The Others İmralı'dan Gabar'a, 'gerçeğe çağrı'

İmralı'dan Gabar'a, 'gerçeğe çağrı'

03.06.1999 - 00:00 | Son Güncellenme:

İmralı'dan Gabar'a, 'gerçeğe çağrı'

İmralıdan Gabara, gerçeğe çağrı


Cam kafesteki adamın imkansız hedeflerin peşinde yıllarca öldürmeye ve ölmeye yolladığı gençlere yaptığı çağrı efsaneye konulan son nokta oldu

Kadri Gürsel


İmralıdan Gabara, gerçeğe çağrı
Apo'nun İmralı'da, "Bırakın bana, üç ayda düze indiririm" dediği "dağdakiler", yargı önünde davasını hayatıyla takas etmeye uğraşan liderlerinin durumundan haberdar mıdırlar acaba? Kısa dalga radyoları toplatılmış ve telsizleri susmuşsa, gazete ve televizyonları da takip edemediklerine göre büyük ihtimalle henüz duymamışlardır, "parti önderliği" diye andıkları Abdullah Öcalan'ın İmralı teslimiyetini... Ama er veya geç duyacaklardır. İşte o zaman neler hissedeceklerini, bu hissiyatın dağdaki varoluşlarını gözden geçirmeye vesile olup olamayacağını kestirebilmek için, PKK'lının psikolojisine, beklentisine ve liderini nasıl algıladığına genel hatlarıyla bir göz atmak gerekiyor.
1995'te uluslararası bir haber ajansının muhabiri olarak çalışırken Cizre - Nusaybin yolu üzerinde bir grup PKK'lı tarafından meslektaşım Fatih Sarıbaş ile birlikte kaçırılmış ve 26 gün boyunca Bagok, Cehennem Deresi ve Gabar bölgelerinde alıkonulmuştum. Aşağıda okuyacağınız saptamalar o günlerde yaptığım gözlemlerden kaynaklanıyor.


Birincisi, PKK'lının "gerçek"le ilişkisi sorunluydu. Etraflarına ördükleri görünmez hücre duvarlarının içinde, yarattıkları ve hemen her gün yeni "hikayelerle" besledikleri aldatıcı bir dünyada yaşıyorlardı. Kendi efsanelerini kendileri üretiyor, doğruluklarına yürekten inanarak onları kısa sürede anonimleştiriyorlardı. Güçlerini alabildiğine abartıyor, verdirdikleri zayiatı inanılmaz boyutlarda şişiriyorlardı.
İki örnek: 1995'in Mart ve Nisan aylarında Irak'ın kuzeyinde sürdürülen "Çelik Harekatı" sırasında Silopi yakınlarında, ki Silopi'nin bu harekatın karargahı olduğunu hemen anımsatalım, TSK'nın bin kişilik bir taburunu önce tam gün kuşatma altına alıyorlar, sonra da geceleyin tamamını "imha ediyorlar"! Yani, bir gecede bin askeri şehit ediyorlar! Bu hikayeyi PKK, harekat sırasında telsizle yayıyor ve dinleyenler de saf saf inanıyorlardı.
Bir de; PKK'lılar helikopterleri olduğuna inanmışlardı. "Var ama şimdilik uçurmuyoruz" diyorlardı.
Bu "yenilmezlik efsanesi", PKK'nın, kaçınılmazlığı daha o günlerde ortaya çıkan yenilgisine rağmen, bugün hala dağda kalanlar arasında yaşamaya devam ediyorsa, herhalde Öcalan'ın İmralı nedameti dağdakilerin gerçekle yüzleşmesine katkıda bulunacaktır.
İkincisi; yaşananlar, PKK'lıların zafer beklentilerine dayanak kıldıkları tezlerin de ne kadar çürük temelli olduğunu gösterdi. Dağdakiler 1995'te TSK karşısında bir "askeri zafer" kazanma umudunu çoktan yitirmişlerdi. Türkiye'yi toplumsal ve ekonomik bakımdan yıpratarak kendileriyle masaya oturmaya zorlayabileceklerini umuyorlardı. Hem Güneydoğu'daki çatışma nedeniyle ekonominin çökeceğine, hem de binlerce şehit ailesinin hükümete karşı ayaklanarak "barış" isteyeceğine inanıyorlardı. Bunların hiçbiri gerçekleşmedi. Bastırma harekatının doruğa ulaştığı yıllarda bile Türk ekonomisi, askeri harcamaların ağır yüküne rağmen büyümeye devam etti.


İşte İmralı'daki manzara: Örgüt başını, devletin şanına layık şekilde yargılamak için trilyonlar harcayan bir hükümet (zaten tarihte hiçbir ulus - devletin bütçe açıkları nedeniyle sınırlarını tartışmaya açtığı görülmedi) ve şehit ailelerinin Apo'ya yönelen öfkesi...
Üçüncüsü; Öcalan'ın dağdakiler nezdindeki "mana ve ifadesi" ile ilgili... Öcalan, şiddetin şahsında yüceltildiği, adeta kutsandığı "efsanevi" bir kişilik olarak duyumsanıyordu.
Öcalan'dan "parti önderliği" diye söz ediyorlardı, adını telaffuz etmeden... Sanki başlı başına bir kurum, tek kişiden oluşan yüce bir organmış gibi... "Parti önderliği"ne atfedilen şu sözler dillerde dolaşıyordu: "Savaştıkça özgürleşirsin / Özgürleştikçe güzelleşirsin / Güzelleştikçe sevilirsin."
Bunun tersine tercümesi şöyle bir mantık zinciri çıkartıyor önümüze: Barış / kölelik / çirkinlik / nefret... Barış eşittir nefret...
Şimdi İmralı'daki adam gerçekleşmesi imkansız hedeflerin peşinde yıllar boyu ölmeye ve öldürmeye kışkırttığı gençlere barış çağrısı yapıyor. Umarız dağdakiler barışı bu kez doğru anlarlar.