The Others Biraz korkak, biraz cesur Ahmet Ümit

Biraz korkak, biraz cesur Ahmet Ümit

26.03.2000 - 00:00 | Son Güncellenme:

Tanıyor ve seviyorsunuz. Bu kaçınılmaz bir şey galiba. Bu anlamda Ahmet Ümit'e "şanslı bir insan" denmez de ne denir? Üstelik, kendisi bir polisiye roman yazarı. Başka? Şahide Yazıcıoğlu Anneye duyulan sevgi: "1960'da Gaziantep'de doğdum. Babam tüccardı, kilim falan satıyordu. İlginç olan annemdi. O terziydi. Terzi olması çocukluğumu derinden etkiledi. Annemin yanında hep çırak kızlar çalışırdı. Beni çok severlerdi. Onların arasında el bebek, gül bebek büyüdüm. Bana mutluluk verdiler, sosyalleşmemi sağladılar. Bir de yedi kardeşin en küçüğüydüm. Çokça ihtimam gösterildi. Hayata her zaman pozitif bakmamda bana verilen sevginin etkisi büyüktür. Polisiye roman yazmama rağmen Kafkavari bir karamsarlık yoktur bende. Yazar olmamda, sanıyorum annemin katkısı çok oldu. Terzilik yaparken, Singer makinesi vardı annemin, 10 - 15 kız etrafını sarardı. Kızlar sıkılmasın diye annem onlara okuduğu kitapları, -annem çok kitap okurdu- yeniden yaratarak anlatırdı. Öyle lezzetli anlatırdı ki!" 'Kral Marx': "Kitaplarla, abilerimin kitapları sayesinde tanıştım. Ağabeylerim İstanbul'a, Londra'ya, Ankara'ya okumaya gittiklerinde, onlardan geriye kitapları kaldı. İşte Marx'ın, Lenin'in, Gorki'nin kitapları... Marx'a, ismini söyleyemediğimden mi ne, hep 'Kral Marx' derdim. Okumasam bile kitapları okula giderken yanımda götürürdüm, gösteriş olsun diye. 14 yaşına geldiğimde, 12 Mart'ın baskıları yavaş yavaş sona ermiş, yoğun bir politik süreç başlamıştı. Düşünüp taşınmadan kendimi bir örgüt içinde buldum. O rüzgara kapıldım ve o rüzgarla 89'a kadar sürecek, adeta profesyonel devrimcilik denilen, hayatının büyük bir bölümünü devrimci mücadeleye ayırmış bir insan oldum." En sık ziyaret edilen yer, mezarlık: "Üniversite için İstanbul'a geliyorum ve hiçbir yeri bilmiyorum. Yolculuk 20 saat sürmüş, nasıl yorgunum. Kimseyle bağlantım yok. Doğrudan örgüte gittim. Hiç unutmam o zamanlar Bakırköy Halkevi vardı, bütün arkadaşlar orada. Onu bunu bekledik, akşam oldu. Beni bir yere gönderecekler, uyuyacağım diye bekliyorum. Bir haber geldi: 'Yeşilköy Halkevi'ni faşistler basacakmış. Oraya gidiyoruz,' dendi. Herkes gibi biraz cesur biraz korkağım ama, hiç tanımadığım bir yer. Bir şey olsa nereye kaçacağım, bilmiyorum. Korkunç. O gece orada kaldık. Ortak yemekler yeniyor; ölünecekse hep beraber ölünecek falan... Allahtan bir şey olmadı. Ama daha sonra bir sürü şey yaşandı. 79 yılıydı yanılmıyorsam. Bir yaz akşamı. Bakırköy Halkevi bahçesinde beş arkadaş oturup, sohbet ediyoruz. Ben kalkıp büfeye gittim. Büfeye girdim, bomba patladı. Bir dakika önce kalkmasıydım... Üç kişi öldü orada. 78 - 80 arası en sık ziyaret ettiğim yer hapishane falan değil, mezarlıktı. Bu sertleştiriyor insanı, hoşgörüsüzleştiriyor. Bazı şeyler de çok değer kazanıyor; öleceksiniz ya! Mesela aşk. O çok değerli olmaya başlıyor." Peşini bırakmayan kız: "Yeni gelmişim Antep'den. Üniversiteyi gitmişim, aynı örgütten insanları hemen buluyorsun. Çok önemli çünkü. Silah arkadaşım gibi. Karşında düşmanlar var adeta. Gerçekten öyle. Bir kız var. Peşimi bırakmıyor, aşık olmuş bana. Çok iyi bir kız, çok güzel ve de çok kararlı. Ama işte başka ilişkilerim var. Bir gün ağabeyimdeyken gözaltına alındım. Üzerimde el yazımla yazılmış, örgütteki insanların isimlerinin yazılı olduğu kağıtlar var. 2. Şube'ye götürüldük. Polis kağıtları aldı, yolda 'Kim Vildan, kim Ahmet' diye soruyor. 'Bilmiyoruz,' diyoruz. Yukarı çıkarttılar bizi. Önümüzdeki poşete bıraktılar kağıtları. Ben onları yok ettim. Bir kısmını yedim. Arkadaşlarıma işkence yapılacak, daha ötesi yok. Bir kısmını tuvalete attım, rahatladım. İşte içeride birdenbire onu sevdiğimi anladım. O gün çıktığımda artık ilişkimiz içerik değiştirdi. Evlenmemiz de ilginçtir. Biz dünyayı değiştereceğiz, ahkamlar kesiyoruz falan ama, doğum kontrolü denilen şeyden haberimiz yok. Eşim, eşim olmadan önce hamile kaldı. 'Ne yapacağız,' dedi. Baktım korkuyor ama istiyor da, 'Doğur o zaman,' dedim. Nisan'da evlendik Temmuz'da nur topu gibi

Biraz korkak, biraz cesur  Ahmet Ümit
Tanıyor ve seviyorsunuz. Bu kaçınılmaz bir şey galiba. Bu anlamda Ahmet Ümit'e "şanslı bir insan" denmez de ne denir? Üstelik, kendisi bir polisiye roman yazarı. Başka?

Şahide Yazıcıoğlu Anneye duyulan sevgi: "1960'da Gaziantep'de doğdum. Babam tüccardı, kilim falan satıyordu. İlginç olan annemdi. O terziydi. Terzi olması çocukluğumu derinden etkiledi. Annemin yanında hep çırak kızlar çalışırdı. Beni çok severlerdi. Onların arasında el bebek, gül bebek büyüdüm. Bana mutluluk verdiler, sosyalleşmemi sağladılar. Bir de yedi kardeşin en küçüğüydüm. Çokça ihtimam gösterildi. Hayata her zaman pozitif bakmamda bana verilen sevginin etkisi büyüktür. Polisiye roman yazmama rağmen Kafkavari bir karamsarlık yoktur bende. Yazar olmamda, sanıyorum annemin katkısı çok oldu. Terzilik yaparken, Singer makinesi vardı annemin, 10 - 15 kız etrafını sarardı. Kızlar sıkılmasın diye annem onlara okuduğu kitapları, -annem çok kitap okurdu- yeniden yaratarak anlatırdı. Öyle lezzetli anlatırdı ki!"

'Kral Marx': "Kitaplarla, abilerimin kitapları sayesinde tanıştım. Ağabeylerim İstanbul'a, Londra'ya, Ankara'ya okumaya gittiklerinde, onlardan geriye kitapları kaldı. İşte Marx'ın, Lenin'in, Gorki'nin kitapları... Marx'a, ismini söyleyemediğimden mi ne, hep 'Kral Marx' derdim. Okumasam bile kitapları okula giderken yanımda götürürdüm, gösteriş olsun diye. 14 yaşına geldiğimde, 12 Mart'ın baskıları yavaş yavaş sona ermiş, yoğun bir politik süreç başlamıştı. Düşünüp taşınmadan kendimi bir örgüt içinde buldum. O rüzgara kapıldım ve o rüzgarla 89'a kadar sürecek, adeta profesyonel devrimcilik denilen, hayatının büyük bir bölümünü devrimci mücadeleye ayırmış bir insan oldum."

En sık ziyaret edilen yer, mezarlık: "Üniversite için İstanbul'a geliyorum ve hiçbir yeri bilmiyorum. Yolculuk 20 saat sürmüş, nasıl yorgunum. Kimseyle bağlantım yok. Doğrudan örgüte gittim. Hiç unutmam o zamanlar Bakırköy Halkevi vardı, bütün arkadaşlar orada. Onu bunu bekledik, akşam oldu. Beni bir yere gönderecekler, uyuyacağım diye bekliyorum. Bir haber geldi: 'Yeşilköy Halkevi'ni faşistler basacakmış. Oraya gidiyoruz,' dendi. Herkes gibi biraz cesur biraz korkağım ama, hiç tanımadığım bir yer. Bir şey olsa nereye kaçacağım, bilmiyorum. Korkunç. O gece orada kaldık. Ortak yemekler yeniyor; ölünecekse hep beraber ölünecek falan... Allahtan bir şey olmadı. Ama daha sonra bir sürü şey yaşandı. 79 yılıydı yanılmıyorsam. Bir yaz akşamı. Bakırköy Halkevi bahçesinde beş arkadaş oturup, sohbet ediyoruz. Ben kalkıp büfeye gittim. Büfeye girdim, bomba patladı. Bir dakika önce kalkmasıydım... Üç kişi öldü orada. 78 - 80 arası en sık ziyaret ettiğim yer hapishane falan değil, mezarlıktı. Bu sertleştiriyor insanı, hoşgörüsüzleştiriyor. Bazı şeyler de çok değer kazanıyor; öleceksiniz ya! Mesela aşk. O çok değerli olmaya başlıyor."

Peşini bırakmayan kız: "Yeni gelmişim Antep'den. Üniversiteyi gitmişim, aynı örgütten insanları hemen buluyorsun. Çok önemli çünkü. Silah arkadaşım gibi. Karşında düşmanlar var adeta. Gerçekten öyle. Bir kız var. Peşimi bırakmıyor, aşık olmuş bana. Çok iyi bir kız, çok güzel ve de çok kararlı. Ama işte başka ilişkilerim var. Bir gün ağabeyimdeyken gözaltına alındım. Üzerimde el yazımla yazılmış, örgütteki insanların isimlerinin yazılı olduğu kağıtlar var. 2. Şube'ye götürüldük. Polis kağıtları aldı, yolda 'Kim Vildan, kim Ahmet' diye soruyor. 'Bilmiyoruz,' diyoruz. Yukarı çıkarttılar bizi. Önümüzdeki poşete bıraktılar kağıtları. Ben onları yok ettim. Bir kısmını yedim. Arkadaşlarıma işkence yapılacak, daha ötesi yok. Bir kısmını tuvalete attım, rahatladım. İşte içeride birdenbire onu sevdiğimi anladım. O gün çıktığımda artık ilişkimiz içerik değiştirdi. Evlenmemiz de ilginçtir. Biz dünyayı değiştereceğiz, ahkamlar kesiyoruz falan ama, doğum kontrolü denilen şeyden haberimiz yok. Eşim, eşim olmadan önce hamile kaldı. 'Ne yapacağız,' dedi. Baktım korkuyor ama istiyor da, 'Doğur o zaman,' dedim. Nisan'da evlendik Temmuz'da nur topu gibi bir kızımız oldu."

En yıkıcı deneyim: O zamanlar yurtdışına yasadışı yollardan çıkıyoruz. Bir gün hiç tanımadığım biri sahte pasaport getirdi bana. O zaman parti çok iyi çalışıyor tabii, arkasında Sovyet desteği var. Akşam gidiyorum. Parti emri. Ama korku büyük. Korka korka Kapıkule'den çıktım. Bulgaristan'a gidiyorum. Sosyalizmle tanışacağım. Müthiş heyecanlıyım. İlk istasyona geldik. Kapıkule'den çıktık ama orada yakaladılar bizi. 'İneceksiniz' dediler. 'Biz TKP üyesiyiz. Yoldaşız. Bulgaristan Komünist Partisi konuğuyuz,' diyoruz, adam takmıyor. Ben, 'Bunun hesabını sorarız, Jivkov'la konuşuruz,' falan diyorum. Gerçekten böyle düşünüyorum. Beklerken tuvalete gittim. Her taraf bok. Korkunç. 'Mahvoldum' dedim. Benim için en yıkıcı deneyim buydu. Moskova'da kendi partimin ilişkilerini gördüm. Çünkü parti illegal ya, hiçbir şey bilmiyorsun. Parti deyince bizim aklımıza Nazım Hikmet, Şefik Hüsnü gibi adamlar geliyor. Bunlar müthiş devrimciler. Ama orada bir politbüro üyesiyle tanışıp yıkıldım. Ben tek başıma köşeme çekilip, duracak bir adam değilim ama o gün anladım ki benim için bu kadar. 'Beni sarı defterinizden silin' dedim. O gün hayatın amacının kendi içinde olduğunu anladım. Hiçbir zaman özgürlük düşünden vazgeçmeye niyetim yok. Bu belki ütopya. Olsun, ama artık benim için bir politik yapı yok. Çünkü böyle bir politik yapı hayatı daraltan bir yapıydı."

İlk öyküsü 41 dilde yayınlandı: "83 yılı duvarlara 'Anayasa'ya hayır' afişleri yapıştırıyorduk. Bir gün yaptıklarımızı anlatan bir rapor istedi örgüt benden. Ben rapor yazarken öykü yazmışım. 'Duvardaki Çiçekler' adı da. O zamanlar partinin radyosu vardı, rapor orada yayınlandı. Sonra bir öykü daha yazdım. 41 dilde, 'Barış ve Sosyalizm Sorunları' diye bir dergi çıkıyordu. Öyküyü oraya yollamışlar. Böylece ilk öyküm 41 dilde yayınlanmış oldu. O zaman 'Ben yazar olacağım arkadaş,' dedim. Bir taraftan örgütü hala yönetiyorum. İnsanlara eğitim veriyorum. Kamplar yapıyoruz. Kızım altı yaşında. Kampa gittik. Dikkat çekmesin diye karım ve çocuğum da geliyor. Başka isimler kullanıyoruz. Kızımın adına Deniz diyoruz, aslında Gül. Bir gün oynarken çocuklardan biri, 'İsmini Deniz olarak yazmasını biliyor musun,' demiş. Kızım da 'Deniz yazmasını bilmiyorum ama Gül yazabilirim,' demiş.

Orhan Pamuk kitapları insansızdır: "İlk şiir kitabım 'Sokağın Zulası' 89'da çıktı. 92'de ilk öykü kitabım yayınlandı. Sonra birden bire polisiye yazarken buldum kendimi. Bu hayattan tabii polisiye çıkar, başka ne çıkar! Hep söylüyorum yazarın üslubunu belirleyen şey, onun kişisel tarihidir. Orhan Pamuk kitapları insansızdır; evinde yazıyor. Kötü yazar demiyor, çok severim ama ben insanlarla birlikteyim. Kaçan, kovalayan bir hayatım oldu. Sis ve Gece'yle artık polisiyeye girdim. Türkiye'de polisiye yok diyenler, son beş yılda artık polisiye yazılıyor diye seviniyor. Herkes böyle diyor. Herkes derken aslında eski solcular. Ama beni kimse yazmadı. Armutun sapı üzümün çöpü misali. Sonra Moskova yıllarını anlatan, biyografik 'Kar Kokusu'nu yazdım. Sosyalist ülkelerde insanlar birbirlerine yoldaş diye hitap ederler. Komik olabilir, ama öyle. Ulema kesilen adamın biri çıktı, 'Vay çok komikmiş, insanlar birbirlerine yoldaş diyorlarmış,' diye yazdı. Ama öyle. Yine aynı adam -çok seviyor beni galiba- Patasana için, (Patasana'da hiç gerçek tarih yoktur. Benim yarattığım kahramanlar onlar.) 'Ahmet Ümit son romanında tarihi kişileri epeyce deforme ediyor,' dedi. Hangi kişiler ya, ben yarattım onları."

Fırat'ın ortasındaki ada: "Akşam oturdum, esin geldi yazdım'a inanmıyorum ben. Ne yazacaksam önce araştırmacı - gazeteci gibi o konuyu incelerim. Son kitabım Patasana'da toplumsal şiddeti anlatmak istedim. Ama nasıl? Hem bugünü hem geçmişi anlatayım dedim. Ama geçmişi anlatırken hangi dönemi anlatacağım? Derken arkeologlar olsun dedim. Ve geç Hitit'ler dönemi, kafamdaki şeye denk düştü. Arkeolog arkadaşlarla konuştum, verdikleri kitapları okudum. Dersime iyi çalıştım ve dönemi iyi öğrendim. Bir kazı nasıl yapılır? Bunu öğrenmek için Fırat'a gittim. Kazı yapanlara yabancılarla ilişkilerinden aşklarına kadar neler yaptıkları, neler yaşadıklarını anlattırdım. Kitapta geçen yer Karkamış'tır. İlginç bir şey oldu kitabı yazarken. Metafizik şeylere hiç inanmam, son derece maddeci bir adamımdır. Roman iki bölümden oluşur: Arkeologlar kazı yapmaya giderler ve tabletleri bulurlar. Kitap bir roman gibi normal akarken, bir bölümü tabletleri anlatır. Tabletleri yazarken Karkamış'a gitmemiştim. Şöyle yazdım: Fırat'ın ortasında bir ada var. Bir kız kendini kaleden aşağı atar ve Fırat'ın kenarına düşer. Ve orada bir kütüphane vardır. Karkamış'a gezmeye gittiğimde yazdıklarımın aynen gerçek olduğunu gördüm. Ya bunu birinden duydum ve bilinçaltımda kaldı ya da böyle olur dedim, bilmiyorum."

Çiğköfte
Çünkü çok çok lezzetli. Rakıyla beraber çok iyi oluyor; muhabbeti çok iyi. Çok da güzel yaparım.

Sinema
Mutlaka her hafta bir film izlerim.

Polisiye
Poliseye roman okumaktan vazgeçemem. Belli düzeyin üstünde olan, best-seller da olabilir hiç fark etmez, ondan vazgeçemem.

Dostları
Üç saat yatsam üç saat sonunda mutlaka dostlarımla birlikte olmak isterim. Ya kalkıp buraya gelir şarap içerim, ya da bir arkadaşımı alıp bara giderim.