The Others Nükleer zorunlu değil

Nükleer zorunlu değil

07.12.1999 - 00:00 | Son Güncellenme:

Nükleer zorunlu değil

Nükleer zorunlu değil


Nükleer santral kurulacaksa uygun yer Trakya'nın Karadeniz sahili. Söylediklerime nükleer santralin geçirebileceği en küçük bir kazaya bile bağlı cereme, sökülme zahmeti ve atıkların defedilmesi külfeti dahil değil.


       Türkiye Atom Enerjisi Kurumu'nun Nükleer Güvenlik Komitesi ve Danışma Kurulu eski üyesi ve halen Galatasaray Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Tolga Yarman, koalisyona dahil parti liderlerinin geçen hafta nükleer enerjiyle ilgili zirvesinde yaptığı konuşmada söylediklerini Milliyet için yazdı.

       Türkiye'de nükleer enerji üretimi "teknik bir zorunluluk" değil; "siyasi tercih konusu bir seçenektir". "Teknik zorunluluk olduğuna" dair iddialar, deyimi bağışlayın, "safsatadır" ya da birilerinin çıkar dümeninde, herhalde entrika ağırlıklı, "örtülü bir siyasi manevra" aracıdır.
       Türkiye'nin halen kurulu elektrik gücü yuvarlak 26 bin MW'tır (başka bir deyişle, eşdeğerde, 26 Keban Barajı tutarındadır); "puant" yani, belli zamanlarda devreye davet ettiği "en yüksek elektrik gücü" ise, 18 bin MW'tır. Bu durumda Türkiye'de behemahal, bir "enerji yetmezliği" değil, bir "enerji optimizasyon yetmezliği", bir "enerji yönetim yetmezliği" var demektir.
       Keban Barajımız'ın ürettiği kadar bir elektrik enerjisi sağlayacak ilk nükleer santral (bin MW) (tasarlandığı şekliyle) devreye alındığında (hiç olacak gibi görünmüyor, ancak, mutasavver olarak 2005), Türkiye'nin elektrik kurulu (net) gücü, resmi verilere göre, yuvarlak 40 bin MW olarak öngörülmektedir. Bu açıdan, Türkiye'de "kırkta birlik" nükleer enerji üretiminin, "zorunlu" olduğunu, iddia etmek "kavrayışta maluliyet" demektir.
       Nükleer santral satın alınarak, nükleer teknoloji sahibi olunmaz. Nasıl ki, THY işletmeciliğiyle "aviasyon teknolojisi" sahibi olunamaz ise. Öte yandan, nükleer santraller, koşulların dayatması uzantısında, kabuk değiştirmektedir. Gerek ABD'de, gerekse de Avrupa'da, bugünkülere oranla, daha küçük, daha güvenli, daha ucuz, nükleer reaktör sistemleri üzerinde araştırmalar yapılmakta.
       Aynı çerçevede olası kazalara dönük güvenlik önlemlerinin arttırılması; lisans işlemlerinin uzayan süreler gerektirmesi; nükleer santralın ömrü sonundaki söküm masraflarının; keza, nükleer atıkların defin meselelerine dönük yatırım ve harcamaların, astarı yüzünden pahalıya gelmesi; neticede de gitgide artan kamuoyu baskısı dolayısıyla, nükleer enerji üretimi bütün dünyada duraksamaktadır. Batı'da halen, inşa halinde ya da sipariş edilmiş tek bir santral yoktur.
       Bu süreçte, zor durumda kalmış şirketlerin ülkemize getirdikleri kredi olanaklarından yararlanmayı seçmek, tabii, bir stratejidir. Ancak, yeni nesil nükleer santrallerin, keza başka enerji olanaklarının gelişmesini beklemek de bir stratejidir.
       Türkiye'nin, giderek oturan, yepyeni, "jeostratejik özellikler" bazında, enerji kaynaklarının... Rusya doğal gazı, yanı sıra, Azerbeycan'dan gelecek petrol, Türkmenistan'dan gelmesi tasarlanan doğal gaz, Kazakistan'dan gelecek petrol, Katar'dan gelecek doğal gaz, o arada, iyice artan boyutarda söz konusu olacak, rüzgƒr ve güneş potansiyelimiz itibariyle... Benzersiz bir biçimde çeşitlenmekte olduğuna göz kapamamak ve söz konusu yönlerde siyasalar geliştirmek, bilhassa doğal gaza yönelmek de, kuşkusuz, akılcı görünen bir stratejidir.
       Bu sözlerimle "Nükleer olmasın!" demediğimi, ama "nükleerin ülkemizde bugün artık hiç bir biçimde bir zorunluluk olmadığına" işaret ettiğimi belirtmek isterim.
       Çeyrek yüzyıl önce nükleer enerji üretiminin kaçınılmaz olduğuna inanıldığı ülkemizde; nükleer santral mevkii olarak, bilhassa İstanbul odaklı "yük merzine yakınlığı", o arada "deprem açısından fazlaca etkin olmaması", sebepleriyle gözetilen Trakya'nın Karadeniz sahilleri; ayrıca NATO müttefikimiz Yunanistan'a yakınlığı dolayısıyla, başka bir deyişle "stratejik mülahazalalarla" terkedilince Akkuyu mevkiine yakınsanmıştı. Bu mevkiinin, özellikle "deprem" açısından, uygun olduğu düşünülmüştü. Ama burası, bugün hiç uygun değildir.
       Çünkü, bir defa "konjonktür" (Türkiye'de ve Dünya'daki yapısal özellikler) değişmiştir. Akkuyu Kıbrıs'a yerleştirilmesi gündeme gelen "orta menzilli füzeler" dolayısıyla, daha da stratejik bir mevkii özelliği edinmektedir. Trakya artık, stratejik mülahazalar yüzünden dışlanmak zorunluluğu ile karşı karşıya değildir; Akkuyu, öyledir.
       Ayrıca Akkuyu, Yük Merkezi'nden "göreceli" olarak uzaktır. Bu durumda, enerji taşınması, bir defa ilƒve yatırımlar gerektirdiği için zorlaşır; o arada taşınma sırasında kayıplar göreceli olarak artar. Diğer yandan, Akkuyu'ya kurulması tasarlanan nükleer santrale çeyrek yüzyıl önce verilen lisans, bugün geçerli addedilemez; çünkü "lisans verme kıstasları" yeniden vazedilmelidir.
       Çeyrek yüzyıl önce verilen lisans, bir "turizm etki değerlemesini" (TED), kapsamamıştır; çünkü santralin o zaman, bugünkü boyutta olmayan "turizme", "vereceği zarar" diye, bir kavram yoktur. Santral, kurulduktan sonra, tıkır tıkır çalışsa dahi, turizmimizi, rakiplerimizin ya da düşmanlarımızın, çok haksız, aynı zamanda dayanaksız ve asılsız olabilecek olmakla beraber, meydana getirecekleri, "antipropaganda", ya da "sabotaj", söylentileri ve girişimleri dolayısıyla, ne yazık ki, olumsuz yönde, çok etkileyecektir.
       Yıllık turizm gelirimiz 7 milyon dolar civarındadır. Bunun yuvarlak yarısı ise, herhalde Akdeniz yöremizden sağlanmakatadır. Nükleer santral bedeli 5 milyar dolar civarındadır. Demek ki, Akdeniz'e santral kurmakla, her yıl kabaca bir santral ederi kadar bir gelir kalemimizden olunacaktır.
       Öte yandan, santrali soğutmak üzere kullanılan su ne kadar soğuk olursa, üretilen ısının, o nisbette büyük bir bölümü elektriğe çevrilebilir. Akkuyu'da, yazları 30 derece üstüne çıkabilen deniz sıcaklığı dolayısıyla, örneğin Karadeniz kıyısında kurulsa, alınacak termodinamik verime oranla, ihmal edilemez kadar daha düşük bir verimde çalışacak, böylelikle (zaten, göreceli olarak, pahalılığı saklı tutularak), katiyen ekonomik olmayacaktır. Akkuyu enleminde, ne İspanya, ne Fransa'da tek bir nükleer santral yoktur.
       Bir nükleer santral kurulmasına, siyaseten muhakkak ve muhakkak karar veriliyorsa, demek ki uygun yer, Trakya'nın Karadeniz sahillerindedir. Söylediklerime; "nükleer santralin" ağızdan yel alsın, "geçirebileceği, en küçük bir kazaya bile bağlı cereme", "santral ömrünün tamamlanmasından sonra ise sökülme zahmeti" ve hala çözülememiş bir sorun olan "nükleer atıkların defedilmesi külfeti" dahil değildir.
       Allah, "Akkuyu'ya nükleer, hemen şimdi!", diyen hükümet üyelerine akıl fikir ihsan etsin!..