The Others Sayısal öfke

Sayısal öfke

21.10.2002 - 00:00 | Son Güncellenme:

Sayısal öfke

Sayısal öfke



Sayısal öfke
Hanım okur, öfke içinde. Ondan önce arayanların çoğu gibi. Yatıştırmak için söylenecek fazla bir şey de yok. Yerden göğe kadar haklı. Konu: Sayısal Loto sonuçları.
Hanım okur sesi titreyerek anlatıyor: "Kendi halinde bir öğretmenim. Milliyet’te loto sonuçlarını görüp de altı bildiğimizi fark edince sevincimizi düşünün. Pazartesi günü işimi gücümü bırakıp, altı bilmediğimizi, gazetenin verdiği yanlış bilgiyle yanıltıldığımızı anlayınca yaşanan derin hayal kırıklığını da varın siz tasavvur edin. Çökmüş bir halde eve döndüm. Şimdi ben gazeteye güvenmeli miyim, güvenmemeli miyim?"
Olayın bir de öteki perspektifi vardı.
Selim Özakar’ın tepkisi:
"15 Ekim sabahı gazetemin son sayfasında sayısal loto sonuçlarındaki bir numaranın yanlış yazılmasından ötürü özür dilendiğini okuyunca başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Çünkü ben pazar sabahı Milliyet’in loto sonuçlarına bakmış ve kuponları çöpe atmıştım. Güvenmenin bedeli bu mu olmalı?"
Loto sonuçlarında 41 yerine 42 yazılmıştı. Milliyet düzeltmeyi Salı günkü sayısında bir özürle duyurdu duyurmasına, ama bu şikâyetleri böyle bir hatanın yol açabileceği sonuçları sergilemek için ayrıntılarıyla aldım. Minik ama çok önemli altı rakamın doğru yazılması, benzer bilgilerin kontrol edilerek sayfa üzerine aktarılması güven açısından ne derece önemli, birlikte anlayalım diye.
Bu vesileyle matrak bir hadiseyi de paylaşayım. İngiliz bulvar gazetelerinden biri - galiba The Mirror - birkaç yıl evvel piyango sonuçlarını hayli hatalı bir şekilde yayımlamış. Kendisini mağdur hisseden gazete okurları, sadece santralı kilitlemekle kalmamışlar, gazete önüne yığılıp protestoyu sürdürmüşler. Gazetenin genel yayın yönetmeni, bakmış ki çare yok, "nasıl bir özür dileyelim ki kendimizi affettirelim?" diye yazı işlerini toplamış.
Çok parlak bir fikir bulmuşlar: Ertesi günkü gazetede, hatadan sorumlu sayfa editörü, kafasında ters çevrilmiş bir huni ve mahzun bir çehre ile, tam sayfa "o haltı ben yedim, beni affedin" diye poz vermekteymiş! Tabii, böylesini de ancak İngilizler başarabilirdi(!).

Okurlar geçen hafta iki haber üzerinde yoğunlaştı. Bunlardan biri, Siverekli Cemil İstekli’nin tartışmalar yaratan "İstanbul’dan kuma getirtme" öyküsüydü. Milliyet gelişmeyi büyük yansıttı. Ahmet Tulgar Siverek’e giderek İstekli ve iki eşi ile bir röportaj yaptı. Röportaj ön sayfadan ‘Onu Üçüncü Kadınla Ben Evlendireceğim’ başlığı ve mutluluk yansıtan fotoğraflarla yayımlandı.
Ama, okurlara göre bakış açısı hatalıydı.
Bir okur: "Röportajdan sanki bunlar piyango kazanmışlar, gibi bir izlenim doğuyor. Her şey güllük gülistan. Akıl almaz bir mutluluk tablosu! Acaba bunun gençlere, kırsal kesimdeki yarı cahil insanlara kötü örnek oluşturduğu hiç düşünülmüyor mu?"
Bir başkası: "Kanunun suç saydığı bir fiili işlemiş bu kişi, yaptığı sanki normalmiş gibi değerlendirilip, üstelik bundan dolayı övülmüş gibi geliyor bana. Üzüldüm."
Öfkeli bazı hanım okurlar: "Medeni hukuk ayaklar altına alınıyor. Üstelik bu, mutluluk saçarak yapılıyor. Milliyet asıl, aralarında milletvekillerinin de bulunduğu kumalı erkek olgusuna neşter atmalı. Bu tür haberlerde kadın hakları da göz önüne alınmalı, diyoruz."
Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Y. Yılmaz:
"Bu haber, tartışılan bir kuma olayını, insani boyutuyla, onları tanıtarak vermeyi amaçlıyordu. Bu gelişme karşısında biz savcı tutumu takınamayız. Bunu yargıdan, savcılıktan beklemek gerekir. Nitekim bu haberlerin çıkmasından sonra savcılık harekete geçti ve İstekli aleyhine soruşturma başlattı."
Yorum: Her iki tarafın haklı argümanları var. Elbette hiç kimse doğrudan suçlu ilan edilmemeli, ama Siverekli kuma olayı Türkiye’nin sosyal dokusunda göze batan bir yara. Hafife alınmamalı. Bu vesileyle kuma olgusunun yaygınlığı, hukuki boyutları da okurun dikkatine getirilebilirdi. Bunlar da bilinmeli, hatırlanmalı.

İbrahim Tatlıses’in eski hayat arkadaşı Derya Tuna’nın İstanbul’da vurulması, medyadaki haberlerin ve tartışmanın boyutu ölçüsünde okurların tepkisine yol açtı. Milliyet, pazartesi gecesi muhabirlerin gözü önünde gerçekleşen silahlı saldırıyı İstanbul baskısında "geniş görmüş", manşetten ön sayfanın önemli bir bölümü bu habere ayrılmıştı.
100 kadar eleştirinin mesajları şöyle:

Tuna’nın vurulması, Türkiye’nin gerçek gündemine ayrılması gereken manşete yerleşmemelidir
Basın, Tuna ve Tatlıses vb. kişileri fazla önemsemekte, aşırı büyütmekte, abartmaktadır.

Yoğun tepkileri Genel Yayın Yönetmeni Yılmaz’la tartıştım.
"Bu gelişme pek çok yönüyle Türkiye’nin sosyal haline ayna tutmakta. Yasaların nasıl uygulanamadığını, polisin müdahale ve soruşturmada ne kadar yetersiz kaldığını, mafyanın nasıl sokaklarda başıboş dolaştığını, İstanbul’un ne kadar ciddi güvenlik sorunlarıyla karşı karşıya olduğunu gösteren bu haberi elbette ki önemsemek durumundayız. Ayrıca şunu sorayım: Eğer Frank Sinatra’nın karısı Manhattan’ın ortasında kurşunlansaydı, acaba bunu New York Times gibi bir gazete haber yapmayacak mıydı?" diyor Yılmaz.
Yorum: Son sorusu önemli. Elbette haber olurdu. Benim de bir iki sorum var. Örneğin, acaba haber bu kadar kameranın önünde olmasaydı, yine aynı büyüklükte basına yansır mıydı? Sanmıyorum. Eldeki görsel malzemenin bolluğu ve muhabirlerin olay yerindeki varlığı gazetelerin haber sunuşunu mutlaka etkiledi.
Peki, son baskıda ön sayfaya bu kadar geniş yer ayrılmasaydı, bu yoğunlukta okur tepkisi gelir miydi? Sanmıyorum.
Eleştiri dalgasının altında, haber değeri taşıyan bu gelişmenin kendisine itirazı değil, sunuşta okurun "hacimde abartma, sunuşta orantısızlık" olarak gördüğü bir yaklaşımı buluyorum.
Benim işim yayın poliktikasını yönlendirmek değil, okurlara ait görüş ve algılamayı yansıtmak.
Editörler, dilerlerse, "haber orantılarını bir daha düşünmeli miyiz?" sorusunu bu saptamadan yola çıkarak kendilerine sorabilirler.