The Others Harran’da ürün çıldırmış

Harran’da ürün çıldırmış

15.09.1998 - 00:00 | Son Güncellenme:

Harran’da ürün çıldırmış

Harran’da ürün çıldırmış

       GERMÜŞ köyündeki "ağır yemekten" kalkıp otele dönüyoruz. Önümüzde zorlu bir etap bulunuyor. İki - üç saat sonra akşam yemeğine oturacağız. Küçük bir sorun var: Karnımız tok! Ama Urfa'da "kebaba direnmek" ayıp...
       Şener Şen, lobinin bir köşesinde Kazancı Bedih'le (Yoluk) hasret gideriyor. Bedih usta Eşkiya filminin başında gazel okuyan sanatçı... Şen'in önümüzdeki günlerde çekimlerine başlayacağı yeni tv dizisinde "baba" rolünde oynayacak.
       Sohbet uzayınca, bizim ayırttığmız masa da otel müşretilerince dolduruluyor.
       "Olsun, dışarı gider başka bir lokantada yemeğe otururuz."
       Bu masum cümle, bir neşter oluyor. Refahlı Belediyenin 1984'ten bu yana Şanlıurfa'da verdiği "anti - Tekel" mücadele zafer ulaşmış durumda... Oteller dışında hiç bir lokantada içki servisi yapılmıyor.
       Peki Urfa'da içki içilmiyor mu?
       Öyle bir şey yok... 1997'de en fazla vergi veren ilk 100 kişi içinde Tekel Bayii 11. sıraya oturmuş.
       Urfa'da birileri, diğerlerini işletiyor, ama kim kimi belli değil!
       * * *
       Yemek, Harran Ovası ve Fırat'ın suyu muhabbetleriyle ilerliyor. Urfalı sanatçı Sefettin Sucu'nun 1970'lerde bestelediği "suya hasret" türküsü bölgede yaşayan insanların yüz yıllık özlemini dile getiriyor:
       "Fırat dağı deliyor / Harran'a su geliyor / Aney kalk bir zılgıt çal/ Urfa'ma su su geliyor..."
       Sucu, türküsünün gerçekleştiğini göremedi. 1984 yılında siroz hastalığından öldü. Ancak Urfalılar onu unutmuyor, suyla birlikte bu sanatçıyı da anımsıyorlar.
       Urfa'da su hayali insanlara "deli" dedirtecek kadar ütopik bulunuyormuş.
       1946 sonrasında faaliyet gösteren Milli Kalkınma Partisi'nin Urfa İl Başkanı olan Mustafa Bozcan, seçim dönemlerinde "vizyon sahibi" bir politikacı olduğunu gösterirdi:
       "Birecik'ten Fırat'ı suyunu getirip, Harran'ı sulayacağım!"
       O yıllarda başka eğlence olmadığı için Urfalılar Bozcan'ın halk mitinglerinde toplanıyorlar. Bozcan, devam ediyor:
       "Balıklı Göl'ün suyunu da kaleye çıkartıp, her eve su basacağım."
       Kalabalık arasında tam siper olan "cesur" bir Urfalı sesleniyor:
       "Peki balıkları ne yapacaksın, Mustafa dayı?"
       "Onları da anana yollayacağım!"
       Bu okkalı küfürden sonra miting kahkahalarla dağılıyormuş.
       * * *
       Biz öğle sıcağında Harran'a giriyoruz. Güneş beynimizi deliyor, altında durabileceğimiz bir ağaç yok. Tarihi ve turistik Harran Evi'ne kendimizi zor atıyoruz. Dışarıdaki sıcakla kıyaslanmayacak kadar serin... Harran'ın sinekleri de sıcağı fazla sevmedikleri için serin ortamı bizimle paylaşıyorlar.
       Harran Evi'nin sahibi Halil Özyavuz, pamuk meselesinde dertli. İronik bir giriş yapıyor:
       "Na yaptıksa karşılığını aldık."
       Arkasında da sorunlara "islami" bir açıklama getiriyor:
       "Gübre faizle, tohum faizle, traktör faizle... Belayı bulduk, pamuğa kurt girdi."
       Özyavuz, sorunlardan bunalmış olacak ki, konuyu değiştiriyor:
       "Yahu Şener Abi ne kılıklara giriyorsun öyle be? Bi çavuş oluyorsun, bi koşucu..."
       Bir gece önce tv'de oynayan Hababam Sınıfı'nın beden eğitimi öğretmeni Badi Ekrem'de kalmış aklı...
       * * *
       Köyün içinde dolaşıyoruz. Çocuklar Şener Şen'in etrafını çeviriyorlar. Şener Abi, onlarla çift kale futbol oynuyor. Maçı seyderen küçük kızlarla konuşuyorum. Zehra 12 yaşında, sadece ilkokul 1. sınıfı okumuş.
       "Niye okumadın?"
       "Çıkarttılar!"
       Ailesi bu kadarına izin vermiş. Onun yanında Meryem var. Büyüyünce ne olmak istediğini soruyurum. Oldukça detaylı bir yanıt veriyor:
       "Hiiiiççç!.."
       "Gitmek istediğin bir yer var mı?"
       "Yok. Biz buradan çıkamayız ki."
       * * *
       Pamuk tarlalarına gitmek üzere Harran'dan çıkıyoruz. Yol kenarındaki küçük kulübelerin yanında duruyoruz. Uzakta kadınlar, erkekler, çocukları görüyoruz tarla içinde... Konuşup fotoğraf çekmek için bir "yetkili" arıyoruz. Ali Alça geliyor. Tarlayı ve çalışanları göstererek bizi bilgilendiriyor:
       "Bunların hepsinin sahibi benim!"
       Pamuk toplayanların yanına gidiyoruz. İçlerinde 6 yaşında çocuklar da var. Hepsi Ali Alça'nın yanında "kürekçi" olarak çalışıyorlar. Onlara "yüzde 30'lular" deniliyor. Tarla, tohum, yatacak yer Alça'dan, kazancın yüzde 30'una ortak olacaklar.
       İlk kez kadınlarla konuşma imkanı buluyoruz. Sabah 05.00'de tarlaya gidiyorlar. Öğleden sonra gelip yarım saatte yemek yapıyorlar.
       "Peki ya çamaşır?"
       "Onu da gece yıkarız!"
       Kadınlar şehirde iş yaşamanın dışında tutuluyor. Kırsal kesimde en ağır işçi oluyorlar. Ancak tabutun içinde girdiklerinde kadınlar "el üstünde" tutulabiliyorlar.

       YARIN: EŞKİYA'NIN KÖYÜ KOVANCIK