The Others Ateş hattı

Ateş hattı

28.02.1999 - 00:00 | Son Güncellenme:

Burak GÖRAL

Ateş hattı

Ateş hattı
Yılın ikinci 2. Dünya Savaşı filmi olan "İnce Kırmızı Hat" 20 yıldır film yönetmeyen Terence Malick'e ait. Bazı açılardan bakıldığında "Er Ryan'ı Kurtarmak"tan çok daha iyi... Kısa bir zaman aralığında seyrettiğimiz ikinci savaş filmi "Kırmızı İnce Hat", ilk seyrettiğimizden çok farklı bir şekilde güzel doğa görüntüleriyle açılıyor. Ormanlar, kuşlar, gökyüzü, denizde yüzen çocuklar, huzur içinde yaşayan yerliler... Bu güzel manzaranın içinde iki de Amerikan askeri vardır ve cennette yaşıyor gibidirler. Doğayla iç içe ve onunla barışık. Pasifik'teki bu ada, onların 2. Dünya Savaşı'nın mantıksız kurallarından kaçış yolları olmuştur artık. Ama çok geçmeden gerçek onları o adada da bulur: Bir Amerikan savaş gemisi. Daha sonra bu iki asker kendilerini yeniden Japonlar'a karşı ellerinde tüfekle koşarken bulurlar.
Filmin içinde müthiş bir şizofreni var. Ama bu şiddetli görüntüler, dışarı çıkmış bağırsaklar ve "anne" diye bağıran askerlerle sunulmuyor. İnsan çok yakın tarihli olduğu için ister istemez "Er Ryan'ı Kurtarmak" ile karşılaştırıyor filmi. Ve oradaki tüm teknik gösterilerin yanında "İnce Kırmızı Hat" daha naif, daha psikolojik ve daha şiirsel anlatımıyla ön plana çıkıyor. Filmde yer alan birçok asker karakterini tanıyoruz. Ama bu askerler tüm o savaş sahnelerinde kayboluyorlar birden. Çoğu zaman kimin kim olduğunu tam olarak bilemiyoruz. Zaten öyle bir durumda da böyle bir karmaşa olmalı.
Filmin yönetmeni Terrence Malick, elindeki asker karakterlerini ve psikolojilerini, onların oyunculuk güçlerine bel bağlamadan sunabiliyor. Filmdeki en önemli başarısı bu. O yüzden 3 saate yakın bir süre John Toll'un kamerasıyla yakaladığı güzel resimler eşliğinde kendine özgü bir atmosferi istediği gibi kurabiliyor. Genelde askerlerin göz hizasıyla çekilen tüm o sahneler "Er Ryan'ı Kurtarmak"takinden farklı olarak bir duruma şahit olmanın ötesinde o durumu yaşamanızı sağlıyor. Bunu yaparken de herhangi bir milliyetçilik propagandasına ya da duygusuna izin vermiyor. Filmi seyrederken tarafların kim olduğunu biliyoruz ama etrafta hiç Amerikan bayrağı görünmüyor, herhangi bir şekilde politik bir mesaj verilmiyor ve kahramanlık öyküsü anlatılmıyor.
Malick, kesinlikle 2. Dünya Savaşı'nın özelinde bir film yapmamış. Tamamen evrensel, adeta ulussuz bir anlatımla ve bütün doğallığıyla savaşın ne kadar anlamsız olduğunu içindeki tüm insanların zayıf yanlarıyla birlikte karşımıza getiriyor. Zaman zaman askerlerin kafa sesleriyle "Neden bu kıyım?", "Neden doğa kendisinden bu kadar nefret ediyor?" gibi sorularına şahit oluyoruz.
Malick savaş sahnelerinde de abartısız ve oldukça etkileyici görüntüler çıkarmış ortaya. Çimenlerin aralarında düşmanı görmeden ilerleyen, içten içe korkan askerlerin gözünden görüyoruz her şeyi, bazen de göremiyoruz. Ortada Pasifik'teki bir adada bir tepe var ve Amerikan askerleri bu tepenin çeşitli yerlerinde mevzilenmiş Japon askerlerini haklayarak orayı "almak" zorundalar. Askerlerin bakışıyla tüm çatışmaların içinde, onların korkularıyla beraberiz sanki. İlk bir saati aşkın bir süre neredeyse tek bir düşman askeri göremiyoruz. Ama o askerlerin korkusunu çok net bir şekilde anlayabiliyoruz.
20 yıldır film çekmeyen bir yönetmenin filmi "İnce Kırmızı Hat". James Jones'un biyografik romanından uyarlanan filmi "Er Ryan'ı Kurtarmak"ta Spielberg'in yaptığı gibi çekebilirdi. Çünkü öyküde harekete, kahramanlığa ve vahşete açık çok kapı var. Ama bu yolu seçmemiş Malick. Tıpkı 1973 tarihli "Badlands"de yaptığı gibi. O filmde de Malick, erken bir "doğuştan katil" tipi oluşturmuş ve Martin Sheen'i sevgilisi Sissy Spacek için sayısız cinayet işleyen biri konumuna getirmişti. Bunu yaparken de doğallığı ve sakin bir anlatımı tercih etmiş, kanlı bir aksiyon filmi olmasını istememişti. "Badlands" Hollywood filmlerine benzemeyen ve 1970'lerin en iyi filmlerinden biri olmuştu. "İnce Kırmızı Hat" ise şimdiye kadar yapılan tüm savaş filmleri arasında kesinlikle ilk üçe girebilecek pek çok özelliğe sahip.
Filmin oyuncu kadrosuna bakıp birçok starın boy boy gözükeceğini pek düşünmeyin. Ağırlıklı olarak genç oyuncu Jim Caviezel, işini iyi yapan bir çavuş rolünde Sean Penn ve savaşı bir terfi fırsatı olarak gören sinirli albay Nick Nolte'yi görüyoruz. Woody Harrelson, Ben Chaplin, Elias Koteas gibi oyuncular bazı yan karakterler olarak gözükürlerken; John Travolta, George Clooney, John Cusack gibi oyuncular da çok kısa rollerle görünüyorlar. Hatta Bill Pullman'ı bile ancak birkaç saniye görebiliyoruz. Oyuncuların tümü rollerinde oldukça başarılılar. Özellikle Nick Nolte, Sean Penn ve Jim Caviezel kusursuz bir performans sergiliyorlar.
Terrence Malick, tam 20 yıl sonra şimdiye dek yapılmış belki de en iyi "anti - savaş" filmini çekmiş durumda. Ancak Spielberg'in çok daha fiyakalı ve tavlayıcı olarak çektiği başka bir anti - savaş filmi (acaba gerçekten öyle mi, yoksa yalnızca başındaki çıkartma sahnesiyle mi işi götürüyor?) olan "Er Ryan'ı Kurtarmak" karşısında Oscar gecesinde pek büyük başarılar kazanacağa benzemiyor. Ama doğa - savaş arasındaki ilişkiyi iyi kuran ve asker psikolojisini çok iyi yansıtan bu filmi mutlaka görmeniz gerek.

Oyunculuk: 9
Senaryo: 9
Yönetim: 10
Genel: 10

e - mail:burakgoral@superonline.com
Bu seneki Oscar adayları içinde sürpriz adaylıklarıyla dikkat çeken bir İtalyan filmi "Hayat Güzeldir". Yönetmen Roberto Benigni'nin başrolde de oynadığı film kötü günlerde bile iyimserliğini kaybetmeyen insanlara ithaf edilmiş. Roberto Benigni'yi İtalyan sinemasında 1980'lerden beri özellikle komedi filmlerinde saflığıyla komik durumlara düşen karakterlerde seyrediyorduk. Oyuncuyu ayrıca "Pembe Panter'in Oğlu" olarak da izlemiştik. Yakında "Asterix and Obelix" filminde de Gerard Depardieu ile Asterix rolünde göreceğiz.
Daha önce de oyunculuktan gelme yönetmenlerin pek çok dalda Oscar'a aday olduğunu görmüştük. Kevin Costner (Kurtlarla Dans) ve Mel Gibson (Cesur Yürek) akla gelen ilk iki örnek. Ama bir Avrupa filminin hem "En İyi Film" hem de "En İyi Yabancı Film" dallarında Oscar adayı olması 1967'den beri rastlanılmayan bir durumdu (En son 1967'de Costa Gavras'ın "Z" adlı filmi aynı adaylıkları almıştı).
Guido (Roberto Benigni) yakın bir arkadaşıyla birlikte yeni bir hayat kurmak için Tuscony kasabasına gelir. Hayata karşı tüm iyimserliğini muhafaza eden, duygusal bir adam olan Guido kasabanın öğretmeni Dora'ya (Nicoletta Braschi) aşık olur. Yaşanılan zorluklar evlenmelerine engel olamaz ve Guido kendisine bir erkek çocuğu veren Dora ile her şeye rağmen mutlu bir hayat sürmeye başlar. Ancak 2. Dünya Savaşı'nın çıkmasıyla birlikte daha da zor günler aileyi bulur. Alman işgali ve toplama kampları bu mutlu olmaya çalışan küçük aileyi bozamayacak ve Guido'nun iyimserliğine gölge düşüremeyecektir. "Hayat Güzeldir", iyimserliğin, sevginin gücünü yansıtan ve hayata olan bağlılığın önemini başarıyla gözlerimizin önüne seren sıcak bir film olarak çıkıyor karşımıza.
Zamanında Charlie Chaplin'in de başarıyla gerçekleştirdiği karışımı "Hayat Güzeldir"de Roberto Benigni sağlıyor. Komedi ve trajediyi başarıyla bütünleştiren film bakalım Oscar gecesinden nasıl ayrılacak ?

* Yeni Bond filmi
"Goldeneye" ve "Yarın Asla Ölmez"in ardından yeni kuşağın James Bond'u Pierce Brosnan üçüncü kez Bond oluyor. "The World is Not Enough"ın çekimleri 11 Ocak'ta başladı. Çekimlerinin bir kısmı İstanbul'da gerçekleştirilecek olan yeni Bond filminde kötü karakter olarak önceleri Sharon Stone ikna edilmeye çalışıldı ama onun yerini Sophie Marceau aldı. Güzel Fransız oyuncu, daha önce Bond'un babasını öldürdüğü milyoner bir kötü işadamının intikamcı kızını, Elektra King'i canlandırıyor. Onun yardımcısı kötü adamı "Anadan Doğma" ve "Trainspotting"den tanıdığımız Robert Carlyle, bu seferki Bond kızını da "Yıldız Gemisi Askerleri" ve "Vahşi Şeyler" filmlerinde güzelliğiyle göz dolduran Denise Richards oynuyor. Çekimler tamamlandıktan sonra Amerika'da kasım ayında vizyona girmesi planlanan filmin Türkiye'deki gösterim tarihi şimdilik 26 Kasım olarak gözüküyor.

Ateş hattı
* Milla Jovovich'in yenileri
Luc Besson'un "The Fifth Element" (5. Güç) filmindeki Leeloo karakteri ile bir anda parlayan güzel oyuncu Milla Jovovich, kocası Besson'un yeni filmi "Joan of Arc"ı da bitirdi. Bu filmde ünlü Fransız halk kahramanı Jean D'arc'ı canlandıran Jovovich, yakında yönetmenliğini Wim Wenders'ın yapacağı "The Billion Dollar Hotel" adlı filme başlayacak. Senaryosunu U2'nun solisti Bono'nun yazdığı filmde Jovovich başrolü Mel Gibson ile paylaşacak.

* "Yeni Sinemacılık" sunar
"Leoparın Kuyruğu", "Gemide" ve "Azize" filmlerinin yapımcı şirketi "Yeni Sinemacılık"ın bu sene 3 tane daha yeni film projesi var. İlki "Gemide"nin başarılı yönetmeni Serdar Akar'ın "1 Numara Kaleci" adlı filmi. Yaz başında çekimlerine başlanacak filmin oyuncu kadrosunda şu oyuncular var: Erkan Can, Arzu Yanardağ, Ali Sürmeli, Zafer Algöz, Ülkü Duru ve Olgun Şimşek. 3. lige yükselmeye çalışan amatör bir futbol takımının sıcak ve "bizden" hikayesi anlatılıyor filmde. İkinci proje kısa filmci Nur Akalın'ın ilk uzun metrajlı film çalışması olacak: "Flu". Küçük İskender'in senaryosundan filmleşecek olan bu filmde başrollerde Bülent Çolak, Devrim Nas ve Bennu Yıldırımlar rol alacak. Filmde Beyoğlu'nun alt kültür insanları anlatılacak. Üçüncü film projesi ise "Gemide"de Serdar Akar'ın asistanlığını yapan Aydın Bulut'un yine ilk yönetmenlik denemesi olacak "Çıkmaz" adlı film. Başrollerini Ruhi Sarı, Emrah Elçibora, Derya Alabora ve Ali Sürmeli'nin paylaşacağı filmde İstanbul İkitelli'de geçen bir varoş hikayesi anlatılacak. "Yeni Sinemacılar" geçen sene yaptıkları hızlı çıkışlarını bu sene de sürdürecekler gibi görünüyor.