The Others İmparator edası ona yakışıyor

İmparator edası ona yakışıyor

01.11.1997 - 00:00 | Son Güncellenme:

İmparator edası ona yakışıyor

İmparator edası ona yakışıyor

Çoğu diziler gibi, yazıma "neden" sorusu ile başlamayacağım... Yani ilk cümlem "neden futbol" olmayacak. Yüzbinleri biraraya getirip, her kesimden insanı kızdırıp coşturup, saatlerce tartıştıran bir "şey"i ele almaya kalktıysanız, artık bunun neden'i yoktur.
Futbol, bir şeyi çok iyi bildiğini sanmanın, kendini yüzdeyüz haklı hissederek eleştirmenin, bağırıp çağırmanın ve sevinip eğlenmenin, hiçbir şey yapmadan gururlanmanın ve eziklikten kurtulmanın en kolay yolu... Futbol ciddi bir eğlence... İnsanları çocuklaştıran bir show...
Seyirciler için olumlu bir terapi belki ama, futbol'un içindekiler için terapi belli ki tersten işliyor.
Haftalarca futbol yedim futbol içtim, son aylardaki yurt içi ve dışındaki çoğu maça gittim, futbolcularla, teknik direktörlerle, başkanlarla, hakemlerle konuştum. Gördüm, duydum ve izledim...
Prag ve Parma maçından yenik ayrılmış Fatih Terim'in maç sonrası basın toplantısındaki gerilmiş yüz hatlarını, Hollanda'da berabere kaldığı halde, çok üzgün olan Mustafa Denizli'nin, başarısızlığa neden aramaya çalışan sözlerini, görevden alındıktan sonra "çok mutsuzum Duygu hanım" diyen Yılmaz Vural'ın ses tonunu, Fenerbahçe-İstanbulspor maçında golden sonra kalkıp "tebasını selamlayan bir imparator gibi" trübünlere öpücükler yollayan Ali Şen'in görüntüsünü, aynı maçta avurtlarını kemiren Cem Uzan'ın yüzünü, dünyanın en önemli işini yapıyorum diye düşündüğü belli olan Otto Bariç'in oturuşunu, her soruma "para" diye paşlayan Amokaci'nin sözlerini, Sergen'in konuşurken takındığı o ifadesiz bakışlarını... yazacağım daha pek çok şeyi unutmadım. Gördüklerim sonucunda artık inanıyorum ki futbolu bizzat yaşayan insanların çoğunun sinir sistemleri düzgün çalışmıyor. Çalışması da olanaksız.
Belki sıfır noktasından geldiniz, belki çok sıradan bir insandınız, belki kimse sizi ciddiye almıyordu, eğitim görememiştiniz, para sorunlarınız, kimlik bunalımınız vardı... Birdenbire ülkenizin en zengin, en şöhretli kişisi oldunuz. En lüks arabalar sizde, en güzel kızlar peşinizde, herkes sizi tanıyor, basın hep sizden söz ediyor, size tapanlar var, sizin başarınızı kendisiyle özdeşleştirenler var, küçük şehirler sizinle devleşiyor, hatta ülkenizin kendi kendisiyle gururlanma olasılığı bile sadece size bağlı... En ufak bir başarınızda "kahraman-aslan" en küçük bir başarısızlıkta, "hain-fare" oluyorsunuz... Siz nasıl "sağlıklı" kalabilirsiniz?
Peki futbol ile eğlenmekten ve heyecanlanmaktan başka bir düşüncesi olmaması gereken taraftar sağlıklı mı? Bıçağıyla, çakısıyla, sopasıyla maça gelip, "si....miş Galatasaray", "oğlan Fatih", "Ali Şen'in g..ü kocaman", "ibne hakem" diye bağıran kişiler "biz" değil miyiz?
Eğer "biz" "böyle"ysek, pekçok şey gibi eğitim ve zeka ile çok sıkı bağlantısı olan futbolumuz ilerliyor mu gerçekten ya da ilerleyebilir mi? Yoksa artık beş yerine iki yememiz bir ilerleme mi sayılıyor? Günlük gazete sayfaları ve TV programları içinde yaşayıp, gerçekleri düşünmezsek, her an zaten sinirleri gerilmiş futbol adamlarını bir yüceltip, bir yerin dibine batırmamızda ne yarar var?
Ali Şen ile şeref trübünündeki özel salonda tanıştım. Ben de herkes gibi onu televizyonlardan izlemiştim. Hele hele yine şimdiki gibi çoğu kişinin ona karşı olduğu bir dönemde, kalabalık bir panelde, insanların önce nasıl saldırıya başladıklarını, ama Şen konuştukça panelin sonuna doğru hepsinin, "evet Ali bey, doğru Ali bey, tamam efendim" noktasına geldiklerini hayretle izlemiştim. Onu gördüğümde bunun nedenini anladım. O karizmatik bir insan. Kayıtsız şartsız kendine güveniyor, bu güveni, karşısındaki kişiyi kendisine hemen inandıracak kadar güçlü. Salonda tanınmış kişiler, iş adamları var. Ali şen hepsine "buyuruyor". Onlar da bu buyrukları yerine getiriyorlar. Sanki hepsi onu memnun etmek ve kendilerini ona hoş göstermek için oradalar. Ali Şen ya çevresindeki adamları özel olarak seçiyor, ya da onun yanında herkes böyle bir "edilgen insan" edasına giriyor. Bunu bilemiyorum. Ali Şen kalkıp hepsiyle konuşuyor, ilgileniyor, tam bir "baba" gibi. Bana ilgisini şöyle gösteriyor; odaya kim girerse girsin beni tanıştırıyor. Bu tanınmış bir kişi olsa bile, aynısını yapıyor. O kişileri omuzlarından, ellerinden tutuyor, birbirine yaklaştırıyor, "Bu Duygu Asena, Gazeteci-Yazar... Bu da Necdet Menzir, Ulaştırma Bakanımız" diyor. Bizim birbirimizin adını duymuş olmamız sanki mümkün değilmiş gibi davranıyor. Gerçekten farklı bir kişi.
Ali Şen'e diyorum ki,
-Siz ya çok seviliyorsunuz, ya da hiç sevilmiyorsunuz, orta nokta yok.
"Dünyadaki tüm karizmatik liderlere bakın ya çok sevilirler ya hiç sevilmezler. Karşı taraftakiler elbette beni sevmez, Fener'liler çok seviyor, öbürleri nefret edebilir."
Gördüğünüz gibi dünyanın önemli karizmatik liderleriyle kendini bir tutuyor. Ama işin garibi bu "hava" ona yakışıyor. Aynı pozları Faruk Süren takınsa, aynı davranışları Süleyman Seba yapsa komik kaçardı eminim.
Ona diyorum ki,
-Fenerbahçe içinde de sizi hiç sevmeyenler var...
"Hiç öyle bir şey yok. Belki yüzde iki oranında olabilir. Girin seyircinin arasına görün."
İçimden diyorum ki, ben çok Fenerbahçeli gördüm sizden hiç hoşlanmayan, ama o buna asla inanmayacak, susuyorum, ne güzel birşey.
Birazdan İstanbulspor maçı başlayacak, "heyecanlı mısınız" diyorum.
-Hiç heyecanlı değilim, maçlarda ne olacağı içime doğar. Mesela Manchester United maçında hiç heyecanlanmamıştım, herkes şaşıyordu, kazanacağız dedim, kazandık. Van'da herkes 5-0 diyordu. Ben ise çok heyecanlıydım, umutsuzdum, 2-2 oldu. Bu maçı da alacağız, biliyorum.
Bunları söylerken "Bayram" diye sesleniyor. "Bayram bey" koşa koşa geliyor. "Bayram, gel anlat Duygu Hanım'a benim altıncı hissimin nasıl olduğunu" diyor. Sanırım Bayram bey bir iş adamı, bildiği örnekleri anlatıyor uslu uslu.
Şimdilerde bir istifa meselesi gündemde ama, Şen zaten aday olmayacaktı, bunun nedenini soruyorum.
- Bir koltukta çok uzun oturmamak gerek. Ben daha iyi yaparım diyenlere yol vermek lazım. Ben de böyle diyerek gelmiştim, 79'larda atıp tutuyordum. Sonra da hem kupayı, hem ligi aldık, o zamana kadar bu hiç olmamıştı.
Hiç hoşlanmadığım, "Ali Şen Başkan FB şampiyon" sloganını kendisinin mi icad ettiğini soruyorum. Bir takım şampiyon olacaksa teknik direktörü ve futbolcuları baş rolde değil midir? Başkanla şampiyonluğun ne ilgisi var?
-Bu slogan 79'da, seyirciden çıktı. Bir yönetici, taraftar kabul etmezse asla bir sloganı tutturamaz.
Ali Şen 1948 yılında dokuz yaşındayken Yunanisten-Türkiye maçında iki golümüzü Lefter atınca çok etkilenmiş, o gün Fenerbahçeli olmuş.
Belki de bir futbol adamına sorulacak en saçma soruyu soruyorum, "herkesin bir bedeli vardır derler ya, siz kaça Galatasaray'lı olursunuz?"
Hiç gülmüyor, kızmıyor da, gayet ciddi cevaplıyor.
-Asla olmaz, böyle birşeyin bedeli yoktur.
Israr ediyorum, büyük adama büyük paralar biçiyorum, "30-40 trilyon söz konusu ama Ali Bey..."
-Yok, asla böyle birşey olmaz efendim...
Ali Şen'in ilginç bir tarafı , saldırılar karşısında yılmaması, sanki "ama" kelimesini bilmiyor...
-Evet bende hiç ama yoktur. Doğru bildiğim neyse açık açık söylerim.
Maç başlıyor, "beraber yürüdük biz bu yollarda..." Vefa Küçük yanımda oturuyor, purosunu yakmadı, kemiriyor. Sanki avuçları terliyor, durmadan ellerini ovuşturuyor. Abdullah Acar'ın heyecandan her yanı oynuyor. Oturduğu yerden futbolculara uyarılarda bulunuyor. Okocha gol atıyor ve hemen gelip Şen'i selamlıyor. Şen neşe içinde bana dönüp, "bunu hep yapar, nasılmış altıncı hissim" diyor. Trübünler " bi daha" diye bağırıyor, Ali Şen yeni yaktığı purosuyla kalkıp imparator edasıyla selam veriyor. Bu ona yakışıyor.

Fenerbahçe-İstanbulspor maçında Fener gol attıkça herkes kalkıp birbirine "çak" yapıyor. Neredeyse aralarında ezileceğim. Kıpırdamadan oturan bir ben bir de Cem Uzan. Uzan'ın dışarıdan zaten donuk görünen yüzü, iyice ifadesizleşmiş. Durmadan avurtlarını kemiriyor. Hani, takım değiştirmek öyle kolay birşey değildi, eski Galatasaray'lı Cem Uzan nasıl birdenbire böyle İstanbulspor'lu oldu? Yarın bir takım daha satın alsa, bir yarısı da onu mu tutacak? Türkiye'nin ilk şirketleşmiş Malatyaspor'un iflası gibi, İstanbulspor da bir gün iflas etse, Uzan bu kez ne yapacak?
Devre arasında, "nereden çıktı klüp sahibi olmak" diyorum.
-Bizim Star'da, biz de maç yayınlayalım diye girdik. Evdeki hesap çarşıya uymadı.
E o zaman çarşıya uydurmak gerekir değil mi, acaba nasıl para kazanılıyor?
-Futbolcu satışlarından para kazanılıyor.
Bunu çok doğal birşeymiş gibi söylüyor. Aslında olağan birşey de, futbolcuların köle gibi satılmaları, hele kendi istekleri dışında, bana çok garip geliyor. Tazminatları verilip, işten çıkarılsalar, (bizim gibi) sonra da iş arasalar, ya da işten atılmadan gelen transfer tekliflerini değerlendirseler daha doğal olmaz mı? Bir insan nasıl satılır?... Bir insanın sırtından, çıkarcı komisyoncular gibi para kazanmak ne kadar kötü birşey... Bu da ancak futbolda böyle açıkca yapılabilir herhalde.
Uzan'a dönüyorum, Galatasaray Klübü üyesiyken birdenbire başka bir takım için böylesine hırslanmak...
-Bu sakinleştirici alımış halim, çok fazla heyecanlanıyorum. Tek istediğim birşey var, Avrupa'dan birşeyler alabilmek.
Maç bitiyor... Uzan'ın yüzü ifadesiz... Trilyonlarla "satın aldıkları" Sergen bile bir işe yaramamış durumda... Ne acı..