The Others Mitlere karşı çıkmalıyız

Mitlere karşı çıkmalıyız

10.04.1998 - 00:00 | Son Güncellenme:

Mitlere karşı çıkmalıyız

Mitlere karşı çıkmalıyız


       Profesör Fred Halliday'in İslam ve Çatışma Miti adlı kitabında (Sarmal Yayınevi) temel tezi dünyadaki 54 Müslüman ülkenin de, o ülkelerdeki İslamcıların da aralarında büyük farklar olduğu; kitabında ve konuşmalarında, Batı'daki yekpare İslamcı imajıyla ve Müslüman düşmanlığıyla da, Ortadoğu'daki yekpare Batı imajı ve Batı düşmanlığıyla da aynı hararetle mücadele ediyor. Amacı, bu iki dünya arasında ille de çatışma olması gerektiği görüşünün politik araç olarak kullanıldığını ve tamamen bir "mit" yani efsane olduğunu kanıtlamak.
       Bu konuda şaka da yapıyor. "Bir Amerikan deyişi vardır; yolun ortasındaysanız iki taraftan da ezilirsiniz der; ben de biraz öyleyim."
       Halliday bir süre önce İstanbul'daki Uluslararası Kitap Fuarı'nın konuğuydu ve okurlarla buluştu; ODTÜ'de ve Bilgi Üniversitesi'nde konferanslar verdi. Başta İran ve Yemen olmak üzere hatırı sayılır bir Ortadoğu uzmanı; Türkiye'yi de iyi tanıyor ama bizzat araştırma yapmadığı için kesin yargılardan kaçınıyor. Kendisini biraz sıkıştırınca "Türkiye için umutluyum çünkü tartışma var" dedi.
       1946 Dublin doğumlu Prof. Halliday, Londra Üniversitesi Doğu Araştırmaları Fakültesi SOAS mezunu; LSE'de uluslararası ilişkiler öğretim üyesi. Filistin davasını daha 1968'de öğrenciyken destekledi; İran devrimine tanık oldu. Arapça, Farsça ve biraz da Türkçe biliyor.
       "Mitler yanlışsa; din, modern toplumu açıklamıyorsa, toplumun nasıl işlediğini zahmet edip anlamak zorundayız" diyor. İslamcılığı, Fred Halliday'in bakışıyla çok farklı bir açıdan göreceksiniz.

       *Kitabınızda hem Avrupa'nın hem de Ortadoğu - İslam dünyasının birbirini karşılıklı dışlayan ve "benim uygarlığım farklı" diyen tikelciliğine karşı çıkıyorsunuz; neden bu kadar güçlendi dünyada partikülarizm?
       Bugün dünyada politikada yahut fikir alanında hangi konuyu ele alsanız, tartışma küresel. İster insan hakları olsun, ister laiklik. Ama aynı konuları herkes farklı tartışıyor. İlerleme fikri de böyle. 200 yıldır uluslararası bir söylem var ortada; ilerleme, modernlik ve aydınlanma. Bunun evrensel bir hedef olduğunu ve bütün toplumların buna doğru evrildiğini yahut evrilmesi gerektiğini varsayıyoruz. Yani dünya belli bir yönde gidiyor, herkes er geç bu treni yakalayacak diyoruz. Diyoruz ama bu görüşün farklı renkleri var. Liberal versiyonu var, devrimci versiyonu var (ki kanlı olabiliyor) yahut muhafazakar versiyonu var.
       * Türkiye'de de muhafazakar versiyonu ön planda. Ama İslamcılık çok farklı değil mi?
       Türkiye hakkında pek konuşamam ama İran'dan örnek verebilirim. Başlangıçta İran devrimi ilerlemeye karşıydı sözüm ona. Dini bir otorite var, kadınlar örtünüyor, model 7. yüzyıla ait. Ama Humeyni'ye siz ilerlemeye karşısınız deseniz itiraz ederdi. Bizim kendi ilerleme kavramımız var derdi. Ama devrimin başarılarını aynı modernist dille övüyorlardı. Yoksullara konut, baraj ve yol inşası, köylere içme suyu, vesaire.
       *Herkes aynı modernist projenin peşindeyse sorun nedir?
       Son yirmi yılda bu ilerleme kavramına bir meydan okuma başladı. Bunun bir sebebi anti - emperyalizm. Sömürgeciliğin tarihi yazıldı; Avrupa 3. dünyanın sırtından sanayileşti, bu evrensel değerler aslında Batı'nın etno merkezci emperyalist projesidir diyen politik kritik. İkincisi, post - modern yaklaşım. Yani modernlik kendi içinde sorgulandı; tek bir anlatı yok, tek bir tarih inşa edilemez, aslında modernlik diye de bir şey yok diyen felsefi bir kritik. Üçüncüsü de kültürel relativizm yani görecelik; dünyada farklı değerler var, biri diğerinden daha iyidir ya da kötüdür denilemez görüşü.
       *Dediğiniz gibi tartışma küresel, ama Ortadoğu'nun farkı, tartışmanın demokratik olmaması. Bu bir tesadüf mü? Siz İslam demokrasiye aykırıdır gibi özcü görüşlere karşısınız. Neden Ortadoğu'da demokrasi kök salamadı sizce?
       Herkesin demokratik olması gerekir diye modernist bir varsayım var. Bu benim de inandığım bir değer. Ama hemen elde edilmesi mümkün değil. İngiltere, Amerika ya da Fransa tam 300 yıl didindiler bugünkü demokrasi düzeyine erişmek için. Ve hala mükemmel değil. Dahası kalıcı da değil, durmadan uğraşmak gerekiyor. 1960'lara kadar ABD demokratik bir ülke değildi, zenciler oy kullanamıyordu. 3. Dünya'da da demokrasiler var. Mesela Hindistan.
       *Yani din engel değil.
       Bunu ögelerine ayırmak lazım. Teolojik olarak bakalım. Dindar bir müslüman demokrat olabilir mi? Bence hiç bir çelişki yok. İslam'ın sadece beş şartı var. Kuran'a ve hadislere bakarsanız, demokrasiyi de destekleyecek sözler bulursunuz, köleliği de hatta komünizmi de. Demek ki bir toplumun gelenekleri ve dini belli şekilde yorumlama gücünden söz ediyoruz. Ve tabii bunu topluma kabul ettirmek. Bu bir sosyal güç meselesi. 54 İslam ülkesine bakın, rejimleri tamamen farklı. İktidardakilerin İslamı nasıl kullandığına bakmak lazım.
       *Özcülük yapmayalım diyorsunuz, ama kendi içine kapanmaya da karşısınız.
       Ben dünyadaki çeşitlilikten memnunum. Partikülarizme etik ve insani düzeyde karşıyım. Her toplumda olması gereken değerler var. Hiç bir toplum adam öldürmeyi, yalanı yahut işkenceyi kabul edemez, etmemeli. Bir de, politikada kullandığımız dil evrensel. İslamcı bile olsa, bugün herkes ulusal bağımsızlık ve egemenlik ilkesine bağlı. Üzgünüm ama, bu tamamen Batı kökenli bir kavram, tamamen Fransız Devrimi'nin ürünü. Ama artık evrensel.
       *Huntington o kanıda değil ama...
       Huntington çok akıllı bir adam, ama çok aptalca bir kitap yazdı. Sosyal bilimlerde de tehlikeli bir eğilimin temsilcisi. Sözünü ettiği kültürleri tanımıyor, İngilzceden başka dil bilmiyor. Müslümanları saldırgan göstermesi de yanlış. Bugün Sudan'da yahut Endonezya'da İslamcılar saldırgan, evet; ama Bosna'dan kim sorumlu? Ortodoks Sırp şovenler... Hindistan'da iktidara gelen Hindu köktendincilere bakın; "Müslümanlar için iki yer var, ya Pakistan ya kabristan" diye slogan atıyorlar.
       *Ne kadar ciddi bu karşılıklı dışlayış?
       Bana kitabımın hangi bölümü en orijinal diye sorarsanız, Avrupa'daki müslüman karşıtı önyargılarla ilgili bölüm derim. Epey yaygın olduğunu ama ille de tarihsel bir kaçınılmazlık ürünü olmadığını gösteriyorum. Bence araçsal bir politikanın ürünü. Ama yeteri sayıda politikacı bunu tekrarlayıp görüş yayıldıkça, kendi kendini doğrular hale geliyor. Sırplar bütün Bosnalılar Hizbullahçıdır deyip 20 bin kişiyi bombalayınca, daha çok insan inanıyor bu efsanelere. Bence bu küreselleşmenin kötü ürünlerinden birisi. Bir ülkeden diğerine sıçrayabiliyor.
       *İslam korkusuna karşı neden bu kadar savunmasız Avrupalılar?
       Bence bu inceden inceye kodlanmış bir göçmen düşmanlığı. Maalesef buna İslami karşı cevap üretenler de oldu. Yani Müslüman karşıtı bir sürü aptalca fikir Müslüman söylemde de üretildi. Komünizm yenildi ama evelallah biz geliyoruz falan diyorlar.
       *Ne besliyor bu karşılıklı düşmanlığı?
       Politik bir ideoloji oldu, politikacılar bunu araç haline getirdi. Humeyni, Le Pen yahut Huntington aynı mitleri üretti. Bir kere politikaya girince de özerk bir hayat kazanıyor bu mitler. Medya da bunu besliyor. Ben yanlışları teşhis ediyorum. Tarih boyunca böyle olduğu doğru değil mesela; yahut sadece Soğuk Savaş sonrasının ürünü değil. En önemlisi de "Bu dindir" diyemezsiniz çünkü müslümanların çoğu böyle davranmıyor. Üstelik sadece İslam'a özgü bir şey değil. Aynı mitler İslamcılar için de sözkonusu. Mesela biz tekiz, heryerde aynıyız diyorlar. İktidardakiler için bir kontrol arzusundan kaynaklanıyor bu söylem. İktidarda olmayanlar için de, destek arayışı. Birbirlerinden söylem olarak, finansal olarak hatta bir ölçüde askeri olarak destek alıyor İslamcılar. Ama bu sınırlı ve karşı örnekler de var. Irak'la savaşınca Humeyni vatan - millet demeye başladı. Karabağ sorununda İran, Ermenileri destekliyor. Türkistan'da İran Çin'i destekliyor! Çeçenistan konusunda hiç bir şey yapmadılar.
       *Sizin stratejiniz gerçekleri inceleyerek mitleri yoketmek. Kendinizi azınlıkta hissediyor musunuz? Üniversitede yahut kamuoyunda?
       Evet, azınlıktayım ve mutsuz de değilim. Ama keyif de almıyorum. Aydın olarak kamuoyunda tartışmaya girmek zorundayım. Sorumluluğum var. Aydın, çağının mitlerine karşı çıkmak zorunda. Mitleri saptamak, eleştirmek ve kendi açıklamamızı getirmek zorundayız. Ben İrlanda kökenliyim, hem de Katolik ve cumhuriyetçi kesimden. Ama Belfast'ta iki tarafın da mitlerini eleştiren bir konuşma yaptım. Sonra birisi yanıma gelip, konuşma güzeldi ama bizim burada mizah anlayışımız pek güçlü değildir dedi!
       *Avrupa Hristiyan kulübüdür derken Almanlar da bize şaka yapmıyordu.
       Bu çok kolay bir bahane ve yine dini politik araç yapmanın bir örneği. Almanlar söyleyince başkaları da düşünüyor, acaba doğru mu diye. Mit kendi kendini üretmeye başlıyor. Almanlar ve Lüksemburglular bu konuda bence çok sorumsuz davrandı. Türkiye'nin AB ilişkileri çok boyutlu, ama din bunlardan birisi değil.
       *Türkiye'de son gelişmeleri ve İslamcılığı nasıl görüyorsunuz?
       Akılcı stratejileri Türkiye kendisi geliştirmek zorunda. Ama bana güven veren en önemli şey Türkiye'de bir tartışma olması. Türkiye'nin çok hassas sorunları var. Akılcı çözümler umarım hepsinde ağır basar. Ben umutsuz değilim. Hatta Kıbrıs için bile umutsuz değilim. Hala uzlaşma zemini bulunabilir.
       *Türkiye'nin Sevres sendromunu nasıl görüyorsunuz? Batı bağımsız bir Kürt devleti kurmak istiyor mu sizce?
       Uluslararası ilişkilerde ülke bölmek diye bir mefhum pek kalmadı artık. Modern tarihteki bölünmelerin hepsini de batılı emperyalistler gerçekleştirmedi. Sırplar da kendilerini bölmek için Yeniçeri - Vatikan - CIA komplosu olduğuna inanıyorlar. Bu ne kadar doğruysa, bence herhangi bir gücün bağımsız Kürdistan kurmak istediği görüşü de o kadar doğru. Ulusların kendi devletleri olmalı diye evrensel bir değer var kuşkusuz, ama artık uluslararası sistemde düzeni de korumak gerekiyor. Filistin ve bir ihtimal Tibet istisnaları dışında, bence artık park yeri doldu, 193 ulus yeter, yenilerinin yaratılmaması yönünde uluslararası bir varsayım var. Batı'nın güçlü, bağımsız ve çok paranoyak olmayan bir Türkiye görmekte büyük çıkarı olduğunu söyleyebilirim.