The Others Üçüncü sayfadan öyküler

Üçüncü sayfadan öyküler

14.02.1998 - 00:00 | Son Güncellenme:

Üçüncü sayfadan öyküler

Üçüncü sayfadan öyküler

Dostoyevski hayranı Zeki Demirkubuz Masumiyet'le Georges Sadoul Ödülü'nü aldı

"İnsan ruhunun karmaşasına, neyin ne zaman ortaya çıkacağı konusundaki belirsizliklere güvenerek yazdığım öykülerdir bunlar"

Zeki Demirkubuz'la ikinci filmi Masumiyet'in özel bir festival için davet edildiği Paris'e hareketinden önce buluştuk. Birkaç gün sonra da ödül haberi geldi.
Fransa'nın en ünlü sinema tarihçisi Georges Sadoul için eşi tarafından oluşturulan Georges ve Ruta Sadoul Ödülü'nün Masumiyet'e verilmesi beni çok sevindirdi, ama hiç şaşırtmadı.
Geçen hafta ayrılmak için Taksim'de onun elini sıkarken, bu ödülü alacağını biliyordum. Üyeleri gerçek sinemacı olup da bu filme ödül vermeyecek bir jüri düşünemiyorum.
Nitekim daha önce de gene Fransa'da Angers Festivali'nde ünlü yönetmen Claude Chabrol'ün başkanlığındaki jüri, Masumiyet'e en iyi film, Haluk Bilginer'e de en iyi erkek oyuncu ödülünü vermişti.
Masumiyet Antalya Festivali'nde de Jüri Özel Ödülü, Adana Film Festivali'nde Yılmaz Güney Ödülü aldı.
Demirkubuz'un ilk filmi C Blok da, İstanbul Film Festivali'nde jüri Özel Ödülü kazanmıştı.
Georges Sadoul ödülü, tıpkı Angers'deki büyük ödül gibi, yönetmenlerin ilk ya da ikinci filmlerine veriliyor. Otuz yıl önce Louis Aragon ve Elsa Triolet, Jean Renoir ve François Truffaut gibi edebiyat ve sinema şöhretleri tarafından oluşturulmuş. Dünya sinemasında yeni yeteneklerin keşfedildiği bir platform olarak tanınıyor.
1991'de Fehmi Yaşar'ın Camdan Kalp ile kazandığı bu ödülü alanlar arasında Michael Radford, Jane Campion ve Otar Joseilani gibi sonradan dünya sinemasının yerleşik isimleri olan yönetmenler var.
Zeki Demirkubuz bu ödülün ve daha önce Angers'deki başarısının meyvesini aldı bile; filmi, Fransa'ya satıldı. Gelecek sonbaharda gösterime giriyor.
İki hafta gibi kısa bir zamanda, toplam 90 bin dolar gibi küçücük bir bütçeyle, üstelik de yönetmenin neredeyse ölümden döndüğü ciddi bir hastalık döneminde, inanılmaz zor koşullarda çekilen bu filmin yarattığı etki, izleyicilerin tepkilerinden belli.
Angers'de üç gösterimde beş bin kişi izlemiş Masumiyet'i. Türkiye'de ise birkaç haftalık gösterimde sadece kırk bin kişiye ulaştı film.
Zeki Demirkubuz'a Fransız izleyicinin tepkilerini soruyorum. Angers'deki basın toplantısında, beş kadın izleyici arasında tartışma çıkmış. Filmin üç kahramanından birisi olan genç Yusuf, uğruna namus cinayeti işlediği ablasını hapishaneden çıkışında ziyaret eder. Abla olaydan beri adeta susma yemini etmiştir, hiç konuşmaz. Fransız kadın izleyiciler, bu suskunluk Türk kadınının ezikliği mi, yoksa bir direniş mi diye tartışmışlar.
"Sonunda büyük çoğunluğu bunun bir direniş olduğuna karar verdiler" diyor Zeki Demirkubuz. "Ben de onları destekledim. Özellikle Doğu'da direniş çoğu zaman dışa vurumcu bir şey değildir, bilhassa kadınlar için...çünkü kadının eğitiminde var bu, geleneğinde var. Çocukluktan beri söz söyleme hakkı bile belli koşullara bağlıdır, ama insan sonuçta direnişi bir şekilde göstermek zorunda."
Yılmaz Güney'in Yol filminde, Yavuz Turgul'un Eşkıya filminde de doğulu kadın susarak direnir haksızlığa. Halbuki biz artık " konuşan Türkiye" olmadık mı?
"Bence Türkiye'de konuşulmuyor, gevezelik yapılıyor, katılım diye bir şey yok, bizim adımıza konuşan konuşma memurları var" diyor Zeki Demirkubuz. Ama işte şimdi kadınlar, bekaret testini ve Işılay Saygın'ı protesto ediyorlar.
"Konuşanlar da var tabii. İnsana ve karaktere göre değişir. Sessizler vardır, iyiler vardır, kötüler vardır. Kadın da zaten sadece cinsiyetiyle açıklanabilecek bir varlık değil. Ben sonuçta belgesel film yapmıyorum. Gerçekçilikle ilgiliyim, ama amacım gerçeği olduğu gibi göstermek değil. Sinema algının tekrar yorumlanmasıdır, içimizde yorumlanıp dışa vurulmasıdır."
Masumiyet'te aynı şekilde yoksulluğu da sosyolojik açıdan değil, ruhsal olarak ele almış Zeki Demirkubuz. O belki de uzun zamandır Türk insanının psikolojisini bize anlatabilen ilk yönetmen.
Birey hala temel değer olamadı dediğimiz Türkiye'de, hukuksal olarak hakları gerçekten hala korunmayan insanın, ruhsal olarak aslında ne kadar bireyleştiğini gösteriyor bize. Yusuf'un ablası susarken, sonra tanıştığı ve aşık olduğu pavyon kadını Uğur cinselliğiyle, konuşmasıyla, umarsız bir aşkın peşinde bile bile sürüklenişiyle koyuyor bireysel direncini ortaya. Tıpkı C Blok'ta ruhu ölmeye başlayan kadının, son direniş noktasını cinsellikte bulması gibi.
Birey olmak ne romantizmle süslenmiştir Zeki Demirkubuz sinemasında, ne dinle rahatlatılmıştır, ne de yüce hümanizm bireyselliğidir; tiksindirici yönleri vardır, sefaleti vardır, acınacak bir şeydir, ama sonunda yine de en büyük nimettir bireysellik, en nihai değerdir.
Zeki Demirkubuz "Dostoyevski'den çok etkilendim" dediği zaman da, hiç şaşırmadım. Masumiyet filmindeki zavallı, horlanmış ve yoksul insanların hayatla yine de saf bir ilişki kurabildiklerini görürüz. Haluk Bilginer'in başarıyla canlandırdığı aşk kurbanı, pavyon kadınının peşinde hayatını mahveden ve sonunda intihar eden umarsız aşık Bekir, Yusuf'a öyküsünü tipik bir rakı sofrasında değil, İzmir'in o feci Basmane otellerinden uzakta, düş gibi bir kırlıkta anlatır. Acı filmin tam ortasında, bir vaha gibidir bu sahne.
Dostoyevski'den başlayarak Sartre'a ve günümüze kadar ulaşan bir sesi duyarız Demirkubuz'un filmlerinde. Kendini aldatmayan, mahkum olduğu özgürlükle ne yapacağını arayan modern insanın acı sesi. "İnsan ruhunun karmaşasına, neyin ne zaman ortaya çıkacağı konusundaki belirsizliklere güvenerek yazdığım şeylerdir bunlar" diyor yönetmen. "İnsanın bedenini esir etmek kolaydır. Aç kalırsanız bir lokma yiyecek karşılığında hegemonyayı kabul edersssiniz, ama ruh öyle değil işte."
Zeki Demirkubuz'a filminde yansıttığı yoksulluktan, Isparta'da doğduğu köyden, içinden çıkıp geldiği ağır Anadolu taşrasından nefret edip etmediğini soruyorum.
"Hiç bir zaman nefret etmedim. Oradaki baskıyla hep mücadele ettim tabii. Bugün saçım uzunsa, hala ceket giymiyorsam, ortaokulda hergün saç kontrolü yapılmasına tepkimdir. Ama o ortamdaki insanların ilişkisindeki acıma, merhamet beni hep büyülemiştir. Büyük kentte insanların birbirine acıdığına inanmıyorum."
Büyük kentte, basın yayın mezunu olan, solculuktan üç yıl hapis yatıp işkence gören, adaşı ve ustası Zeki Ökten'in kapısını öyküleriyle iki yıl aşındıran Zeki Demirkubuz, sonunda onun Ses filminde, sırf işkence görmüşlüğün deneyimi işe yaradığı için asistan olmayı başarmış! Bugün ise Fransa'da ağlayan kadın izleyiciler gelip elini sıkıyorlar.
Ya yeni projeler? "Üçüncü sayfa diye bir projem var. Yine bir çıkışsızlık öyküsü. Hani gazetelerin üçüncü sayfasında haber malzemesi olup da altındaki gerçeğin hiçbir zaman bilinmediği, polisin ya da gazetecinin yorumuna göre değişen hikayeler vardır? Öyle bir hikaye seçtim yine."

Yazarlar