The Others İnsan hergün yeniden doğar

İnsan hergün yeniden doğar

21.11.1997 - 00:00 | Son Güncellenme:

İnsan hergün yeniden doğar

İnsan hergün yeniden doğar

Yaşar Kemal savaşın yıkımını anlattığı yeni romanında umudu da yakalıyor

Yaşar Kemal, yıllar sonra yeni bir romanla, Bir Ada Hikayesi üçlemesinin ilk cildi olan Fıratın Suyu Kan Akıyor Baksana kitabıyla Pazar gününden itibaren Milliyet'te okur karşısına çıkıyor. Türkiye ve Yunanistan arasındaki nüfus mübadelesini ve yüzyıl başının büyük göçlerini tarihsel fon olarak alan öyküde, hayali bir adanın macerasını anlatıyor. Evinden, yurdundan olan insanların yaşadığı şok var bu romanda; Yaşar Kemal'e göre "inanmazlığın öyküsü". Onun kitaplarında tanıdığımız düşler ve mücadeleler diyarı Çukurova bu kez arka planda; yazar, her zaman kendine kaynak aldığı destan geleneğinin atası Homeros'un ülkesine uzanmış bu kez. Çanakkale zaferinden, Kurtuluş Savaşı'na, Batı Anadolu'nun dönüşümünden, günümüz İstanbul'una kadar gelen bir serüvene dalmış. Kafkaslardan Toroslar'a, oradan da Ege ve Marmara'nın adalarına savrulan roman kişisi Poyraz Musa, mecbur kaldığı kötülükleri yenebiliyor mu, diye sorduğumda, her zamanki Yaşar Kemal bilgeliğiyle cevap veriyor: "Temelde en iyi ile en kötü birleşir. İnsan hergün yeniden doğar." Savaşın ve yeniden dirilişin romanında, Yaşar Kemal'in dilini daha yalınlaşmış, daha da ustalaşmış bulacaksınız. Bugün ve yarın, iki bölümde sunduğumuz söyleşide büyük romancımız, hem yeni kitabını, hem de düş ve düşünce dünyasını anlattı.
*Tarih sizin için hep önemli oldu. Özellikle 1. Dünya Savaşı'nın yıkımı, Cumhuriyet'in kuruluşu, geçiş dönemi. Ulus yaratma sürecinin trajedilerini yazıyorsunuz. İlk cildi Milliyet'te tefrika edilecek yeni romanınız Bir Ada Hikayesi de böyle bir gereksinimden mi kaynaklanıyor? Neden mübadele yıllarını yazdınız?
Tarih benim için, sanıldığı kadar önemli değil. Benim için mitlerim ve düşlerim önemli. Zamanı da yeni baştan değerlendirmek gerek. Zaman nedir? Zamanı kendilerince araştıran, değerlendiren birçok yazar, bilim adamı var.
Üç kitaplık BİR ADA HİKAYESİ'nin birinci kitabı yakında Milliyet'te yayınlanacak. Bu, ünlü mübadelenin hikayesidir. Yani insan değiş tokuşunun hikayesidir. Birinci Dünya Savaşı'nın korkunç kırımından sonraki hikayedir. Birinci Dünya Savaşı insanlık için bir yıkımdır. Bütün savaşlar gibi...Bu savaşın sonucu da insanlık için yıkım oldu. Üç aşağı, beş yukarı, bütün savaşların sonucu gibi. Bu ne bir tarihtir, ne de bir röportajdır. Bir romandır. Bir ada toprağının macerası ve trajedisidir. Rumlar gittikten sonra ada boşalır. Boş adayı bir süre sonra Karadeniz'in lazları, Kafkasın Çerkesleri, Kürtler, Türkler, türlü soydan insanlar doldurlar ve doğa ve insan macerası başlar. Burada, bu maceranın içinde odak noktası insandır. Onun macerasıdır, doğanın macerasıyla birlikte.
*Doğanın yok edilmesi ve kültürel değerlerin erozyonu zaten sizin için hep koşut ve bağlantılı temalar oldu. Yeni romanda bunu ne açıdan farklı işlediniz?
Bu romanda savaşın korkunç yıkımını, sanıyorum bütün şiddetiyle anlattım, diyorum ama, gene de kendime güvenemiyorum. Savaş denen, insanların bu en alçakça icadının acısı hangi dille, hangi güçle anlatılabilir? Bir de doğanın bitirilmesi var. Bu, savaştan da, insanoğlu için ne kadar büyük kötülükler düşünsek onlardan da daha korkunç bir kötülük. Dünyamızı, geleceğimizi, umudumuzu yok ediyoruz. Bu felaketin önüne nasıl geçebiliriz? İnsanlık yavaş örgütleniyor. Örgütlensek de bu büyük kıyımın önüne geçebilir miyiz?
Bu yeni roman, insanın ve doğanın, her zaman kendini yenileyebileceğinin romanıdır. İnsan hergün yeniden doğar. Yanılıyor olmayı istemem. Yanıldığıma inanırsam yaşamam güçleşir gibime geliyor. Karamsarlık insana göre değildir.
*Romanlarınızda çok güzel otobiyografik ögeler var; Kimsecik üçlemesindeki Mustafa, Akçasaz'ın Ağaları üçlemesindeki Arzuhalci Ali gibi. Ama sonraki Yaşar Kemal'i pek görmüyoruz. Hayatınızı yazmayı hiç düşündünüz mü?
Her zaman yazdım söyledim, bir yazar insan gerçeğine yaratmadan varamaz. Romanlarımda otobiyografik ögeler doğaldır ki var. Her romancıda da böyle. Bundan kaçınmak hiç bir romancının elinden gelmez. Yaşamımı yazmak çok istiyorum. Ama korkuyorum. Ya kendi gerçeğime ulaşamazsam, diye. Yaratınca da, bu yapıt bir yaşam öyküsü olur mu? Daha iyisi romanlara girsin bu yaşam, bir uzun romanı isterse baştan sona kapsasın. Şimdiye kadar işin içinden çıkabilmiş değilim.
*Modern Türkiye büyük göçler, büyük kopuşlar üzerine kuruldu. Yeni romanınızda da böyle göçler ve kopuşlar anlatıyorsunuz. Sizin aileniz de büyük bir kopuştan geliyor. Bu kayıp hissi, kaybedilmiş miras duygusu mu sizi romancı yaptı?
Beni romancı yapan nedir, buna nasıl karşılık verilebilir? Bir romancıyı romancı yapan kimbilir ne kadar çok sebep var. Benim romancılığımı etkileyen de elbette ailemin macerası, doğup büyüdüğüm toprak parçasının, Torosların, Çukurova'nın macerasıdır. Macera dediğim en geniş anlamıyladır. Haydi şuna Türkiye'nin macerasını da ekleyelim!
*Romanlarınız epik zenginliğini Çukurova'nın (yani Türkiye'nin) modernleşme ve kapitalistleşme serüveninde buldu; siz romanla bu sürecin "karşı tarihi"ni yazdığınıza, yani resmi tarihe karşı yazdığınıza inanıyor musunuz?
Elbette benim romanlarım, karşı tarih denirse eğer, karşı tarihtir. Karşı tarih de diyemem, gelmiş geçmiş tarihe karşıdır, bugünkü düzenlere de karşıdır. İnsana zulüm eden, insanı sömüren, insanı aşağılayan her düzene karşıyım. Doğaldır ki, edebiyatım da öyle olacak. Ama her zaman dediğim gibi Çukurova benim ülkem olduğundan daha da çok düşlerimin, romanlarımın ülkesidir.
*Bu serüveni daha sonraki aşamalarına, İstanbul'a, büyük holdinglere, burjuva yaşamına taşımayı hiç düşündünüz mü? Böyle bir roman yazmayı hiç düşler misiniz, yoksa size ters mi gelir?
Ben daha çok kol gücüyle çalışan, alınteri döken insanlara hayranım. Beni insan ve yazar olarak daha çok çalışan insan ilgilendiriyor. Bence koşul, insanı yazmaktır. İnsan derinliğine yazar hangi insan soyunda, hangi koşulda varırsa orada durmalı. Holdinglerdeki insanlar benim koşullarım içine de giriyorlar, ama bu benim için önemli değil. Çağın aynası olmaktan çok insan maceralarının derinliğine inmeyi yeğlerim.
*Büyük romanlarınız neden hep üçleme?
Herhalde konularının kapsamlı olmasından olacak. Dört bir koldan yürüyen bir roman kolay ve kısa yazılamıyor. Örneğin Akçasaz'ın Ağaları üçlüsü çok kapsamlı bir roman. Demirciler Çarşısı Cinayeti ve ikinci kitabı Yusufçuk Yusuf'u yazdım da üçüncü kitabı Anavarzayı daha yazamadım. Öbür iki kitap kaç yıl oluyor yayınlanalı. Çünkü üretim araçları değişirse insan değişir, insan değiştikçe de doğayı değiştirir, yani bugünkü hale getirir. Öyle içinden çıkılır bir konu mu?!
(Devam edecek)


Yazarlar