The Others "Batı ve İslam alemi için tarihi deney"

"Batı ve İslam alemi için tarihi deney"

19.03.1997 - 00:00 | Son Güncellenme:

"Erbakan samimi mi değil mi" diye yıllarca kaygılanmak yerine, devletin ve toplumun, onun vaatlerini çiğnemesine imkan vermeyecek şekilde işlemesi sağlanmalıdır.

Batı ve İslam alemi için tarihi deney

AB içinde olmak kesinlikle cennete girmeye benzemiyor. Başka imkanlar olduğunu da düşünmek lazım. Türkiye'nin kendisine daha fazla güvenmesi ve saygı duyması gerektiğini düşünüyorum.
Financial Times editörlerinden Edward Mortimer'a göre Refah Partisi
Edward Mortimer, İngiltere'nin saygın gazetesi Financial Times 'ın editörlerinden ve Türkiye üzerine uzmanlaşan yazarlarından. İnanç ve İktidar: İslam Politikası kitabında kendi ifadesiyle "İslam'ın monolitik bir din olmadığı, İslam'da muazzam bir çeşitlilik olduğu, dar kafalı köktendinciler kadar liberal insanların da olduğu" saptamasını yapmıştı. Ve öyle görünüyor ki, eskiden İngiltere'nin de dışlanması deneyiminden yola çıkarak, Türkiye'nin ille AB üyesi olması gerektiğini düşünmüyor. Mortimer, yakınlarda Kahire'de düzenlenen "İslam ve Batı: Çatışma Noktaları ve Diyalog" konulu uluslararası konferansta bir konuşma yaptı. Paris'te yaşayan araştırmacı Mehmet Öğütçü, konferans ertesinde Mortimer ile Refah Partisi, Batı'nın RP'ye bakışı ile Türkiye'nin AB üyeliği konularını kapsayan bir söyleşi yaptı.
Türkiye'nin İslam ile Batı arasında "köprü" oluşturabileceği, diyaloğu kolaylaştırabileceği görüşüne katılıyor musunuz?
Keşke olabilse. Çok isterim. Türkiye 'nin Doğu ile Batı ya da Avrupa ile Arap dünyası arasında köprü olmayı arzu ettiğini ve bu konuyu sık sık gündeme getirdiğini biliyorum. Sanırım, bu fikir pek tutmadı, çünkü, Avrupa bu ülkelerle doğrudan iletişim kurmayı tercih ediyor. Esasen, küstürülmemeye çalışılarak, Türkiye bu konuda bir anlamda kenara itildi. Aynı şeyi, Türkiye'nin bir zamanlar üzerinde çok konuşulan Orta Asya'daki köprü rolü hakkında da söyleyebiliriz. Batı, her zaman kendi işini doğrudan görmeyi tercih eder. Bununla birlikte, sizin bir makalenizde dile getirdiğiniz laiklik, modern kapitalizm ve demokrasi ile İslam 'ı bağdaştırma fikri gerçekten insana çok hoş ve çekici geliyor. Dilerim, bu gerçekleşir. Yalnız, kabul edersiniz ki, bu sentezin önce Türkiye'nin kendi içinde tutması gerekiyor. Öyle görünüyor ki, Türkler daha kendi aralarında bu konuda anlaşamıyorlar. Erbakan 'ın böyle bir sentezi temsil ettiğini ve bir ara yol bulmaya çalıştığını söyleyenler var...
Erbakan'ın gerçek niyetleri hakkında kuşku duyanlara katılıyor musunuz?
Mısırlı bir araştırmacı, Dr. Saadeddin, "Taliban'dan Erbakan'a" başlıklı bir makale yazdı. İyimser bir bakış açısı ile diyor ki, Erbakan nasıl uzlaşılacağını bildiği için İslam dünyası için iyi bir örnektir. Oysa, Afganistan 'daki Taliban hareketi, İslam'ın en aşırı ucunu temsil ediyor ve 16'ncı yüzyıl Almanya'sındaki Baptizm hareketine çok benziyor. Ben şuna inanıyorum: Şayet İslami harekete mekan ve şans tanırsanız ve onu Türkiye'de olduğu gibi gerçek siyasi sorunlarla uğraşmaya zorlarsanız, bu hareket er ya da geç kendisini uyum sağlamak ve daha pragmatik hale gelmek zorunda hissedecektir. Ayakta kalabilmek için başka çaresi de yoktur aslında. Tabii ki, benimkisi oldukça iyimser bir yorum.
Türkiye'de Avrupa'nın "Hıristiyan Demokratlar"ına benzer bir "Müslüman Demokrat" Parti doğabilir mi?
Sanırım, Erbakan 'ın kafasında olan bu. Geçmişte bazen İtalyan komünistleri ile kıyaslamalar yapmışımdır. İtalyanların "Tarihi Uzlaşı" fikri var ya, sanırım Türkiye de şimdi buna gerek duyuyor. Belki de Erbakan işte tam bunu yapıyor olabilir. Bilmiyorum, benzetme yerinde oldu mu, ama her zaman Türk politikası ile İtalyan politikası arasında benzerlikler olduğunu düşünmüşümdür. Eski Hıristiyan Demokrat rejim, yolsuzluklara bulaşmıştı ve dökülüyordu. İtalyanlar, bıkmışlardı. Ancak, alternatifleri komünistlerdi. İktidardaki bir Komünist Partisi ile bir arada yaşayıp yaşayamayacağımızı bilemiyorduk. Şimdi, komünizm artık sorun değil. Eski bir Komünist Partisi'ni hükümete gelmesini sevinçle karşılayabiliyoruz, çünkü inanıyoruz ki İtalya'da ihtiyaç duyulan reformları ancak onlar gerçekleştirebilir.
Türkiye örneğinde, tamamen uymasa da, bunu, Refah Partisi 'nde tespit edebiliriz. Düşündüğünüzde komik geliyor; 1970'lerde Erbakan hükümette idi ve hiç kimse ondan endişe duymuyordu, çünkü o zamanlar İslam bir sorun değildi. Sorun, komünizm idi. Şimdi Batı'da insanlar İslam'ın ya da İslamcılığın sorun olduğunu düşünüyorlar.
Batı'nın Erbakan'a yönelik tutumunda sizce bir çelişki var mı?
Şurası açık ki, Batı başka bir Cezayir yaşamak istemiyor. Türk ordusunun da yeni bir Cezayir istediğine inanmıyorum. Bu nedenle, Refah olgusu hem Batı hem de İslam dünyası için bir deneme olarak görülmelidir. Bunun nereye kadar gidebileceğini bilmiyoruz. "Erbakan samimi mi değil mi" diye yıllarca kaygılanmak yerine, devletin ve toplumun, onun vaatlerini çiğnemesine imkan vermeyecek şekilde işlemesi sağlanmalıdır. Refah, hükümette kalabilmek için hem söylediklerine sadık olmak, hem de çoğunluğun sesine uymak zorunda.
Gündemin en sıcak konusu, Türkiye'nin yeni Avrupa mimarisindeki yerine dönecek olursak...
Türkiye'nin Avrupa'daki yeri konusunda prensip kararı zaten 1963'de Ortaklık Anlaşması imzalandığında alınmıştı. Bu, net bir karardır. Türkiye'nin şimdi AB'nin genişlemesine ilişkin potansiyel adaylar listesine katılmak için ısrar ettiği anlaşılıyor. Şayet Avrupa bu kadar büyüyecekse, Türkiye de tabii ki gözönünde bulundurulmayı isteme hakkına sahiptir. Avrupa'nın sınırları neden Boğaz'ın kıyısında bitsin ki? Yalnız, biliyorsunuz, Türkiye alınacaksa önünüzde binbir sorun var. Siyasi taktik gereği Türkleri memnun tutmak için Birlik, belki Türkiye'yi listeye ekleyebilir; ancak, bu, Türkiye'nin görünür gelecekte tam üye olabileceği anlamına gelmez.
AB üyeliği olmadan Türkiye'nin kendi ekonomik nüfuz alanında daha iyi koşullar altında olacağı iddiasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu, Türkiye'de ciddi şekilde tartışılması gereken bir meseledir. Hatırlarsanız, İngiltere iki kez reddedildi. İngilizlerin ulusal gururu çok incindi. Gelin görün ki, girdiğimizden bu yana da şikayetlerimizin sonu gelmiyor. AB içinde olmak kesinlikle cennete girmeye benzemiyor. Başka imkanlar olduğunu da düşünmek lazım. Türkiye'nin kendisine daha fazla güvenmesi ve saygı duyması gerektiğini düşünüyorum.
Nitekim, Gümrük Birliği, Türkiye'ye önemli ekonomik yarar sağlayacaktır. Muhtemelen yararları görülmeye başladı bile. Birçok Türk'ün durumu böyle görmediğinin farkındayım. Tabii, başlangıçta Avrupa'dan Türkiye'ye ithalat seli oldu ve Türkiye aynı oranlarda ihracat yapamadı. Zira, Avrupa pazarı, Gümrük Birliği'nden önce de zaten Türk mallarına büyük ölçüde açıktı. Ama Türkiye'nin genelde iyi yolda olduğunu düşünüyorum. Makul bir siyasi istikrarı ve asgari bir ekonomik yönetimi sağladığınız takdirde Türkiye büyük boyutlarda yabancı yatırım cezbedecektir, çünkü siz bu büyük Avrupa pazarının bir parçasısınız. Ve ortak tarım politikası, ortak dış politika gibi üzerinize geçirilecek, menfaatlerinizle çatışabilecek tüm bu deli gömleklerini düşündüğünüzde, geniş Avrupa pazarına kısıtlamasız girebilmek tek başına sizin için Birliğin tam üyesi olmaktan daha önemli olabilir.
Hızla küreselleşen dünya ekonomisinde Türkiye'nin AB üyeliği dışındaki seçenekleri ne olabilir?
Önümüzdeki dönemde ticaret blokları dünyasında yaşayacağımıza inanmıyorum. Tüm kanıtlar, buna karşı gözüküyor. Bence, artan ölçüde açık ticaret dünyasında yaşayacağız. Aksini düşünseniz bile, Gümrük Birliği içinde olduğunuz için zaten dışlanma sözkonusu olamaz; zira, dünyanın en büyük ticaret blokunun içindesiniz.
Sanmıyorum ki, Türkiye kaba şekilde AB tarafından reddedilsin. Bence bugüne kadar olup bitenler Türkiye açısından daha vahim; sonu olmayan şekilde yarım yamalak önlemlerle ve aldatıcı politikalarla oyalanıyorsunuz. Arzu edilen, iki tarafın masaya oturup önümüzdeki on yıl ve daha ötesinde Türkiye ile AB arasındaki tüm ilişkileri kapsayacak kapsamlı bir strateji programı ortaya çıkarılmasıdır. Tabii ki bu strateji, Kıbrıs, insan hakları ve benzeri konuları da içermelidir. Bunları, isteseniz de, birbirinden ayıramazsınız.

"AB 'den müstakbel üyelik konusunda kesin bir yanıt almaması halinde Türkiye'nin neler yapabileceğini doğrusu ben de bilmiyorum.
1990 yılında, daha Sovyetler Birliği çökmeden önce, bazı Türk gazetelerinde de aynen yayınlanan bir Avrupa haritası çizmiştim. Haritada, Avrupa'nın 2020 yılında nasıl görünebileceğini öngörüyordum. Türkiye'yi Kafkasya ve Orta Asya 'da yeni doğacak ülkelere bağlayan bir "Türk birliği" hayal etmiştim.
Haritada, buna karşılık, Türkiye'nin Güneydoğusu kesilip çıkarıldığından o zamanlar çok tartışmaya yol açtığımı hatırlıyorum.
Sınırların etnik hatlar boyunca yeniden çizilmesi konusunda Almanya 'nın yeniden birleşmesinde gördüğümüz bu sürecin nereye kadar gidebileceğini kafamda tasarlıyordum.
Sanırım, Türk birliği fikri, o zamanlar birçok Türk'ü heyecanlandırdı. Tebrikler aldım. Bu konuda da şimdi bir parça hayal kırıklığı yaşanıyor Türkiye'de.
Bir kere, her şeyden önce, bu ülkelerin Rusya ile bağları çok güçlü olmaya devam ediyor. İkincisi, bu ülkeler, enerji dışında çok yoksul durumdalar ve sermaye ihtiyaçları var.
Oysa Türkiye , büyük bir sermaye ihracatçısı değil; tam aksine, kendisi sermaye ithalatçısı bir ülke. Bu durumda gerçekten Türkiye için bu bölgede öyle büyük bir fırsat yok. Türkiye, Rusya ve Ukrayna ile bu ülkelerle olandan daha fazla ticaret yapmaktadır. Şimdi düşündüğümde, ülkeleri harita üzerinde blok gruplarına göre yeniden düzenleme fikri bana komik geliyor.
Eminim ki, kendi iç işlerini uygun şekilde yürütebilen Türkiye gibi büyük bir ülke tüm komşuları ile de ekonomik ve siyasi alanlarda çok iyi ilişkiler geliştirebilir. Belki de işte tam bu noktada "köprü" olma rolü öne çıkabilir.
Aslında, AB gibi katı bir bloğun üyesi değilse, Türkiye, kendi bölgesinde daha fazla güce ve manevra serbestisine sahip olacak; karşılıklı bağımlılık içindeki bir dünyada bağımsız bir ülke olarak hareket edebilecektir."