KKTC ana muhalefet partisi liderine göre Kıbrıs sorununda gelinen nokta
AB'nin Kıbrıslı Türkleri, Rum Yönetiminin "arzusuna uygun olarak" anlamına gelecek vurgu ile görüşmelere çağırması haksız bir yaklaşım. Yine de siyasal eşitliğimizi yansıtacak bir formülle bu sürece katılmalıyız.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, bir demokrasi. Türkiye kamuoyu KKTC'de iktidarın, yani Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş'ın Kıbrıs konusundaki görüşlerini çok iyi biliyor. Buna karşılık, KKTC'de muhalefetin sesi pek duyulmuyor. Ana muhalefet partisi olan Cumhuriyetçi Türk Partisi lideri Mehmet Ali Talat'ı bugün gelinen noktada Kıbrıs sorunuyla ilgili görüşlerini yazmaya davet ettik.
Yıllar önce AET, belki Türk - Yunan sorunlarının çözümüne katkıda bulunacağını da düşünerek Türkiye'ye Yunanistan'la birlikte üyelik önerirken, zamanın Başbakanı Sayın Bülent Ecevit ve hükümetinin konuya olumsuz yaklaşımının doyurucu bir açıklamasını alabilmiş değiliz. 1976'da Türkiye'ye kucak açabilen AB, bugün Türkiye'yi niye değil birinci, ikinci genişleme sürecine dahi almıyor?
Bunun herhalde en önemli nedenlerinden biri Yunanistan'ın AB üyeliğini kazanmış olması. Yunanistan'ın, Türkiye'nin AB üyeliğinin ancak ikisi arasındaki sorunların hallinden sonra mümkün olabileceğini söylemesi ve bunu AB'ye söyletmesi anlaşılmaz bir şey değildir.
Türkiye, bu gerçeği bildiği halde, yalnızca Kıbrıs sorununu bir koz olarak kullanarak AB üyeliği yolunda ilerleyebileceğine inandı. Üyelik perspektifi kazanması karşılığında Kıbrıs sorununun çözümüne yardımcı olabileceğini söyleme ötesinde herhangi bir kararlı tutum da sergileyemedi. Diğer alanlarda, mesela demokrasi ve insan hakları alanlarında, daha kolay hareket edebilecekken, geri durmayı yeğledi. Oysa belki insan hakları ve demokrasi alanındaki ilerlemeler, Türk - Yunan sorunları ile Kıbrıs sorununu ikinci plana atabilirdi.
Lüksemburg zirvesinde alınan kararlar, Türkiye açısından "
Gündem 2000" raporuna göre oldukça ileri. Ama Türkiye'nin çok açık olarak da ortaya koymadığı beklentilerini tatmin etmiyor. Kızgılıkla başlayan tartışmalar sonuçta kabağı Türkiye'deki demokrasi güçlerinin ve Kıbrıslı Türklerin başında patlatacağa benziyor.
Gelinen nokta, Türkiye'nin demokrasi güçleri açısından çok irdelendi. Ama Kıbrıslı Türkler açısından konu, ne yazık ki, ancak pekçok şeyi göze alan Kıbrıs Türk muhalefeti tarafından dile getirilebiliyor. Kıbrıslı Türkler, bir yandan AB'nin sınırını Yeşil Hat'ta taşımak isteyen Rum Yönetimi'nin yarattığı; öte yandan Türkiye - Yunanistan rekabeti ile oluşan gerginliğin arasında kalıyor.
Hiçbir sürecin Kıbrıslı Türkler lehine ilerlemesi olası görünmüyor. Çünkü onlar adına uğraşan yok. Yıllarca lider bildiği, Cumhurbaşkanı seçtiği Sayın Rauf Denktaş, en öne Türkiye'nin çıkarlarını koymaktan çekinmiyor. Çok sıkıntılı günler yaşayan Kıbrıslı Türkler, nedense 1974'ten sonraki dönemde daha bir hızlı göç ediyorlar. Geleceğe dair umutları gün geçtikçe kırılıyor; kendi iradelerine dayalı politikalar geliştirilmesini de sağlayamıyorlar.
Öyle ki AB'ye konan tepkilerde Kıbrıslı Türklere bilgi verilmesi veya görüşlerinin alınması bile düşünülmüyor. İki Cumhurbaşkanı bir araya geliyor veya Türkiye Dışişleri Bakanı KKTC'ye geliyor ve getirdiği evrak coşku ile ilan ediliyor. İş bununla kalsa neyse. 1960 Anlaşmalarına aykırı olarak Kıbrıs Cumhuriyeti unvanını sürdüren Rum Yönetimi, yasal ve meşru imiş gibi tüm ada adına AB ile görüşmeleri sürdürmeye hazırlanıyor.
Bu noktada bazı hatırlatmalar yapmakta yarar var. AB ile Gümrük Birliği anlaşması yapılan 1995 Nisan'ında Türkiye, Yunan vetosunu kaldırmak amacıyla, AB - Kıbrıs görüşmelerinin Hükümetlerarası Konferansın bitiminden 6 ay sonra başlaması kararına, sessiz kalarak onay verdi. Bunları niye hatırlatma gereğini duyuyorum? Belki daha gerçekçi ve mantıklı politikaları geliştirmekte bize yol gösterici olabilir diye...
AB'de kararlar oybirliğiyle alınıyor. Kıbrıs'la görüşmelerin Hükümetlerarası Konferans'ın bitiminden 6 ay sonra başlayacağı böyle kararlaştırıldı. Demek ki çok olağanüstü bir şey olmazsa, AB bu kararını değiştiremez. Hele "Türkiye üye olmadan Kıbrıs AB'ye üye olamaz" diyenlerin isteği budur diye karar değiştiremez.
İşte bu aşamada, tüm BM kararlarında, iki zirve anlaşmasında, iki toplumun mutabakatlarında kabul edildiği üzere, Kıbrıslı Türklerin siyasal eşitliklerini yansıtacak bir yöntemle AB - Kıbrıs görüşmelerine Kıbrıslı Türklerin de katılması talebi öne çıkarılabilirdi. Bu talep hem gerçekçi, hem de haklıydı. Üstelik gerçekleşmesi, Kıbrıs sorununun çözümüne de büyük katkı yapardı.
AB sürecini etkileyebilmek için, Rum Yönetimi'ni meşru ve yasal kabul etmeyeceğimizi de vurgulayarak sürecin içine girmekten başka çare yoktu. Rum tarafı bunu kabul etmeyebilir ve daha önceden yaptığı gibi gözlemci statüsü önerebilirdi... Ama siyasal eşitliği, uluslararası platformlarda benimsenen Kıbrıs Türklerine bunu yapması herhalde kendilerini zor durumda bırakırdı. Nihayet, bu yaklaşım kabul edilmezse dahi, Kıbrıslı Türklerin AB ile ilgili konumu bugünkünden daha kötü olmazdı.
Bunların hiçbiri gerçekleşmedi ve sonuçta "Türkiye üye olmadan Kıbrıs'ın AB'ye giremeyeceği politikası" ile Türkiye'nin Avrupalı olma gayreti Avrupa kapılarından geri döndü.
AB'nin
son zirve kararları Kıbrıslı Türkler açısından neler içeriyor? Aslında Kıbrıs Rum tarafının zafer çığlıkları atacağı bir durum yok. Kıbrıslı Türklerin varlığı ve AB üyeliği açısından önemi vurgulanıyor. Adada sorun çözülmeden Kıbrıs'ın AB'ye kolay alınmayacağının sinyali veriliyor... Bu karar, Kıbrıs'ın Türkiye'den önce AB'ye giremeyeceğini öne süren yaklaşımın da mahkumiyeti...
Arkasından sevinç çığlıkları... Sayın KKTC Cumhurbaşkanı, toplumlararası görüşmeler "maskaralığından" kurtulduğu için Avrupa'ya teşekkürler ediyor. Öyle ya, 40 yıllık politik yaşamında temel hedef olarak Türkiye'yle birleşmeyi öngörmüş bulunan Kıbrıs Türk Toplumu lideri daha ne bekleyebilirdi ki? Politikalarını Kıbrıslı Türklerin çıkarları doğrultusunda değil, "Anavatan" için belirleyen Sayın Denktaş için belki de en iyi karar buydu. Hele Rum tarafı AB üyesi olursa, uzun yılların tutkusu gerçeğe dönüşebilir, KKTC ile Türkiye'nin birleşmesi gerçekleşirdi. Adada Kıbrıslı Türk kalmaması da pek önemli değildi Sayın Denktaş için. Nasıl olsa "giden de Türk, gelen de Türk"tü...
Peki ama Kıbrıs'ta bugünkü durum Türkiye'nin uzun vadeli çıkarlarına uygun mu? Ne stratejik açıdan, ne de AB perspektifi açısından Kıbrıs'ta bugünkü durum Türkiye'nin çıkarlarına hizmet etmiyor. Kıbrıs'ta kalıcı bir barış ve AB üyeliğine ulaşma, hem Türkiye'nin hem Kıbrıslı Türklerin çıkarına.
Evet, AB'nin Kıbrıslı Türkleri, Rum Yönetiminin "arzusuna uygun olarak" anlamına gelecek vurgu ile görüşmelere çağırması haksız bir yaklaşımdır. Türk tarafı olarak gereğini yapsaydık belki bu haksızlıkla karşı karşıya kalmayabilirdik. Yine de siyasal eşitliğimizi yansıtacak bir formülle bu sürece katılma arzumuzu ortaya koymalı ve bunu sağlamak için çalışmalıyız.
Kıbrıs sorununun Türkiye'nin
dünya ile ilişkilerine ipotek koymasına ve önceleri "taksim" şimdilerde "entegrasyon" yolunda ilerleyen maceraların yol açabileceği tehlikelere karşı durmak zorundayız.
Rum tarafına ve Yunanistan'a dikensiz gül bahçesi yaratmanın yolu budur...