The Others Din yeniden yapılanıyor

Din yeniden yapılanıyor

17.01.1998 - 00:00 | Son Güncellenme:

Din yeniden yapılanıyor

Din yeniden yapılanıyor

Kadınların cenaze namazlarına katılması dalga dalga yayılırken, geleneklerle gerçek yörüngesinden sapmaya uğrayan İslam ve kadına yönelik tartışmalar sorgulanmaya başlandı

ASLINDA herşey ocak ayının ilk haftası başladı. Karşıyaka Müftüsü Nadir Kara'nın "kadınlar da cenaze namazına" katılabilir fetvası Türkiye'nin gündemine "bomba" gibi düştü. Müftünün çağrısı anında eyleme dönüşmüş, Tibet Kızılcan'ın cenaze töreninde eşi ve arkadaşları, cenaze namazına durarak, kuranda yeri olmadığını öğrendikleri bir tabuyu yıkan ilk öncüler olmuştu. Onları Ankara'da, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in yanıbaşında cenaze namazına duran bir hanım izledi. Kadınların "dinde biz de varız" dercesine cenaze namazlarına katılması dalga dalga yayılırken, islama ve kadına yönelik başka tartışmalar da gündemde yerini almaya başladı.
Kadınlar cenaze namazı kılabilirlerdi ama Cuma'ya ve Bayram'a da katılabilirler miydi? Namazı ön saflarda mı kılacaklardı yoksa, erkeklerin arka saflarında mı? Kadına imamet hak mıydı? Ya kadınlarla tokalaşmak? Abdest bozar mıydı, bozmaz mıydı? Allahın Resulü siyasi konularda kadınlardan biyat alırken bile onlarla tokalaşmadığına göre "toka" yasak olmalıydı. Pekiyi ama bütün bunların Kur'andaki yeri neydi?
Konu, kadınlara farz olan bazı dini vecibelerin tartışması olarak gündeme otursa da, temelinde başka nedenler yatıyordu. Din bilginleri için bunlar ufak ayrıntılardı ve tümüyle dini eğitimden yoksun olmaktan kaynaklanıyordu. Bu nedenle, sorun hızla kadınları aştı ve dönüp dolaşıp merkezi "din - gelenek çatışması" olan bir tartışmaya oturuverdi. İslamın aslına geri dönüşünde, dine yaklaşımı kesinlikle pazarlık içermeyen, dini, moral yönden besleyen ve yüzyıllarca din adına dinden uzaklaştırılan kadın, bir yandan inanılmaz bir ilgiyle gelişmeleri izliyordu.
En çarpıcı olgu, farklı kesimlerin temsilcileri olan bu kadınların dini özünden kavrama ve öğrenme isteklerinde yatan heyecan ve samimiyet idi.
Neler oluyordu? Bir dönem, islamın vecibelerini yerine getirenleri küçük gören elit sınıf hangi dürtülerle dine böylesi yoğun ilgi gösteriyordu? Yoksulun sahiplendiği din, sınıf mı değiştiriyordu yoksa?

Dine dönük ilgiyi, toplumun değişik katmanlarına yönlendiren dürtünün kaynağına ilişkin yanıt Prof. Dr. Ümit Meriç Yazan'dan geliyor. İstanbul Edebiyat Fakültesi, Kurumlar Sosyolojisi Ana Bilim Dalı Başkanı olan Meriç'e göre bu ilgi çok doğal ve evrensel. "İnsanın kendine ilk sorusu sanırım kimim, nereden geldim, nasıl yaratıldım, nereye gidiyorum. Din de bu sorulara cevap getiriyor" diyen Meriç şöyle devam ediyor:
* Aklın ötesindeki gözlemlerimize yanıt bulunca rahatlıyoruz. Bunu da dinler getiriyor. Çoğunluk fazla beklenti içinde olduğumuzdan, bu sükutu hayale yol açtı. Sanırım şimdi onun telafisi dönemi başlamaktadır.
* Çok nedenleri var. Şehirleşme insanları birbirinden kopardı. Köylerde cemaatçi bir hayat vardı. Paylaşım vardı. Bu sevgi ve paylaşım yüklü sıcak hayat büyük şehirlerde kaybolmaya başladı. İlişkiler menfaat ilişkisine dönüştü. Soğuklaştı. İnsan ruhu buna dayanamıyor. Sıcaklık arıyor. İnsan ruhunun sıcaklık ve birebir ilişki ihtiyacı çeşitli çözümlere vardı. İnsan bu eylemiyle aslına dönecek. Dinde rönesans bu. Nüve o kadar paslanmış ki o pasların kazınması ve aslının anlaşılması lazım.
* Peygamberimiz son peygamber. Başka peygamber gelmeyecek. Dinler son sözlerini söylemişlerdir. Dolayısıyla dinin aslının öğrenilmesi süreci bu. Dinler artık insanlar arasına duvar getirmek değil o duvarları yıkacak sistemler olacak. Bir yerde hepimizin ölümlü olduğu inancı bizi birbirimize yakınlaştıracak ve sevdirecek.

Dine dönük ilgi neden son bir kaç yıl içinde ivme kazandı sorumuzu ise Avukat Kezban Hatemi şöyle yanıtlıyordu: "Din sosyal bir olgudur. Bu olgunun içini boş bırakırsanız, birileri bu sosyal akış içinde gelir, boşluğu doldurur. Olaylar birden bire ortaya çıkmadı.. Uzunca bir süre kuran kılıfları içinde duvarları süsledi. Din, ölünün arkasından dua okuma şeklinde algılandı. Dinin özünden, evrenselliğinden, doğru öğretiden, temel değer yargılarından habersiz, bilinçsiz bir toplum haline getirildik. Din, ne yazık ki ilkokul mezunu bile olmayan cahil, cühela, hoca adı verilen insanların elinde kaldı. Müslüman bir ülkeyiz ama gerçek İslam'dan haberimiz yok."
Prof. Ümit Meriç tarafından aktarılan, Şerif Mardin'e ait bir başka tesbitte "dine geri dönüşün" etken nedenlerinden biri olarak genetik beynimizdeki dinsel mirası gösteriyordu. Bakın ne diyordu Şerif Mardin: "1923 yılının 23 Ekim gecesi doğmuş olan devletimizdir, toplumumuz değil. Toplumumuz çok eski bir kültürel kodu yaşamaya devam etmektedir. Bu kültürel kodun içinde evvela peygamber saygısı var. Cumhuriyetle birlikte peygamberimize olan saygı aynıyla devam etmekle beraber, Atatürk'ün şahsına karşı hissedilen sevgi de neredeyse dini bir sevgidir. Her türlü münakaşanın üzerinde bir bağlılıktır. Eskiden Battal Gazi vardı. Ona Mehmetçik motifi ilave edildi. Eskiden Allahın karşısında tek millettik, şimdi kanun kaşısında tek millet olduk. Zannedildiği kadar bir farklılık olmadı. Biliyorsunuz insanın doğuştan getirdiği, kodlanması mümkün olmayan genetik bir hafıza var. Altbeyin. Osmanlının torunu olarak, biz dini kendimiz öğrenmesek bile, onlar bildiği için en azından sezebiliyoruz zaman zaman."

PROF. Dr. Nur Vergin ise 'Dinde Reform'dan söz edenlere ateş püskürüyordu. Vergin'e göre İslam hep aynı İslam'dı. Tartışılan, değişmez olan İslam'a, çağın gereklerine ve zaruretlerine paralellik gösteren yeni yorumlar getirmek, din zannedilen ama din olmayan adetleri ayıklamaktı.
Vergin; "İnanılır gibi değil ama, herkes İslam'da reformdan söz ediyor. Bu dinde reform mümkün değildir. Reform kelimesini kullanmak aslında dinden çıkmaktır, inkarcılığa gitmektir. Soruyorum size, hangi kul, Einstein kapasitesindeki bir beyin dahi, Allah mertebesinde olacak ve Allahın sözünü reforma tabii tutacak. Yanlış ifade. Söylemek istedikleri içtihad aslında. Ne var ki din bilgisi olmadığından, gidiyor, Hıristiyanlıkta vuku bulmuş bir kavramı, kendi dinine yapıştırmaya kalkıyor. Bunu duyan dini bütün ahalinin tepesi atıyor ve "reformdan bahsedenler zındıktır" diyordu.
Son tartışmaları "Dinde Reform" olarak sunanlara en büyük tepki ise Prof. Yaşar Nuri Öztürk'ten geliyordu. Öztürk, bir televizyon programında kendine dinde reformun misyonerliğini yükleyen sunucuya kendi üslubuyla "yeter artık " diyerek şiddetle itiraz etmiş ve: "Nereden çıkarıyorsunuz bu reform lafını. Dinde reform ne demek. Yapılan şey 'reconstruction'dur, yani yeniden yapılanma. Bundan başka bir şey aramak cehalettir" diyordu. Yaşar Nuri o kadar sinirlenmişti ki ekrandan gelen soruları bile yanıtlamadı.

MÜSLÜMAN kadınların yalnızca Türkiye'de değil, tüm islam ülkelerinde adaletsizlikten payını aldığına, bir yıl önce Malezya'da, Müslüman Kadın Parlamenterler toplantısında tanık olmuştum. Müslüman ülkelerin ilk kadın Başbakanı Benazir Butto: "gelin" diyordu, "gelin birlikte tüm dünyaya islamın eşitlikçi, hoşgörü ve ayrımcı olmayan bir din olduğunu gösterelim. Sık sık maruz kaldığımız eşitsizlik ve adaletsizliklere islam dinine ve geleneklerine aykırı olduğunu, islamın aksini savunduğunu ve hatta garanti ettiğini bir bir kanıtlayalım."
Toplantıda, Sudan'dan Saraybosna'ya, Mozambik'ten Filistin'e kadar 37 ülkeden 200 aşkın müslüman kadın siyasetçi yılmadan Kuran'a ve islamın ruhuna aykırı uygulamaları lanetlediler. Toplantı sonunda yayınladıkları sonuç bildirgesi, İslamın, eşitlik, hoşgörü, tolerans ve adalet dini olduğunu, kadınları ibadetten bile dışlayan uygulamaların kuranı yanlış yorumlayan demode erkek geleneklerinden kaynaklandığını vurguluyordu.