The Others Şişkin lastiği indirdik

Şişkin lastiği indirdik

20.07.1998 - 00:00 | Son Güncellenme:

Şişkin lastiği indirdik

Şişkin lastiği indirdik

       Başta Fransa'dan Legion d'honneur, Avusturya'dan liyakat nişanı ve başka ülkelerden de çeşitli ünvanlarla "takdir edilen" Profesör Yılmaz Büyükerşen, 1958'de öğrenci olarak girdiği Eskişehir İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi'nden (EİTA), 1993'te Anadolu Üniversitesi rektörü olarak ayrıldı. Halen üniversitenin İletişim Bilimleri Enstitüsü Müdürü. Önemli bir taşra kentinin bir yüksek okulunu, kurduğu kadroyla Türkiye'nin önde gelen model bir "bilim vahası"na dönüştüren Prof. Büyükerşen, Anadolu Üniversitesi'ni bugünkü saygın konumuna nasıl getirdiğini, "Yenim dar diyene yen, yerim dar diyene yer sağladım" diye özetliyor. Açık Öğretime katkılarından dolayı İngiliz Açık Üniversitesi tarafından fahri doktora verilen Prof. Büyükerşen'le açık öğretimin bizdeki uygulaması ve geleceği hakkında konuştuk.

       - Biz, Açık Öğretim olmadan yapabilir miydik?
       Hayır, yapamazdık... Bundan sonra da yapamayız. Bu yıl birinci basamak sınavında 600 bin öğrenci elendi. İkinci basamak sonuçları belli olsun 250 - 300 bin öğrenci daha elenecek.
       - Açık Öğretim'in yararı, üniversitede kontenjanını arttırmaktan ibaret değil her halde...
       1982'den bu yana üniversiteye giremeyip sınavda elenen, devlete millete ailesine topluma kızgın gençler sokaklarda yürümediyse, Türkiye'de anarşi ve terörü körüklemek isteyenler genç ve dinamik, kızgın insanları bulup da kullanamadıysa Türkiye bunu, bana göre Açık Öğretim sistemine borçludur. Çünkü o çocukları bu Açık Öğretim Fakültesi almıştır. Bu bir bakıma bir otomobil lastiğinin fazla şişirilmesi karşısında patlamaması için havasının alınmasına benzer. Açık öğretim sistemi bugüne kadar bu lastiğin patlamasını önledi. Ama hele ikinci basamaktan sonra 800 bin öğrenci dışarda kaldıktan sonra, daha önce üniversiteye giremeyenleri de eklersek ortaya büyük bir hoşnutsuz kitle çıkıyor. Bu sayı hep artacak. Dolayısıyla lastiğin patlayıp arabayı devirmesi tehlikesi her an mevcut. Kendisine yüksek öğretimde imkan ve fırsat eşitliği verilmeyen gençlerin birer saatli bomba gibi her an patlamaya hazır olduklarını unutmamamız gerek. Bu nedenle devletin, Açık Öğretim'e gereken ağırlığı vermesi şart.
       - Açık Öğretim, aslında 12 Eylül'den sonra eğitim sistemine yerleşti...
       1982'den bu yana örgün öğretim yapan üniversite sayımızdaki artışlara rağmen örgün öğretimdeki öğrenci sayısı, açık öğretime eşit. Bir tek Açık Öğretim, Türk yüksek okullarındaki gençlerin yarısına hizmet götürüyor. Geriye kalan 70 kadar üniversite ancak geri kalan yarısına eğitim verebiliyor.
       - Bunun, neyi gösterdiği açık...
       Devletin yapamadığı, eğitimde imkan ve fırsat eşitliğini büyük ölçüde Açık Öğretim'in karşıladığını gösteriyor.
       - İlk aşamada siyah beyaz televizyonla başlayan Açık Öğretim, bugün artık ileri teknolojinin iletişim olanaklarıyla donanmış durumda...
       1970'lerin başında Türkiye'de yüksek öğrenimdeki imkan daralması ortaya çıkınca açık öğretimi önermiştim. Üniversiteler o tarihte açık öğretime karşı durdular. Yay - Kur diye, Mektupla Öğretim diye bir takım sistemler denendi. Açık Öğretim 10 yıl gecikmeyle 1982'de gerçekleşti. Ama, uzaktan öğrenim sistemleriyle ya da iletişim teknolojisini eğitimde kullanmanın gereğine inanmaktan çok, çaresizlikten kabul edildi. Çünkü üniversiteye giremeyen öğrenci sayısı artmıştı...
       - Açık Öğretimi uygulayan başka ülkeler de var. İngilizler bu konuda öncülük etti.
       Elbette... Japonya, İsrail, Çin, İran, Pakistan, Hindistan, Kanada, Avustralya, Güney Afrika, Almanya gibi ülkelerde var... 1968'de İngilizler başlattı bu işi. İngiltere, İkinci Dünya Savaşı'ndan önce, dünyada yüksek öğrenim görmüş nüfusu en yüksek ülkesiydi. Savaş sırasında bu nüfus azaldı. Savaştan sonraki kuşak ise üniversite eğitimi görmeye fırsat bulamadan hayata atıldı. Bunu gören hükümetler, "İkinci Şans Üniversitesi" adıyla bir girişim planladı. Televizyon, evlerin içine girdiğine göre, eğitimde de iletişim olduğuna göre biz, bu ikisini birleştirelim ve insanları, üniversite kampüsüne getirmeden, evlerinde eğitmenin yolunu bulalım dediler.
       - Sadece televizyonla yapılan eğitim, zamanla yeni teknolojinin de yardımıyla çok daha büyük bir etkinlik kazandı.
       Bilgisayar, internet, CD - ROM'lar yani bugün ileri iletişim teknolojisinin tamamı televizyonun arkasından sistemin içine adapte oldu. Çok da etkinliği arttırdı.
       - Televizyonun sınır aşan özelliğini de unutmamak gerek...
       Açık Öğretim'de, Avrupa'daki Türkleri düşünerek Avrupa'ya açıldık. Oraya kaset gönderiyoruz. Kitaplar zaten var. Ayrıca, her ülkede o ülkedeki öğretim üyelerinden destek alıyoruz yüz yüze eğitim için. Hafta sonları veya belli akşamlarda oradaki üniversitelerin dershanelerinde aynen Türkiye'deki gibi...
       - Sizin bir de Orta Asya Türk Cumhuriyetleri'ne açılma fikriniz vardı.
       1993'te bu konuda Milli Eğitim Bakanlığı'na bir önerim oldu. Hem Kril alfabesinden Latin alfabesine geçişi sağlamak hem de 70 yıl boyunca Marksist ekonomi okumuş, oysa şimdi pazar ekonomisine geçmek isteyen bu ülkelere ithalat, ihracat, bankacılık ve benzer konularda eğitim vermek için... Türkiye Türkçesinin orada duyulup dil birliğini biraz daha geliştirmek için... Ekonomik, kültürel ve siyasi açıdan büyük bir adım olacaktı. Ama üzerinde durulmadı. Şimdi ise Amerikan Pennsylvania State Üniversitesi Türk Cumhuriyetlerine açık öğretim yapmak için bizimle işbirliği teklif ediyor... Benim projem sadece Orta Asya ile de sınırlı değlidi. Yugoslavya'da, Arnavutluk, Bulgaristan hatta Moldavya'daki Türkler için de açık öğretim önerdim. Hiç biri yapılamadı.
       - Avrupa Birliği'nin, sizin projenize benzer bir girişimi var Doğu Avrupa için...
       Rusya dahil, Polonya, Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Romanya, Bulgaristan yani Doğu Avrupa'nın tamamına AB, açık öğretimi kendi dillerinde yapmaya girişmiş durumda. Dolayısıyla hem ekonomik hem kültürel bağlantı kuruyor. Yarın öbür gün onları AB üyesi almalarına şaşmamak gerek. Biz ise Orta Asya Cumhuriyetlerini bile bu konuda ihmal ettik.
       - Oysa birbirinden uzak coğrafyalar, iletişim açısından hiç engel değil.
       O tarihlerde Türksat uyduları sipariş edilmişti. Uydulardaki bir kaç transponderi açık öğretime ayırsanız dedik. Biri Asya'ya, biri Avrupa'ya, biri Türkiye'ye yönelik olsun... Bu da ciddiye alınmadı. Şimdi Türk Telekom'un bir kısım hissesinin satılması bekleniyor. Ama yarın yabancı ortak aldıklarında akıl başa gelip de tıpkı açık öğretimde 10 yıl sonra aklımızın başımıza gelmesi gibi, başlayalım denirse sınırlar ötesi eğitime, yabancı ortak transponder için para isteyecektir.
       - Türkiye'de uzaktan eğitimin yaygınlaştırılması teknolojik bakımdan hem kolay, hem de koşullar gereği şart görünüyor.
       Türkiye'nin, örgün öğrenimle, vakıf üniversiteleriyle bu nüfus artışından dolayı yüksek öğrenime talebi çözmesine imkan ve ihtimal yoktur. Bilgisayar ve interneti yani diğer iletişim araçlarını sisteme katarak buna ağırlık vermek hem ekonomik bakımdan Türkiye'ye son derece faydalı, hem sorunların çözülmesi, hem etkinlik ve verimlilik açısından son derece önemli.
       - Bizde yüksek öğrenime olan büyük talep nasıl karşılanacak? Bundan 10 yıl sonra ne olacak?
       Hiç bir ülkede bizdeki kadar yüksek öğretime talep görülmüyor. Hatta başka ülkelerde teşvik edici formüller uygulanır. Okul dönemini aşmış her yaştan insanın kendi mesleğinde yenilikleri izleyebilmesi için teşvik edici sistemler getirilir. Bizde ise politikacılarımız aman böyle bir talep olmasın diye bir tutum içindeler. Çare aramıyorlar aslında. Oysa çareler var. Batı ise ömür boyu eğitim diye bir kavramı daha 1960'larda benimsemişti.

       Prof. Büyükerşen'in, İngiliz Açık Öğretim Üniversitesi'nde fahri doktora töreninde yaptığı konuşmada değindiği noktalar, eğitim konusunda vizyona sınır tanımazlığın örneği...

       Her üniversite kendi ülkesinin dilinde eğitim yapar. Yaygın dillerle eğitim verenler de var, ama sayılı. Oysa başka dillerde de eğitim verebilmeli. Hocaların anlattıkları dersler video kaset olarak, CD - ROM olarak değişik dillerde üretilebilmeli. AB, Doğu Avrupa için başlattığı uzaktan öğretim için bunun ilk denemesini yapıyor. Bilim için evrenseldir diyoruz ama bilgi, hep belli ülkelerin tekelinde kalır. Bundan yararlanmak pek çok şarta bağlı. İnsanların oraya gitmesine, oradaki maliyetleri karşılamasına bağlı. Oysa uzaktan öğretim sistemiyle pekala başka ülkelerdeki insanlara kendi üniversitelerindeki bilgileri alma imkanını sunabilirler. Bunun için uluslararası yardım projeleri geliştirilebilir. Bu sistemlerin kurulmasına BM Kalkınma Örgütü yardım edebilir. Çünkü ülkeler arasındaki bilgi, kültür, ekonomik fark bugün dünyada sorunların en büyük nedeni. Telekonferans sistemleriyle, elektronik mektupla (e - mail) açık öğretimde dersler canlı yayın şeklinde yapılabilir. Öğrenci, uzakta da olsa soru sorabilir. Bugün televizyonlarda açık oturumlara pek çok kişi telefonla katılmıyor mu? Devlet isterse telekonferansla açık öğretim yapılabilir. Ben yakında, dilin de engel olmaktan çıkacağı inancındayım. Dilini bilmediğiniz bir ülkenin üniversitesinden de yararlanabilirsiniz. Nasıl? Bilgi teknolojisi, bilgisayarınıza takacağınız bir mikrodevreyle, bir dilden ötekine çeviri yapma olanağını size sunuyor. Yabancı dil, televizyon ekranınızda alt yazı olarak dilinize çevrilir. Bu, bilgisayar yardımıyla sese de dönüştürülebilir. Bugünkü teknoloji, bunu yapabilecek güçte. Nitekim, yeni kullanılmaya başlanan, yazıları "tarayan" mini bilgisayarlar, yabancı bir dildeki sözcüğün üzerinden geçerken o sözcüğü, kendi dilinize çeviriyor! Sözcüğü, tarayıcının ekranında okuyorsunuz. Yani, artık sözlük aramaya da gerek yok. Teknoloji, bunu sağlamaya yetkin.