The Others Görece özgürlük!

Görece özgürlük!

30.10.1997 - 00:00 | Son Güncellenme:

Görece özgürlük!

Görece özgürlük

15 Ağustos Cuma günü tahliye olan Yurtçu, sevinemiyor. Yurtçu, "Tahliyem uluslararası ve ulusal düzeyde yürütülen bir mücadelenin sonu değil, çıkış noktası olursa herşeye değecek" diyor

EKRANDA Tayfun Gönüllü olanca sevimliliğiyle Sakarya Cezaevi'nin içinden basın özgürlüğünü anlatıyor. Volta atarken bana ayak uyduramayan Tayfun'un nasıl bir haber yapacağından kuşkuluydum. Bunu da söylemiştim: "Röportajın arasına çatışma görüntülerini döşemezsin değil mi?" Yanılmışım. O da şimdi benim dostlarım arasında.
Sınır Tanımayan Gazeteciler'in (RSF) Paris'te 10 Aralık İnsan Hakları Günü'nde düzenlediği törende ödülü benim adıma Nadire Mater alıyor. Aradan iki hafta geçiyor. Ödülüm de mahpusluğa başlamak üzere arkadaşlarla birlikte Sakarya Cezaevine geliyor.
Artık kutlamalar birbirini kovalıyor. Yılbaşı geldi bile. Yeni yılla birlikte 52. yaşıma basıyorum. Kimbilir kaç yılbaşı kutlayacağız taş duvarlar arasında. İlk yılbaşı kutlaması, nice yıllar dileğiyle Basın Konseyi Başkanı Oktay Ekşi'nin meyva sepetiyle geliyor. Karadeniz'den çay ve fındık, Adana'dan şalgam, Van'dan otlu peynir, Ortaköy'den çiroz yılbaşı sofrasını zenginleştiriyor.

Bu yoğun tempo, ziyaretler, ödüller, yılbaşı, doğum günü kutlamaları, sevinçler, heyecanlar, cezaevi koşullarına göre bu yüksek tempo beni "yormuş"tu. Kronik astımın kardiyal astıma doğru yol aldığını bilmiyordum. Doktora gidemiyorum. Çünkü, Muğlalı gazeteci Nevzat Çağlar Tüfekçi Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'e başvurarak "sağlık durumundaki kötüleşme" nedeniyle affedilememi istemişti. Cumhurbaşkanı da Adalet bakanlığı kanalıyla bu başvuruyu işleme koymuştu. Oysa, ben bu şekilde tahliye olmaya karşıyım. Bu yüzden, kendimi hiç iyi hissetmediğim halde doktora gidemiyorum.
İki adli hükümlü Aydın ve Mustafa, Hürriyet gazetesinde Yalçın Bayer'in sütununda "Cumhurbaşkanı ve Yurtçu'nun affı" başlıklı yazısında Tüfekçi'nin başvurusunun işleme konduğunu okuyorlar. Aydın affı kabul edeceğimi, Mustafa ise reddececiğimi ileri sürerek takım elbisesine iddiaya giriyorlar. Mustafa'yla ertesi gün koridorda karşılaşıyorum. Bana neye karar verdiğimi soruyor. Yanıtımı alıp dönüyor: "Ben kazandım. Elbisemi isterim!"

Avrupa Gazeteciler Birliği 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü'nde 23 Avrupa ülkesindeki gazetecilere benimle, dolayısıyla Türkiye'deki basın özgürlüğünün durumuyla ilgili yazma çağrısı yapıyor.
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Nail Güreli'nin TBMM'ne yönelik çalışması da tam bu sırada gündeme geliyor. Cezaevlerindeki yazıişleri müdürlerinin infazlarının durdurulmasıyla ilgili yasa tasarısı önerisi ilgi uyandırıyor. Hükümet değişikliğiyle birlikte öneri yasalaşacak gibi.
Hakkımda gene bir haber: Işık Yurtçu Saray'a nakledildi. Oysa hala Adapazarı'ndayım.

Türküler birbirini izliyor. Kadınlar erkekler muhteşem bir koro oluşturdular. Uğurlanıyorum. Bir an gözlerim yaşarıyor. 9 Mayıs'da Saray'dayım. Sevk arabasından iner inmez, "cezaevi siyasi temsilciyle görüşmek istiyorum" diyorum. Gardiyan şaşkınlıkla yüzüme bakıyor: "Ne siyasi temsilcisi? Burada böyle birisi yok."
Burası 50-60 kişilik bir pansiyon gibi. Biz "siyasi"ler altı kişiyiz... Neco yatağımı hazırlamış, ziyaret sofrası bekliyor. Dahası, fakslar, mektuplar, çiçekler yatağın üzerinde. Öyle ya, gazete beni çoktan Saray'a nakletmişti. Burada müthiş bir kolaylaştırıcı var. Nafiz her şeyi yoktan var ediyor. Görüşlerde sanki pastanedeymişcesine servis hiç durmuyor. Çay diyene, çay; kahve isteyene kahve. Hem beni ziyaret hem de "Metin Göktepe" davası için gelen RSF'den Jean Chichizola "aç mısın" sorusuna şaşırıyor. Hani misafirlikte gibi. Az sonra kapıda Nafiz görünüyor. Lahmacunlar ve ayranlar... Sonra da kahve elbette.
Görüşü kütüphanede yapıyoruz. Saray'da ikinci hafta doluyor. Kalabalıkta bir adli tutuklu yaklaşıyor: "Işık bey, size hoş geldine gelemedim! Her ne kadar ayrı görüşlerde de olsak, size saygı duyuyorum."
Artık kitap okuyamıyorum. Ancak gazete ve mektuplara zamanım yetiyor. Sakarya'daki ilk yılda hakkımda çıkan bir iki haberi kesiyordum, şimdi ne mümkün, gözümdem kaçanlar bile oluyor. Tabii, bunları ziyaretçilerden arta kalan zamanda yapabiliyorum.

"Tek bir haber bile çıkmasa uzaklardan/saçmada olsa bekleyişin/Yalnız sen olsan bile bekleyen beni/ Bekle beni
Bırak beklemekten usanmış dostarım/ Öldüğümü sansınlar benim/ İçme anılar gibi acı/ İçme sakın o şaraptan/
Yağmurlar içinde bekle beni/Karlar tozarken bekle/ Ortalık ağarırken bekle beni/ Kimseler beklemezken bekle!''
Lübnan'da İslami Cihad'ın elinde altı buçuk yıl tutsak kalan Terry Andeson'ın anılarını derlediği kitabındaki Konstantin Simenov'un bu dizelerini Terry'nin sesinden dinliyorum. Gazetecileri Koruma Komitesi (CPJ), Uluslararası Basın Enstitsü (IPI), RSF, Basın Konseyi delegasyonuyla birlikteyim. Terry Anderson ve Peter Arnett CPJ'ın geçen yıl verdiği ödülü görkemli bir gazeteci kitlesiyle bana teslim ediyorlar.
Önceki üç günde Cumhurbaşkanı, Başbakan başta olmak üzere Ankara'da bir dizi temaslarda bulunuyorlar. Artık Türkiye'de herkes basın özgürlüğünden sözediyor. İnanılır gibi değil ama, gerçek bu.
Müthiş bir telaş yaşanıyor. Hedef, yasayı 24 Temmuz'dan önce Meclis'ten geçirmek. 24 Temmuz'da Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nin basın özgürlüğü ödülünü Cumhurbaşkanı Demirel ile paylaşacağım. Hayırlı olsun!
Yasa yetişmiyor. Ancak, Yargıtay'dan üç davam daha kesinleşiyor: Toplam 6 yıl hapis, 500 milyon lira da para cezası.
15 Ağustos cuma günü çıkıyorum. 5 yazıişleri müdürü arkadaşım da tahliye oluyor.
Bunun bir son olmasını diliyorum ama, kısıtlı yasal düzenleme ne yazık ki yeni Işık Yurtçu'lar yaratmak için çaba harcayanlara engel değil. Benim özgürlüğüm de görece. Sadece cezaevinde değilim.
Tahliyem uluslararası ve ulusal düzeyde yürütülen bir mücadelenin sonu değil, çıkış noktası olursa herşeye değecek.

BİTTİ