler, aynı nedenden ötürü yeteri kadar cephane de yoktu. Bunun üzerine ordudan bizi bombalamalarını istediler. Burada iki versiyon var, birincisi "Biz savaşmak için buradayız, toplama kampı bombalamak için değil." ikincisi, ki, ben buna inanıyorum, Amerikalılar geldikten sonra bizi öldürmeye cesaret edemediler ve hayatta kaldık.
       - Daha sonra kamp arkadaşlarınla karşılaştın mı?
       CB: Savaştan sonra, kamp arkadaşlarımızla hep görüştük. Her zaman birbirine bağlı bir aile olarak kaldık.
       - Savaş bittikten sonra ne yaptın?
       CB: Beş ay askeri hastanede kaldım. Daha sonra Fransa'ya geri döndüm. Çalışmaya başladım.
       - Şimdi ne yapıyorsun?
       CB: Emekliyim.

"Kolumdaki telefon numaram diyemem"

       - Evlendin mi?
       CB: Evlendim, çünkü bir kadına ihtiyacım vardı, bir kadın istiyordum. Hiçbir şeyim yoktu, kendime bir hayat kurmalıydım. Topuğumdan belime kadar bir alçım vardı. Karım benimle evlenmek istedi. Ben de evlendim. Galiba bana acımıştı, çünkü babası da sürülmüştü. Önümüzdeki yıl evliliğimizin 50'nci yılı, artık önemli değil. İki kızımız oldu. Bize çok şirin dört torun verdiler.
       - Onlara kamp öykülerini anlatıyor musun?
       CB: Hiçbir zaman hiçbir şey saklamadım. Saklayamazsın. Kolumdaki dövmeyi görüyorlar. Onlara gerçeği söylemem gerek. Bu benim telefon numaram diyemem. Evde albümlerim, yazdığım makaleler var. İstedikleri zaman onlara bakabiliyorlar. Çocuklarından herşeyi saklayan bir arkadaşım var. Kızı 25 yaşına geldiğinde bütün gerçeği öğrendi ve iki yıl süren bir depresyona girdi. Ben bunu yaşamak istemiyorum.
       - En etkilendiğin anın hangisi?
       CB: Birkenau'ya getirilip öldürülen küçük çocuklar bana çok dokunuyor. Bunu anlatacak muhtemel son kişi benim. Başka bir anım, cephanede çalışırken başıma gelen bir şey; esirlere para ödemiyorlardı tabii, az da olsa kamptaki yiyecekle idare ediyorduk. 1943'te, 1944 başında ne yediğimizi anlattım. Sonra bir gün kampın Alman şefi verilen yemeğin fazla olduğuna karar verdi. Çok para harcanmamalıydı. Yiyeceğimizi kaldırdı ve yerine kimyasal jelatin ve kuru ağaç yaprakları kondu. Suyun içine jelatin koyuyorlardı, jöle gibi bir şey oluyordu, içine yaprakları atıyorlardı, yapraklar şişince de yiyecek diye bunu veriyorladı. Çok kısa zamanda vücudumuzda ödemler başladı, çünkü kalbimiz buna dayanamıyordu. Ne kadar zamanının kaldığını öğrenmek için parmağımı bacağıma bastırıyordum, bir delik oluşuyordu. Bacağın tekrar eski şeklini almasına kadar geçen süre ne kadar ömrün kaldığını gösteriyordu. Fransa'dan sürülmüş bir doktor buldum, çünkü vücudum sıskaydı ama bacaklarım çok şişmişti. "Doktor ne kadar zamanım kaldı?" diye sordum. Bu soruyu 17'sinde sormak hiç kolay değil. "Eğer değişiklik olmazsa en fazla iki ay." Ve bir değişiklik oldu. Yapraklar kayboldu ve eski yiyeceğimizi vermeye başladılar.
       - İntikam duygun olmalı...
       Cb: İntikamım çocuklarım. Ailemi yok etmek isteyenlere karşı intikamım bu. "Almanlarla nasıl gidiyor" diye soruyorsan, çok iyi. Genç Almanlar evime geliyorlar. Anne - babalarını da görüyorum. Ama dedelerini görmeyi reddediyorum. Benim yaşımdaki Almanları görmek istemiyorum. Anılar intikamdır, "ben konuşmuyorum" diyen arkadaşlara çok kızıyorum. Onlar konuşmazsa, ben konuşmazsam kim konuşacak? Bir Alman'a "Seni istemiyorum" diyemem, bu zamanında Yahudi olduğum için onun bana yaptığıyla aynı şey. Deden suçluysa sen bundan sorumlu değilsin. Olayların tekrarlanmaması için tarihte olanları iyi bilmek gerekir.