The Others Hükümet desteğini kullanamadı

Hükümet desteğini kullanamadı

18.03.1998 - 00:00 | Son Güncellenme:

Hükümet desteğini kullanamadı

Hükümet desteğini kullanamadı

TÜSİAD Başkanı Muharrem Kayhan'a göre ara rejim değil demokrasi ve reform tartışılmalı

Türkiye'de herkes demokrasi derken son bir haftadır aynı sıklıkta darbe lafını duymaya başladık. Bunu fevkalade anlamsız buldum.
İnsan haklarında "cezasız kalma" diyebileceğim bir uygulama sorunu var. Kamu vicdanının bunlardan zedelenmemesi mümkün değil.
Yapısal reformlardaki geç kalmışlık bizi rahatsız ediyor. IMF ile bir anlaşmanın Türkiye'ye faydalı olacağı kanaatindeyim.
Hükümetin AB'ye tepkisini doğru buluyorum. Ama gümrük birliğini yeniden masaya yatıralım yaklaşımına karşıyız. Fevkalade yanlış olur.

TÜSİAD Başkanı Muharrem Kayhan'ın darbe söylentilerini anlamsız bulduğunu söyledikten sonra insan hakları ve demokratikleşme konusundaki ciddi düş kırıklıklarını sıralaması, başlı başına anlam taşıyor. Büyük sermayenin hükümete mesajı açık: dünyayla bütünleşeceksek, Manisa davası gibi ayıplarla yaşayamayız. TÜSİAD'a göre ekonominin gidiş yönü doğru, ama yapısal reformların gecikmesi sıkıntı yaratıyor. Henüz kriz beklentisi yok, ama hükümetin arkasındaki desteği iyi kullanamadığı görüşü var. Sayın Kayhan'dan, Türkiye'nin IMF'den AB'yle ilişkilere uzanan geniş açılı bir fotoğrafını çekmesini istedim.

*Türkiye'de hiper enflasyon tehlikesi görüyor musunuz?
Şu andaki ekonomik verilerde görmüyorum. Yaklaşık yedi - sekiz aydır maliye - hazine - merkez bankası ilişkileri Türkiye'de fena yürümüyor. Reel para arzında bir artış yok. Uzun zamandan beri söylediğimiz bir istikrar programının sanki moneter alt yapısı oluşmuş gibi. Yapısal reformları bunun üzerine inşa ederek çok kolay mesafe alınabilir. Mesela bu kadar seçim lafına rağmen, uygulanan bir seçim ekonomisi de yok. Ki doğru olan da bu. Ama üzerine reformlar konmazsa ila nihaye gidemez.
*Neden konamıyor?
Şu anda çok büyük bir gecikme var, bizim şikayetimiz ondan. Çünkü bu reformlar bilinmeyen şeyler değil. Dilimize pelesenk ettiğimiz vergi, sosyal güvenlik reformları. Bunlardaki geç kalmışlık bizi rahatsız ediyor. Türkiye'nin bir mesafe kaybı, yarışta geri kalması sözkonusu. Şimdi, bunların gecikerek de olsa Meclis gündemine gelmesi, evet bunlar yapılacak güvenini bize veriyor ama bu kadar gecikmişliği anlayamıyorum ben. Gecikmenin maliyeti çok ağır.

*Enflasyonla mücadelede IMF ile bir anlaşmayı mutlaka şart görüyor musunuz?
Vallahi çok, çok yararlı olur. Zaten IMF'nin senelerdir Türkiye'ye söylediği gene vergi ve sosyal güvenlik reformu. Bunlar gerekliyse, kimin söylediği mühim değil, yapılması gereken şeyler. IMF ile anlaşmak Türkiye'nin dış borç bulabilmesi yönünden ve çok pahalı iç borcun dış borca dönüştürülebilmesi yönünden arzu edilen bir şey. Ben IMF ile bu reformların gerçekleştirilmesi üzerine yapılacak bir anlaşmanın Türkiye'ye faydalı olacağı kanaatindeyim.
*Faydalı olur ama şart görüyor musunuz?
Tükiye'ye kaynak lazım. Türkiye böyle bir anlaşma olsa çok daha hızlı yol kateder kanaatındayım. Sadece IMF'den alınacak kaynaklar meselesi değil. Bütün dünyaya, dış piyasalara verilecek bir sinyal, Türkiye'nin ekonomik konularda kararlılığını göstermesi yönünden de önemli.

*Bir yazınızda, Türkiye'de sadece siyasal değil bir toplumsal uzlaşmanın da gereğinden söz etmiştiniz. Bu hükümet böyle bir beklentiyle ve destekle işbaşına geldi. Bu desteği yeterince kullanabildi mi?
Hayır. Ben onu kesinlikle söyleyebilirim. Bu gücünü şu ana kadar kullanamadı tam anlamıyla.
*Neden?
Onu bilemiyorum. Kesin bir cevabım yok. Çünkü, sadece ekonomik reformlar olarak bakmayalım, bir de siyasi reformlar olarak bakalım. Hükümet geldiğinde programının en önemli maddelerinden biri de seçimin alt yapısını hazırlamaktı. Bununla ilgili iki büyük siyasi reformu da zikretti. Bir tanesi siyasi partiler kanunu, ikincisi de seçim sistemi. Şimdi bu konular açıkta duruyor.
*Bunların yerine ülke yine bir siyasi kriz ortamına girdi...Sizce irtica Türkiye'nin bir numaralı sorunu mu şu anda?
Öyle bir sıralama yapmak yanlış. Türkiye'de bunu isteyen bir kitlenin olduğu muhakkak. Fakat bunun karşısındaki insanların çok daha güçlü olduğuna Türkiye'nin inanması lazım. Türkiye'nin büyük problemlerinden biri diyebiliriz ama en büyük problemi diyemeyiz.
*27 Mart'taki MGK toplantısı'na gözler çevrildi, hükümet tavrını sertleştirir gibi oldu, bir çatışma ortamı oluşmadı mı?
Bence bir hafta, on gündür biraz da suni bir gündem oluştu. Bununla ilgili mücadeleyi gene toplum yapacak. Bu tehlike vardır. Buna karşı eğitimle mücadele edeceksiniz, dünyayla bütünleşerek mücadele edeceksiniz...

*Ama darbeyle mücadele edilebileceği söylentileri var. Böyle bir olasılık görüyor musunuz?
Hayır, katiyyen. Suni dediğim ondan, Türkiye'de herkes demokrasi derken son bir haftadır aynı sıklıkta darbe lafını duymaya başladık. Ben bunu fevkalade anlamsız buldum.
*Neden hala bu söylemle politika yapılıyor?
Ben de şaşırıyorum, yapılmaması lazım. Bunların hepsi sivil siyasetin manevra alanını daraltıyor ve Türkiye'yi daha rahatsız durumlara götürüyor. Bunu manasız buluyorum.
*Halbuki insan haklarının daha çok konuşulması lazım. Neden bu konuda yıl alamıyoruz? İşkenceyi bile halledemedik.
Bir kere, mevcut yasaların uygulamasında sorunlar var. "Cezasız kalma" diyebileceğim bir uygulama sorunu var. Bence yargı bağımsızlığı da burada devreye giriyor. Manisa'daki hadise çok üzücü. Halbuki toplum, bu konuda bir şeylerin hızla değişmeye başladığı ümidini taşıyor. Kamu vicdanı da belli kararlar vermiş. Zor altında ifadeleri alındı deniliyor insanların. Sonra sanıklar beraat ettiriliyor, birkaç defa mahkeme heyeti ve yargıç değişiyor...kamu vicdanının bunlardan zedelenmemesi mümkün değil. Yargı bağımsızlığı ve memur yargılaması yasaları bunun için elzem. İnsan hakları sözleşmesine ilk imza atanlardan biri biziz. Bunların artık milli politikalar değil evrensel doğruların parçası olduğunu kabul etmemiz lazım. Bazen milli bir sorun gibi görme rahatsızlığımız var.

*Bunun için mi tıkandı Türkiye bu alanda?
İnsan hakları konusunda sadece uygulamayla ilgili problemler yok. Temel hak ve özgürlükler ve düşünce - ifade özgürlüğüyle ilgili sorunlar da var. Şiddet içermeyen düşünce ile ilgili tavrımızı gözden geçirmemiz lazım. Güneydoğu'daki terörist örgütün toprak talebinin bu temel hak ve özgürlükler maskesi arkasına sığınmasını bu şekilde önleyebiliriz. Bizi insan hakları konusunda haklı olarak tenkit edenler, aynı zamanda Türkiye'nin toprak bütünlüğünü de teyid ediyorlar. Meseleyi, talebi yalınlaştırırsak hem Türkiye'de hem de uluslararası platformda haklı sandalyeye otururuz.
*Bu konuda hala dış lokomotife, Avrupa Birliği'ne ihtiyacımız var mı?
AB'nin bu yönde ben Türkiye'ye büyük katkısı olduğu kanaatındayım. Katalizör olarak Türkiye'nin gündemine soktu bunları. AB'nin insan hakları ve demokratikleşmedeki ısrarını Türkiye politik olarak muhatap almayacağım diyor, ama bunları gündeminden çıkartmayacak, çıkartmaması lazım. Çıkarttırmayacak da çok insan var Türkiye'de.
*TÜSİAD'ın bu konudaki kararlılığı biraz soğudu mu acaba? Özellikle geçen yıl sonunda orduya verdiğiniz brifing epey soru işareti yarattı.
Adının brifing olması hemen askeri bir kisveye büründürüyor işi. Bu, Muharrem Kayhan'ın bir orta vadeli istikrar programı konusunda verdiği herhangi bir demeçten farklı bir şey değildi.
*Aynı kararlılıkla arkasında mı TÜSİAD demokratikleşme raporunun? Bazı görüş ayrılıkları çıkmıştı, özellikle MGK konusunda?
Geçen yıl 8 Nisan'da TÜSİAD üyeleri toplanıp bu raporun TÜSİAD misyonuna uygun olduğun ve yönetim kurulu tarafından geliştirilmesi gerektiği yönünde bir bildiri yayınladık. O zamandan beri TÜSİAD'ın son tavrı budur. Her söyleminde dile getirdi. O raporun üç dört tane değişik boyutu var. Politik reformlar, bireysel hak ve özgürlükler, yargı reformu. Panellerimizde de hepsini ortaya koyuyoruz. Bu konuyla ilgili görüş ayrılığı yok. Raporun her maddesinin hepsinde mutabık olmak gibi bir kaygı da yok ama bugün insan hakları dediğimiz vakit, o raporun belki en alevli en fazla reaksiyon uyandıran maddelerinin bile Meclis Başkanı, askeri yargıçlar, Adalet Bakanı, büyükelçiler ve milletvekilleri önünde dile getirildiği ortamları yaratıyorsak, bu bizim bu raporun temalarının arkasında olduğumuzun en iyi göstergesidir.
Demokratikleşme bize orta vadeli istikrar programını ortaya koyduktan sonra, bunun hangi parametreler içinde olabileceğini söyleme imkanını da getirdi. Buna refere etmeden biz bir iş yapamayız artık, bu yönden bir kalıcılığı var.

*Son olarak Avrupa Birliği ile ilişkileri sormak istiyorum. Hükümetin sert tepkisini onaylayan ama akılcı tutumlardan uzaklaşmama uyarısı yapan bir yazınız çıktı. Hükümet bunu yapabildi mi?
Hükümetin 13 - 14 Aralık günü açıkladığı yaklaşımı doğru buluyorum. Türkiye'nin haketmediği bir karardı, ayrımcılık kesin vardı. Ancak biz bunları söylerken şunun üzerinde de durduk. Gümrük Birliği Türkiye'nin bir kazanımıdır. Bununla ilgili gelişmelerin arkasındaki politik iradeyi eksik etmeyelim. Belki akılcı tutumun açılımı bu. GB'yi yeniden masaya yatıralım yaklaşımı bizim karşı olduğumuz bir tutum. Fevkalade yanlış olur.
*AB'nin bu konuda hazırladığı Türkiye stratejisi raporunu olumlu görüyor musunuz?
Türkiye'ye gösterilen açılımlar var. Mesela hizmetlerin serbest dolaşımı yönünde bir madde var. Makro ekonomik diyalog, yani Avrupa Para Sistemi'ne dahil olmanın perspektifleri var. Bunlarla ilgili ortak çalışma gruplarının derhal kurulması lazım. Bir önemli eksikliği, siyasi bağlayıcılığı yok. AB'nin bunun arkasına bir siyasi iradeyi koyması gerekiyor. Mali yardımlarla ilgili veto konusu da böylece açıklığa kavuşur. Lüksemburg'dan istediğimiz sonucu alamadık, bu belge de bir şey ifade etmez gibi bir yaklaşım içinde olmak yanlış. Sertleşmenin iki tarafa da sonuç getirmeyeceği aşikar. Türkiye'nin üyelikle ilgili haklı tezini anlatabilmesi, mevcut kazanımlara da küsmesiyle olmaz. İki taraftan da siyasi iradeyi talep etmemiz en doğal hakkımız. Dünyanın en büyük tüketici pazarına Türk iş alemi için verilmiş bir açılımın bu kadar kolay harcanmasına hiç kimsenin razı olmaması lazım.