The Others Toprağımızı başkaları kullanıyor

Toprağımızı başkaları kullanıyor

13.02.1998 - 00:00 | Son Güncellenme:

Toprağımızı başkaları kullanıyor

Toprağımızı başkaları kullanıyor

TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezi Teknopark Proje Müdürü Dr Ayşe Gözen

Türkiye'de toprakların sadece yüzde 34'ü tarıma elverişli. Ama bu oran hızla azalıyor. Ülkenin toplamı 78 milyon hektar. Bunun 62 milyon hektarı erozyona uğruyor. Ve bir çok başka nedenle verimli topraklar elden gidiyor. Bu koşullarda Türkiye'de tarım, ülkenin sürekli artan gıda ihtiyacını ne kadar karşılar? Acaba, gelişmiş ülkelerin, gıda üretimini arttırmak için yürüttükleri bitki biyoteknolojisinden biz niçin yararlanmıyoruz? Bu soruları, TÜBİTAK Marmara Teknopark Projesi Müdürü Dr. Ayşe Gözen'e sorduk. Dr. Gözen, bilim ve teknoloji politikaları konusundaki masterini İsveç Lund, "Yeşil Devrim'den Bitki Biyoteknolojisine - Türkiye Tarımında Teknolojik değişim" adlı doktora tezini de Amsterdam Üniversitesi'nde yapmış.
- Bitki biyoteknolojisi ne demek?
Biyoteknoloji diye, bilim ve mühendislik yönetemleri kullanarak maddelerin biyolojik öğelerle işleme sokulmasına ve böylece ürün elde etmeye diyoruz. Bu, canlı organizmaları kullanarak yeni bir ürün geliştirmek olabilir. Bir ürünü değiştirmek, bitki veya hayvan islah etmek veya özel kullanım amaçlı mikroorganizmaları geliştirmek için kullanılan bir teknoloji de... Bu tür uygulamalar dünyada oldukça yaygın. Sağlık, tıp, su arıtımı, veterinerlik, tarım ve ormancılık, gıda sanayii, hatta madencilikte biyoteknolojiden yararlanılıyor. Örneğin, altın çıkarımında mikroorganizmalar kullanılıyor. Genetik mühendisliği dediğimiz zaman da biyoteknolojiden söz ediyoruz. Bitki biyoteknolojisi de bitkisel üretimin arttırılmasını, kalitenin iyileştirilmesini, sağlıklı ürün elde edilmesini öngörüyor.
- Bunun yöntemi nedir?
Bitkilerin dokuları veya genleriyle oynayarak istenilen özellikler laboratuvar koşullarında geliştirilir. Elde edilen materyal, seraya sonra da araziye çıkar. Örneğin, bir çiçekten bir doku alınır. Bu, genetik özellikleri değiştirilmiş bir doku da olabilir. Belli bir sıvı ortamda büyütülür. Bundan, laboratuvarda binlerce üretmek mümkün. Bu yeni doku sağlıklıdır, virüsten arınmıştır. Bu materyalden elde edilen fideleri seraya çıkarttığınız zaman birbirinin aynı binlerce çiçek elde edersiniz. Böylece hem üretim süresi kısalır, hem verimlilik artar hem de elde edilen bitki daha sağlıklı olur. Bitki biyoteknolojisiyle tohum da üretiliyor.
- Yani genetik mühendislik, tarımda da da emrimizde artık?
Evet. Bitkisel ürünleri hastalıklara dirençli hale getirmek, daha sağlıklı ve kaliteli kılmak mümkün. Bunun yararı da açık: Bitkiler, daha az kimyasal girdi ile, örneğin kimyasal ilaçlar daha az kullanılarak yetiştirilir. Havadan daha çok azot çekecek kapasiteye ulaştırılır. Böylece, daha az gübre kullanılır. Verim de artar.
- Gelişmiş ülkelerde tarımda biyoteknolojinin epeydir kullanıldığını biliyoruz.
Hatta, gelişmekte olan ülkelerde de... Özellikle Afrika'dan örnek verebilirim. Cezayir'de tahıl, patates, yem bitkileri ve meyva üretiminde biyoteknolojik yöntemler kullanılıyor. Fas'ta hurma ve muz; Nijerya'da mısır, börülce, pirinç, muz; Kongo'da ıspanak, domates Kenya'da çiçek.. Örnekler çok.
- Ya Türkiye? Bizde biyoteknolojik bitkisel ürün henüz anlaşılan?
Yalnızca Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi'nden ve Antalya Tarımsal Araştırma Enstitüsü'nden çiftçiye ulaştırılan "virüsten arınmış narenciye" fidanları var. Bizde bu konu daha çok araştırma aşamasında. Ticari aşamaya tam anlamıyla çıkmadı. Çünkü bu konuyla ilgilenecek sanayici yok ortada. Bu da Türkiye'de biyoteknolojinin ticarileştirilmesinin önündeki en büyük engel. Artık tarım bizde de bir tarımsal - iş'e dönüşmek zorunda. Tarım, dünyada insanların temel gıda ihtiyacını karşılayan sınırlı bir hizmet değil, geniş kapsamlı bir sanayi olma yolunda... Bu da atılımcı, ileriyi gören, risk alabilen müteşebbis gerektiriyor.
- Bizde bu konuda kim, ne yapıyor o halde?
Araştırma altyapısı bakımından en gelişmiş kurum TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezi Genetik Mühendisliği ve Biyoteknoloji Enstitüsü. Uygulamaya yönelik çalışmalar da var. Örneğin, İzmit Selülöz ve Kağıt Sanayii ve İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi ile yürütülen bir proje var. Kereste özellikleri geliştirilmiş kavak yetiştirmeye çalışılıyor. Ayrıca bir çok üniversitemizdeki Ziraat Fakülteleri ile Fen Fakültelerinde, Tarım Bakanlığı'nın Tarımsal Araştırma Enstitüleri'nde çalışmalar yapılıyor. Ancak bu araştırmaların hiç biri henüz ciddi bir ticari nitelik kazanamadı.
- O halde biz tarımda gerilemeye başladığımız gibi, bitki biyoteknolojisinde de geriyiz.
Ne yazık ki öyle. Oysa İsrail, bitki biyoteknolojisi ile çölden tarımal ürün elde etmeyi başardı. Bunu çok yıllar önce ulusal hedeflerini belirleyerek yaptı. İsrail ile çalışan tohum firmaları özellikle Antalya'da bitki biyoteknolojisi kullanmaya başlıyor. Ayrıca, bir Japon firması, patentlenmiş çiçek dokularını Japonya'dan getiriyor. Bunları bir tesiste çoğaltıyor. Sonra da fideleri Hollanda'ya ihraç ediyor. Bizim çiftçimiz de bu fideleri Hollanda'dan ithal ediyor! Yani tamamen bir istasyon işlevi görüyoruz.
- Bu işi neden Japonya'dan binlerce kilometre uzakta Türkiye'de yapıyor?
Türkiye'de iklim çok uygun ve toprak çok ucuz. Avrupa pazarına da yakın.
- O halde yabancı biyoteknoloji firmaları, Türkiye'yi ya da her hangi bir başka uygun ülkeyi bu amaçla kullanabilir?
Yalnız biyoteknolojiyi değil... Şimdi, yabancı organik tarım firmaları, anlaşmalı çiftçilik yöntemiyle bizim topraklarımızda üretim yapıp doğrudan Avrupa pazarına sevkediyor.
- Organik tarımdan kastınız nedir?
Bu, hiç kimyasal madde kullanmadan atadan kalma yöntemlerle ürün üretilmesi demek. Ekolojik tarım da denilir... Sorunu şu: Ürün, hastalıktan tamamen arınmış olmaz. Görüntüsü her zaman iyi olmaz. Ve pahalıya mal edilir. Yine de Batı'da talebi yüksek. Böyle doğrudan dışarısı için çalışan 3500 kadar çiftçi var. Çiftçimizi başkaları kullanmış oluyor. Biyoteknoloji firmasının, toprağımızı Avrupa'ya ihracat yapmak için kullanması gibi.
- Pekiyi biz bütün bunlar karşısında ne yapıyoruz?
Batı, bitki biyoteknolojisi ile sağlıklı ve kaliteli tarım anlayışına yönelik yenilenme sürecine girdi. Biz, daha beklemedeyiz. Türkiye Teknoloji Geliştirme Vakfı, Türkiye Bilimler Akademisi ve TÜBİTAK'ın ortaklaşa oluşturdukları Bilim - Teknoloji - Sanayi Tartışmaları Platformu'nda bu konu ele alındı. Bu resmi kurumların başlattığı bir platform. İsrail, Tayland, Hindistan, Çin, Tunus, Filipinler, Mısır tarımsal biyoteknoloji konusunu devlet politikası yapmış ülkelerin bazıları. Her ne kadar Türkiye'de biyoteknoloji öncelikli teknolojiler arasına alındıysa da, bu konuda bir ulusal seferberlikten söz edilemez.

- Bizim, yıllardır kabul ettiğimiz "Türkiye bir tarım ülkesidir, kendisine yeterlidir" şeklinde bir inancımız vardır. Kendimize pek yetmiyoruz aslında.
Türkiye'de kişi başına düşen tarım arazi miktarı durmadan azalıyor. Çünkü turizm, sanayi, erozyon, kentleşme gibi nedenlerle verimli topraklar elden gidiyor. Kaliteli tohum ithal ediliyor. Ama pahalı. Kimyasal girdi gereksinimi yüksek. Tarıma destek de azaltıldı. Bunların sonucu ortada: Türkiye, artık buğday başta olmak üzere pirinç, bitkisel yağ, şeker, hatta meyva ithal eder hale geldi. Hayvacılıkta da süt ve et ithal ediliyor. Ama o, konumuz dışında...
- Türkiye, vaktiyle kendi kendini nasıl doyuruyordu pekiyi? Tabii, nüfus da bugüne göre daha azdı o zaman?
1960 - 70'ler bir Yeşil Devrim seferberliğiydi. Çiftçi tarımsal girdileri devlet desteğiyle çok ucuza sağlıyordu. Şimdi bu modelden vazgeçildi. 1980'lerden sonra liberalizasyon nedeniyle çiftçiye verilen destek azaltıldı. Ürün ithalatı serbest bırakıldı. Bu durumda çiftçi nasıl rekabet edebilir?

- Türkiye'de tarımın çağdaşlaşması için bitki biyoteknolojisi gerektiği anlaşılıyor.
Biz, genetik zenginliği yüksek bir ülkeyiz. Yabancılar gelip bizden bitki toplar gider. Bitki biyoteknolojisi ile bu genetik özellikleri değerlendirmek mümkün. Ama bunun için bazı önceliklerimizin olması gerek. Hangi bitkilere öncelik vereceğiz? İhraç edeceklerimize mi? Yoksa, toplumsal olarak yaygın ürünleri, örneğin her yerde üretilen buğdayı mı geliştirmeliyiz? Ya da en fazla hastalığa yakalanan ürünleri mi ıslah etmeliyiz? Bu konuda Türkiye Teknoloji Geliştirme Vakfı'nın yaptırdığı Türkiye'de Bitki Biyoteknolojisi Öncelikleri adlı bir araştırma var. Bulgular yaklaşık 300 sayfada özetleniyor. Ayrıntılarına şimdi girmek zor. Ama tarımın sosyo ekonomik öncelikleri ve bitki biyoteknolojisinin uygulanabilirliği göz önüne alındığında öncelik kazanan ürünler arasında domates, tütün, şeker pancarı, mısır, patates, armut, karpuz var. Ancak, ekonomik ve teknik ölçütlere eşit ağırlık verilerek hesaplanan sıralamalar elbette mutlak değil. Bir de yalnızca araştırma - geliştirme ile her şey bitmiyor. Patent yasasıyla, risk sermayesiyle, teşvik ve güvenlik önlemleriyle tüm kurumsal yapının işlemesi gerekiyor.
- Güvenlik önlemleri, genetik mühendisliği için gerekli denetim her halde?
Evet. Genlerle oynama, çevreye zararlı olabilir. Bu konuda Batı'da 1970'lerde başlayan bir duyarlılık oluştu. Başta ABD olmak üzere bir çok ülke, önlemleri belirledi. Öyle ki, laboratuvarlarda genetik olarak dönüştürülmüş bir materyalle yapılan çalışmada kullanılan sıvıların lavaboya dökülmesi bile yasak. Çünkü bu, beklenmedik sonuçlar doğurabilir. Genetik olarak dönüştürülmüş bir malzemenin araziye çıkmasını da çok sıkı kontrol eden kurallar var.
- Bizde bu tür önlemler var mı?
Bunların hiç biri yok. Ve bu yüzden de gelişmekte olan ülkelerin toprakları deneme alanı oluyor. Latin Amerika'da bir çok ülke tarla denemesinde kullanılır. Türkiye'de henüz resmi kayıtlı deneme alanı yok. Ancak bunun dedikodusu dolaşıyor. Genetik olarak dönüştürülmeş ay çiçeğinin, domatesin tarla denemelerinden söz ediliyor.
- Bu, hormonlu dediğimiz şey mi?
Değil... Hormon, serada yetiştirilen, kış aylarında yediğimiz yaz sebze ve meyvaları için kullanılır. Biyoteknoloji ise şimdiye kadar gelmiş geçmiş en "yeşil" teknoloji. Çünkü hiç hormona gerek duymaksızın, yapısındaki özellikler nedeniyle bitkinin gelişmesini sağlıyor.
- Hep olumlu katkılarından söz ettik. Olumsuz nitelikleri yok mu?
Var. Zararlı otları öldüren kimyasal ilaçlara dayanıklı bitkiler geliştirildi. Örneğin, pamuk tarlasında bu kimyasal ilaç kullanıldığı zaman otlar ölür, pamuk sağlam kalır. Bu ne demek? Daha çok kimyasal ilaç kullanımı demek. Batılı Yeşiller bu konuda ayağa kalktı. Bu ilaçları üreten kimya şirketleri, tohum şirketleriyle anlaşıyor. Kendi kimyasallarına dayanıklı tohum geliştirmeleri için araştırma - geliştirme desteği veriyor. Bu tatsız bir gelişme. Çünkü sonuçta, o kimyasallar daha çok tüketilecek. Çevreye daha çok zarar verecek... Bizim gibi, bu konularda çok bilinçlenmemiş ülkelerde bu ürünler pazar bulabilir. Zaten bu tohumları geliştiren firmalar da Batı'da dışlanınca kendilerine yeni müşteri arıyor.
- Biyoteknoloji, her ileri teknoloji gibi "uygun" kullanılırsa yararlı, yanlış kullanılırsa zararlı.
Tamamiyle. Bunun sosyo ekonomik etkileri konusunda zıt görüşler var: İşgücünü azaltacak, işsizlik yaratacak diyenler var. Kalifiye işgücüne ihtiyaç artacak, çiftçi daha bilinçlenecek diyenler var. Çünkü ilgilendiği tohumlar daha özel tohumlar olacak... Ama nereden bakarsanız bakın, ekonomik etkisi çok büyük. Katma değeri yüksek ürünler üretiliyor. Bu nedenle de gelişmiş ülkeler bu alanda biyoteknolojiye milyonlarca dolar yatırım yapıyor. Bizim de bu konuda, çölde gıda üreten bir İsrail olamasak bile yapacağımız çok şey var. Hatta bizim iklimimiz çok da elverişli. Çok uygun doğal potansiyelimiz var. Bitki biyoteknolojisi bu açıdan Türkiye için fırsat penceresi. Bu yöntem henüz yeni sayılırken bu süreci yakalamak daha kolay. Ama gecikmeye başlarsak bize pahalıya mal olacak. Bir tren daha kaçmak üzere denilebilir.